bugün

insanın deliler gibi sevdiği sevgilisini baska birinin kolunda sarmas dolaş gördüğü zaman yaşadığı olay..allah düşmanımın bile başına vermesin
(bkz: ölmeden önce ölünüz)
sevdıgı ınsan tarafından terk edılen sevgılının yasadıgı durum tek fark toprak yerıne yorganın secılmesı.
(bkz: ölmeden önce öldürülmek)
tasavvufda mikad denir.
bir zaman denemeye çalıştığım ama gerek olayın zorluğu, gerek kendi manyaklığımdan ötürü bu felsefi düşünceyi kendi çapımda çürütmem ile son verdiğim olay .. şimdi yan gel yat isimli felsefi düşüncenin peşindeyim .. sanırım bunu çürütemeyeceğim ..
(bkz: bir sevmek bin defa ölmek demekmiş)
kendi ölümlülüğümüzü bir bilgi olarak ister istemez kabullendiğimizde,
kendi müstakbel ölümümüzün yasını tutmamız gerekir bir süre.
Yas tutmayı öğrenememişsek, ifade edemediğimiz
öfke ve ifade edemediğimiz üzüntü birbirine karışır;
ölüm anı da bir türlü gelip geçemediğinden, bu karmaşa ilanihaye uzar gider.
iki ifadesiz duygunun karışımından ortaya müzmin bir kaygı çıkar.
Bu müzmin kaygı, bir yandan suçluluk duygusuyla,
öbür yandan da ölüm dürtüsüyle beslenir, büyür ve hayatımızı örter.
Bu kaygı duygusuyla hesaplaşmak için, hem korkulan hem arzulanan,
hem bir silah olarak kullanılan hem de yası tutulan ölüme doğru,
yani kaygının görünürdeki nedenine doğru bir yolculuk yapmak ve
geri dönmek şart olmuştur artık. 'Fantazi'deki ölüm diyarına yolculuklar,
işte bu içsel yolculuğun birer metaforudur.

Gotik romanın ve çağdaş popüler korku filmlerinin
ölüm ve yas olgularını ele alma biçimleri
fantazi edebiyatıyla önemli paralellikler taşır.
Ancak ortada çok önemli bir yön farkı vardır:
Gotik'te kahraman ölüler diyarına gitmez, tersine,
ölüler yaşayanların dünyasına gelir.
Bu 'Yaşayan Ölülerin Dönüşü' temasını Slavoj Zizek,
Lacan'ı izleyerek şöyle anlatır:
(Halloween'deki psikotik katilden Ayın On Üçü Cuma'daki Jason'a kadar)
uzun bir dizinin ulaşılamamış arketipi,
George Romero'nun Yaşayan Ölülerin Gecesi'dir hâlâ.
Bu filmde 'ölmemiş ölü'ler saf kötülüğün, öldürme ve intikam alma dürtüsünün
cisimleşmiş halleri olarak değil, kurbanlarını sakil bir sebatla izleyen,
acı çeken varlıklar olarak, sonsuz bir acıyla renklendirilmiş olarak
gösterilirler...tıpkı vampiri dudaklarında sinik bir gülümsemeyle,
kötülüğün aracı olarak değil de, selamet arayan, melankolik,
acı çeken biri olarak gösteren Werner Herzog'un Nosferatu'su gibi.
Bu olguyla bağlantılı olarak safça, temel bir soru soralım:
Ölüler neden geri dönerler? Lacan'ın bu soruya önerdiği cevap,
popüler kültürün cevabıyla aynıdır: Çünkü usulünce gömülmemişlerdir,
yani cenaze törenlerinde bir şeyler yolunda gitmemiştir.

Yası tutulamayan bir ölü, usulünce gömülememiş demektir.
Yaşayanların dünyasından uğurlanmamış, yaşayanlar ölenle aralarındaki hesabı
tam olarak kapatamamışlardır. O yüzden ölü sürekli olarak geri döner,
bizi huzursuz eder, rüyalarımıza girer, evimizi perili eve dönüştürür.
Eğer yası tutulamayan ölü bir başkası değil de kendi ölümlülüğümüzse,
ikide bir geri dönüp bizi rahatsız eden hortlak da kendimizden,
daha doğrusu ölümlülüğümüzün işaretlerini taşıyan vücudumuzdan
başka bir şey değildir. Gotik romanın ve onu izleyen korku filmi geleneğinin
bu duruma bulduğu nihai çözüm ölüyü gömmek,
eksik kalmış cenaze törenini tamamlamak,
ölümlülük bilgisiyle barışmak, yani yas tutmayı başararak
ölüyü yaşayanların dünyasından uzaklaştırmaktır.

Oysa fantazi, aynı şeyi tam tersinden yapar.
Fantazide ölüler bize gelmez, biz onlara gideriz. Ancak amaç bir ve aynıdır:
Ölüleri gömmek. Zizek'in tabiriyle 'ödenmemiş simgesel bir borcun tahsildarı'
kimliğiyle karşımıza çıkan ölülere borcumuzu ödeyerek,
ölüler dünyası ile yaşayanlar dünyasını yeniden birbirinden ayırmak.

Ölüler diyarını ziyaret edip geri dönmeyi başarabilmek bizi ölümsüzleştirmez.
Tersine, anlamlı bir yolculuk kendi ölümlülüğümüzün bilgisiyle barışmamızı,
bu bilgiyi kaygıyla karşılamaktan vazgeçmemizi sağlar.
Nedenleri ve mekanizmaları belirsiz kaygıyı, açık, belirli ve
başa çıkılabilir bir korkuya dönüştürür. Kaygı karşısında
cesaret gösterilemez, oysa korku cesaretle karşılanabilir.
O yüzden ölüme yapılan yolculuk bizi cesur kılar.
Korkuyu korku olarak yaşamamızı sağlayarak
bize cesur olabilme seçeneğini sunar.

Odysseus ölüler ülkesine ne için gider?
Bilge Tiresias'ı bulup, ithaka'ya, evine dönüş yolunu öğrenmek için.
Fantazi edebiyatının ilk örneğinde bile, ölüm diyarına yolculuk,
eve dönüş yolunu bulmak amacıyla yapılır.
Kuşkusuz "eve dönüş" tek katmanlı bir metafor değildir burada.
Odysseus için bu bir yandan karısına (tekeşli aileye) ve
krallığına (politik istikrara) dönüş anlamını taşırken,
bir yandan da ruh sağlığını, benlik bütünlüğünü yeniden kazanmak
anlamına da gelir. Tam da bu anlamda, ölüm diyarına yapılan yolculuk,
sınırlı bir psikoterapi öyküsüdür. Ölüler diyarı, çorak ülke,
bilinçdışının tam bir metaforu değildir çünkü.
Bilinçdışının belirli bir bölümünü, narsisizmin mekanizmalarının çalışamadığı,
aynaların olmadığı bir bölgesini temsil eder:
Görüntüsüz kaygılar diyarını, Lacan'ın 'Gerçek'ini
simgeleştirme çabalarımızın sonuçsuz kalmış artıklarının çöp tenekesini.
Dante'nin Cehennem'inden farklı olarak,
bu ölüler diyarına girmek için umudu kapıda bırakmak gerekmez.
Fantazi edebiyatında ölüler diyarına yolculuk
Dante'nin tam tersine umutla, iyileşme umuduyla yapılır.
Dante'de bu umut üçüncü kitaba saklanacak,
karanlıktan, gölgeler diyarından değil,
aydınlıktan, selametten, Cennet'ten doğacaktır.
Dante'de iyileşme, selametle eşanlamlıdır, imandan kaynaklanır.
Fantazi ise selameti amaçlamaz, değişmeyi, büyümeyi amaçlar;
tam da bu yüzden iyileşmenin, salaha ermenin yolu
karanlığın içinden geçerek gerçekleşebilir.

En Uzak Sahil'de, Kuğu adlı büyücü ölmeyi reddeder.
'Kendi kendime', der, ''Artık ölümü gördüğüme göre,
ölümü kabul etmeyeceğim, dedim. Bırak tüm aptal doğa,
kendi aptal yolunda gitsin, ama ben bir insanım,
doğadan daha mükemmelim, doğanın üstündeyim.
O yoldan gitmeyeceğim, kendim olmayı bırakmayacağım.''
Ölümü kabul etmemek için tüm yapabildiği,
ölümle yaşam arasındaki kapıyı büyüyle açmak ve
tekrar kapatmayı başaramamaktır.
Kendisini ölümle yaşam arasındaki belirsiz alana mahkum eder böylece;
adını unutur, benliğini kaybeder.
Le Guin bize benliğin ancak ölümlülüğü kabullenmekle
bütün olacağını söylemektedir bu yolla:
Ölümü kabullenemeyen, ölümle yaşam arasına sıkışır kalır,
hep eksik, hep parçalanmış bir alacakaranlık hayatı yaşar.
Ged'in yaptığı ise kapıyı kapatmaktır. Bunu yaparken
tüm büyü gücünü (iktidarını) harcamak zorunda kalsa da.
Ama bunu yaparken Kuğu'yu da, tüm yaşayanları da 'bütünler',
ölümü kabullenerek onu yaşamın alanından çıkarır.
Ölümü kabullenemeyen kişi hep onu hayal ederek, onu kurarak yaşar;
simgeleştirilemez olanı simgeleştirmeye çalışır durur.
Bu yüzden de bütün olamaz, tamamlanamaz.
Ged ölümle yaşamı yeniden ayırarak,
ölümsüz bir yarı-hayattan, ölümlü bir tam-hayata geçilmesini sağlar.

Bunu yaparken bilinçdışının bir bölgesine, çorak ülkeye girmek,
orada hüküm süren ölüm korkusu/ölüm dürtüsü karmaşasıyla yüzleşmek,
Kuğu'ya, ölümden ölesiye korkan, çılgın gibi ölümsüzlük peşinde koşan
persona'sına adını, benlik bilgisini yeniden öğretmek zorundadır.
O zaman ölümle yaşam arasındaki kapı kapanır, yaşam yeniden kendisi olur.
Ged bir kez daha iyileşmiş, 'bütün olmuştur.'
Yerdeniz Büyücüsü'ndeki iyileşme büyümenin,
çocukluktan yetişkinliğe adım atmanın simgesiydi.
Bu defaki iyileşme ise orta yaş krizi dediğimiz şeyle hesaplaşılmasının,
kendi yaşlılığını, ölümlülüğünü kabul etmenin simgesidir.*
(bkz: kinyas ve kayra)
tüm inanç sistemlerinde olgunluğa erişebilmek için gerekli olan şarttır.
(bkz: insanlar uykudadır ölünce uyanırlar)
"ben yasarken olmusum" ile alakali olsa gerek.
(bkz: tool)
(bkz: parabol)
(bkz: parabola)
(bkz: zombi)
Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık.
Her an her nefeste yenilenmeli.
Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.
ahmet yesevi hazretleri'nin 63 yaşına geldiği zaman, mezarda yaşayarak yaptığı fiildir.
kişinin dünya mallarından, maddiyatından elini eteğini çekmesi sonucu oluşan ve tamamiyle maneviyata önem vererek bu dünyanın hiçliğini anlamış kişinin yapacağı eylemdir. her yerde vardır bunlardan, tiplerinden anlarsınız umursamazlar, bırakmışlardır bu dünyanın netamesini.
gerçekten yaşamak için lütfen.. ölmeden önce mutlaka, ölünüz.
nefsi tamamen yenmenin doğurduğu hadisedir. bu hadiseye erişebilmek için belli başlı yollar vardır, her yol daha doğrusu her kapı mevkiye açılır, bu kademe eren kademesidir.
hz isa nın sözüdür. meali de, önce bi ölün, daha sağlıklı düşünürsünüz öteki alemleri gibi bişeydir.
yaşayan ölü , zombi.
"Ölmeden önce ölünüz " Peygamber efendimize ait bir sözdür. Mevlana hazretlerinin Mesnevi'sinde bu sözü açıklayan Dudu Kuşu adlı muhteşem bir hikaye vardır.
Insan ın egosuna head shot almasıdır.
Bize evvelden beri söylenen ve ifadelerde tasavvuf bakış açısı olarak daima tek şeye hazırlanması istenilmektedir. Inanç olarak veya ahlaki olarak tek bilmen gereken şey ölümün olduğu gerçeğidir. Ölüm bir uyanmadir. Uyanmak ise cesaret ve güç isteyen olaydır. Fizyolojik olarak bize göre ölüm, vücudun çok ciddi sinir iletiminin kesilmesini ve artık ileticilerin alışveriş yapmamasidir. Böylece kan pompalama durur ve vücudun artık biyolojik olarak hiç bir ihtiyacı yoktur. Tipik olarak ise bunun kabul görmüş hali arrest sürecidir.
Kim ki ölürse bilsin ki uyanma vakti gelmiştir. Ölüm bir son başlangıç değildir. Ölüm artık vücudun ihtiyacı kalmadığı için ruha uyanıştir. Lakin dediğimiz gibi kendini ölü kabul etmek çok Zor ve cesaret ister. Tıpkı , varlığın inanılmaz gücüne sahip olmak gibi.
Düşün, çok güzel bir rüya görüyorsun, uyanmak aklının ucunda bile değil. Birden etraf değişiyor ve her şey gelişiyor. Sonra anlıyorsun ki, bu Bir rüya. En başta rüya olarak kabul etmek zor geldi , şimdi ise olmadığını inanmak yine Zor gelecektir. Ama tek Bir şey var ki sen neredeysen orası sana alışır..
Ölmeden ölmek demek Sufi mantığın ilk illetidir. Bizim ölümden şimdi ki kasıt fizyolojik olarak değil, bedeni olarak kabul edilir. Yani ruh yaşar ve bedeni ruh ile ayakta tutmaktır. Çünkü beden çok fazla madde taşır. Bize göre kütlesi yoğun olan şeylerin hızı düşer ve ağırlık kazanır. Ne kadar yoğun kütle o kadar fazla yer çekimi, ne kadar fazla yer çekimi o kadar ağırlık olur. Dolayısıyla siz Bir yere hızlı ve çabuk gitmek isterseniz hızlı bir araç ve valiz olmadan gereksiz yüklerden kurutulur hızlıca o yere gidebilirsiniz. Tıpkı balonların uçarken aşağı atılan kum torbası gibidir.
Bizler bu halde Koca bir et ve kemik yığını içinde en fazla kendi görebildiğimiz yere gidebiliriz. Bizim işte burda ki amacımız görmeyen yere hızlıca girmektir.
Ölü bir adamın işine ne yarar ey derviş? Ölü Bir adamın işine ne ben yararım ne de dünya, ölü adamın işine Bir tek yattığı kabir yarar. Öyleyse bil ki bu yolda hızlı gitmek ve vaktinde ulaşmak için sana ne gerekirse onu al. Fazlasını alma. Bizim ölmeden önce öl irademiz işte bu sırrı içerir. Fazla kendini dağıtma, giderken toparlanması Zor olur, fazla kendini üzme güç toplaması Zor olur. Hiç ol gitsin. Onlar ne olacaksa olsun, ama sen kendin ol. Bu yolun sonu burası. Ölü bir adam neyse o olmak kalır. Dünyalık taşıma üstünde, dünyayı taşıma üstünde, sana gereken sende içerir. Öl ki kurtuluşa eresin, yediğin başkasına kalsın, ol ki varlığın tadını alasın, yap ki derdinden kurtulasın. Yük olmasın sana daha bu âlem, ne varsa sana ait olmayan bırak gitsinler dönüş nasılsa o'nadır.

****Ne su lazım sana ne aş,
Gerekirse sana en tatlı aş,
Dillere destan bir aşk,
Susadıysa gönül bahçen,
Gerek sana bir damla yaş,
Aşırıya gitmeden aşk,
Geri dönecek gözü yaşlı aşk,*****
Sen bu dünyada tek değilsin, ziyadesiyle girerken edepli uslu ve usulleri ile yapmalısın. Biz sana aç kal miskin kal demeyiz. Deriz ki,
aşırıya kaçma kendini bil! işte sırrın ifadeleri bunlardır. Öl ama kokma.
****Kokmuş bir ceset gibi gezme,
Gören seni diri sansin ,duyan Mecnun sansin, Gerisi âlem ne sanırsa sansin,
Senin şansın Allah'a arşın,*****

Ölüsün sen çünkü öleceksin. Doğdun ama bil ki hemde aynı zamanda ölüsün.

*** Kalp atsa ne çıkar ki,
Kalbin yankısı ondan çıkmadıkça,
Can çıksa ne olur, onda çıkmadıkça.
Güneş üzerine doğsa ne çıkar, batış ona olmadıkça."**

Artık sözler biter bu andan sonra bizim dediğimiz sözler bunlardan ibarettir. Unutma ölü beden çabuk kokar, kokusu herkesi rahatsız eder. Hızlı davran, acele et bedeni sahibine ulaştır. Gideceğin yere çabuk git kokmadan önce.

P' tarafından,
Sufi âlem mantığı,
Varlık ve yokluk,
Metafizik âlem ve beden,
müşküldür, yahya kemal in düşünce şiirinde söylendiğine göre:

"ölmek değildir ömrümüzün en feci işi
müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi"
(bkz: ölmeden mezara koydular beni)