bugün

misket oynayan koca koca adamları hayretle izliyordum. içlerinden bir tanesi birkaç eldir oyunu yakından takip ediyor fakat oyun oynamıyordu. uygun zamanı bulduğu an misketleri kaptığı gibi kaçtı. adamlar peşine düşmeye çalıştıysa da yetişemeyeceklerini anlayınca kovalamaktan vazgeçip oyunlarına devam ettiler. az ötede iki genç kız plastik bebeklerini giydirip, özene bezene süslemekle uğraşıyordu. ne garip! belki yaşıtlarının çoğu o bebeklerin canlanacağı korkusuyla odalarında barındırmazken bunlar büyük bir şevkle bebeklerle oynuyordu. içlerinden biri hep birlikte saklambaç oynamayı teklif etse de bu, sıradışı grup tarafından kabul görmedi.

çocuk parkında -ağzım açık bir halde- 30 yaşın üstündeki bu garip insanların oyunlarını izliyordum. parkta bir garipti zaten. daha önce oynadığım, gördüğüm parklardan oldukça farklıydı. bütün o rengarenk kaydırakların, tahterevallilerin yerini sadece beyaz renk almıştı. sanki diğer renkleri bir köşede sıkıştırmış, bu parka uğramamalarını söylemiş gibi. kum bile beyazdı. öyle bir ilginçlik vardı ki ortada, aklımı kaybettiğimi düşündüm. zaten ya ben delirmiştim ya da onlar delirmişti. ortası yoktu.

gözlerimi parktan ayıramamış, tüm bu olanları seyrederken içlerinden birini tanıdığımı fark ettim. geçen gün taksisine bindiğim adamdı bu. yolculuk esnasında yolların berbatlığından, memleketin halinden dem vurduğumuz bu kaba saba adam, şimdi bu parkta altına işemiş, hangi oyunu oynayacağını şaşırmış gibi oradan oraya koşuyordu. üstelik onu kovalayan yaşlı kadın da oturduğumuz evin sahibiydi. elinde o beyazlıklar içerisindeki parkta zar zor seçilen beyaz mendille taksiciyi yakalamaya çalışıyordu. halbuki bu yaşlı kadın bırakın böyle koşmayı, yürüyebilecek güçte bile insan değildi. zar zor işlerini görebilen, evinden dışarı pek çıkmayan bir kadıncağızdı. şaşkınlığım bir kat daha artmıştı. sihirli bir yer olmalıydı burası. park bu dünyadan olmayan başka bir boyuttu sanki. içeriye girme cesaretini aradım kendimde. ya bir daha çıkamazsam parktan? ya beni de böyle bir tanıdık izlerse? anlaşılan tüm olan biten dışarıdan görülebiliyordu. ayrıca deli miydim ben? oraya girip ne yapacaktım? neyi anlayacaktım? yok,hayır. daha aklımı yitirmemiştim. iyi de buradaki insanlarda deli değildi ki! hiç olmazsa ikisi değildi. ama neden böyle davranıyorlardı? bu sorularla aklımı meşgul etmemeliydim. buradan derhal uzaklaşmalıydım ki öyle de yaptım.

iyi bir işim,ünvanım vardı. böyle şeylerle kafamı yormamalı,beynimi meşgul etmemeliydim. bu insanların çocukluklarına kafamı yormak yerine kendimi, işime vermeliydim. hem onlar azınlıktaydı. kalabalık olan bizlerdik. bir grup kocaman çocuğu ne diye kafama takmalıydım ki? nereden de gitmiştim oraya! evimde kahvemi yudumlarken çizimlerimle uğraşmak yerine oraya beni götüren neydi? tamam, biraz hava almak için dışarı çıkmıştım ama hepsi bu! niyetim kafamı biraz dağıtmak, işlerimin başından biraz olsun kalkmaktı. asla böyle bir saçmalıkla karşılaşmayı ummamıştım. vaktimi de çalmıştı zaten tüm bu gördüklerim. hala da çalmaya devam ediyordu. bir an önce gördüklerimi unutup işime odaklamalıydım ki öyle yapmadım.

oturduğum apartmana girdiğimde ayaklarım beni kendi evimin kapısına değil, ev sahibim ve üst komşum olan yaşlı kadının evinin kapısına götürdü. merak işte! insanı büyük buluşlar icat etmeye iten, insanın ufkunu genişleten, kapalı kapıları açan merak bende böyle vuku buldu. tüm bu olup bitenleri öğrenecektim. ona orada neler döndüğünü, ne saçmalıklar yaptıklarını soracaktım. gerekirse evi de boşaltırdım. hem deli hem de yaşlı bir kadını ev sahibim olarak da olsa çekemezdim. hele bunca işimin gücümün arasında hiç!

derin bir nefes çektim. heyecanlanmıştım. evet, işte şimdi her şey tüm açıklığına kavuşacaktı. kapıyı vurdum ama açan olmadı. acaba hala o saçma çocuk parkında delirmesiyle mi meşguldü? ne bekliyordum ki zaten? onu orda bırakıp, doğru buraya gelmiştim. olsun, ben yine de burada bekleyecektim onu. eninde sonunda buraya gelecek ve rezil olacaktı. burada büyük bir gürültü çıkarır sonra da evini derhal boşaltırdım. evde mi beklesem yoksa burada bekleyip onu şaşkına mı uğratsam diye düşünürken açılan apartman kapısının sesiyle irkildim. ağır ilerleyen ayak sesleri apartmanda yankılanıyordu. bir an çıldıracağımı düşündüm. az sonra merdivenlerin başında belirdi. başına hep aynı şekilde bağladığı eşarbı, elinde çantası zar zor merdivenleri çıkıyordu. alnı terlemişti. beni gördüğüne dair herhangi bir tepki vermedi.

''nereden böyle teyzeciğim?'' diye seslendim. sakince başını kaldırdı. o an, zaten beni beklediğini düşündüm.

''hiç yavrum'' dedi. ''sisi'yle buluşmam vardı. oradan geliyorum.''

sisi mi diye düşündüm. sisi de neyin nesiydi? artık bu kadının deli olduğuna emindim. tam ne saçmaladığını, onu gördüğümü, kendisinin tam bir deli olduğunu haykıracakken eliyle susturdu beni. çantasından çıkardığı beyaz mendille alnındaki terleri silerken '' arada sende kaldera' yla buluşsan iyi olur evlat!'' demesiyle sendelememe sebep oldu. duyduğum cümlenin karşısında midem bulanmaya başlamıştı. tüm bu olanların bir hayal olmasını istiyordum. bu kadın karşımda yoktu aslında. hayır, hayır! ne bu park ne parkta gördüklerim ne bu kadın ne de şuan konuştuklarımız! hepsi beynimin bana oynadığı oyunlar olmalıydı... gözlerimi kapadım ve biraz öylece bekledim. gözlerimi açtığımda kadın hala ayakta, bana bakıyordu. çaresiz gerçeği kabullenmek zorunda kaldım. tüm bu olanlar rüya değil, gerçeğin ta kendisiydi. zamanla hayatımın sadece çalışmaktan ibaret olması, hayatımda başka herhangi bir şeyin olmaması, çocukluğumu tamamen unutmam, hayatımda sadece işimin olması ne kadar saçmaydı. ama ben şimdi görüyordum bunu. insan çocukluğunu unutmamalı, ara sıra onunla dolaşmalıydı. evet! hayat sadece iş ve paradan ibaret değildi. insan büyüyünce çocukluğunu bir kenara fırlatmamalıydı.

şey, kaldera mı? hiç işte, canım! küçüklüğümde arkadaşların bana taktığı ufak bir lakap sadece...