bugün

nasıl da heyecan yaratırdı minik bünyde.

oraya gideceğim, oralet içeceğim, babamın mesai arkadaşları ile konuşacağım, t cetveli ile oynayacağım, rapidolar ile ağzımı yüzümü mürekkepe bulayacağım. hem de öğlen yemeği de dışarıda yenecek, bundan daha keyifili bir şey olabilir mi ?

80 li yıllara tekabül eder bu dönem, babamın ve annemin devlet memuru olmasından mütevellit, yaz aylarında okul kapanınca dönem dönem giderdim onlarla işyerine. ikisi de aynı idarede çalışıyorlardı. garip bir çekiciliği vardı o binanın bana, insanlar gelir giderdi, sürekli değişik yüzler görürdüm. belki de oranın soğuk havasını biraz da neşelendirdiğimden ötürü diğer çalışanlar da bana sevgi dolu yaklaşırlardı. odadan odaya sorgusuz, kapı çalmasız girme özgürlüğüm vardı.

en çok da; iş gereği annem ve babamla araziye çıkmak zorunda kaldığım dönemleri severdim. saatlerce köy yollarında geçen yolculuklar, etüt, keşif, ölçüm işleri. o dönemlerde, yollar da çok iyi değildi. ertesi gün o yolu bir daha çekmemek için; gidilen köylerde gece de kalınırdı. köy evlerindeki yemeklerin ve ayranın doğal tadı, domateslerin kokusu sanki dünmüşcesine burnumda. international harvester marka bir pick up vardı, bir de cj5 jeep. unutamıyorum ikisini de. dönem dönem internetten fotoğraflarına bakıyorum, bir nevi çocukluk anılarını yad etme amaçlı.

demek ki sırf bilinçaltıma işlenmesinden ve bu tarz bir işi sevmem sebebiyle onların mesleğine benzer bir iş seçtim.

gene aynı ruh haline büründüm. çocukluk masumiyetine geri dönme isteği gene geldi yerleşti bünyeme.

özledim çocukluğumu, sorumsuzluğumu, anne baba ile geçirilen anları, parasız, cep telefonsuz da mutlu olabilmeyi.
babamın koltuğuna oturduğum da nato genel sekreteri gibi hissederdim kendimi. bir de harita vardı karşı ki duvarda. nereye kaysam diye düşünmedim değil.
fabrika babamın zannederdim. o derece aveldim, gerçi hala öyleyim amk.
babama dair ve çocukluğuma dair hatırladığım nadir anılardan. bilgisayarı falan kapatırdım, amcalarla oyun oynardım, ortalıkta dolaşırdım. güzel günlerdi.
çok eğlencelidir.
ilgi odağı sizsinizdir.
babanız kahve işletiyorsa sürekli içecek getirirler.
eğlenceli, insanların mutlu oldukları bir ortam vardır. çok da gürültülüdür.
kesinlikle güvendesinizdir çünkü babanız ordadır.
not: her çocuk için babasının yanında olmak en büyük ayrıcalıktır. kıymetini bilebilsek.
amcaların gelip sana bol bol oralet ısmarlaması, bilgisayar başında oyun oynamak, öğle yemeğinde masanın neşe kaynağı olmaktır.
good old days
babamın yandaki pideci amcadan her gittiğimde pide ısmarlaması ilk aklıma gelen.

mutlaka dışarıda yemek yedirirdi.

annemi özlediğim zaman telefonla arar, konuşurdum.

beni kucaklayıp makinaya atar gibi yapardı korkuturdu.

kağıt ve tükenmez kalem verirdi resim yapmam için bende yapınca mantar panosuna asardım.

telefonlara baktırırdı, müşteriler arayınca bi dakka bağlıyorum diyip dırıdırıdırıdırı dırdırıddırı diye ses çıkartırdım. vay be..
sulale insaatla ugrastigindan cocuklugum o ortamda gecti.sivacisi, duvarcisi, kalipcisi, demircisi ve digerleri.hepsi birbirinden kral adamlarin arasinda gecen yillar.bilincaltinda ne denli yer ettiyse simdi de insaatlarda calisiyorum.cocukken babanizin isyerine gitmenin sonucu.
Tenefuslerde ve ders saati bittikten sonra eve gitmeyip babamin odasinda kalirdim. Gelen misafirlere verilmek icin alinan madlen cikolatalari bitirirdim. Tabi bunlari babam diger ogretmenlerle pin pon oynarken yapiyordum. Sonra babamin ogrencilerden topladigi tasolari, futbolcu kartlarini abidik gubidik oyuncaklari oynardim. Bayan hocalarin mincirmalarina maruz kalirdim.

Boyle biraz bir ordan bir burdan oldu ama guzeldi be.
Dedemin iş yerine giderdim ben. Öğrencileri hep bana yalakalık yapardı bir de tembih ederlerdi şu abla abi bana çok iyi davrandı de diye ama dedeme gidip ağlardım hehe.
bazen iyi olmayan olaydır. şöyle ki; kâğıtlarla bolca uğraşılan yerlerde tel Zımba da olur. işte ben o tel Zımbayı elime bastım. çıkarmak çok zor.
bir küçükken baba'nın is yerinde çalışmak değildir. Okuma yazmayı, dört işlemi okula gitmeden öğrenmiştim. Büyüdükçe fırsat buldukça yardım etmeye devam ettim. Günde yüz küsur çeşit insan geldiği için insan sarrafı olursunuz. Her çeşit karakterle haşır neşir olursunuz. Gerçek hayatı görürsünüz.
asker abilerin ilgi odağı olmak, her ne kadar istemesem de er kantininden kendi paralarıyla bir şeyler almasıdır. en sevdiğim abi de hep babamın yazıcısı olan abi olurdu. şimdi askerleri kullandığımızı düşünürler aman aman. onca kez gitmişimdir babamın 1 kez bağırdığını gördüm. bana bir şeyler alınınca parasını geri vermek için çabalardı babam.
Çocukken gitmek güzel oluyordu fakat büyüyünce kötü oluyor nedenmi.?

Çünkü büyüyünce it gibi çalıştırmak için götürür.
mecburen tıraş olmak için giderdim çünkü dışarıdaki berberler pahalıydı.
bambaşka bir dünyaydı orası, her yer tel örgülerle yüksek aşılmaz duvarlarla örülüydü. askerlerin nöbet tuttuğu yerden geçerken babamın adını söylemem yetiyordu. garip bir şekilde gurur duyardım babamla çünkü herkes tanıyordu onu. o yüzden ona benzemediğimi söylemeleri hiç hoşuma gitmezdi.
yanına gittiğimde etrafımı sarardı üniformaları adamlar şakalar yaparlardı, kızlarla ilgili olurdu bu şakalar hep.
tıraş olmak için hiç sıra beklemezdim, içeri girdiğimiz an tıraş olan dahil herkes ayağa kalkardı. babam tek bir hareketiyle yerlerine oturmalarını sağlardı ve çıt çıkmazdı. yakışıklıydı sanki adım, herkesin bu şekilde seslenmesi içten içe güldürürdü beni.
sandalyeye konulan tahtayı hiç sevmezdim, büyümüştüm çünkü artık ona ne gerek vardı ki? üstelik bir de kucağına alıp oturturdu oraya beni babam. yüzüm bir anda asılırdı, bende o koltuğa yayılıp oturmak isterdim kıçımı ağrıtan o ser tahta yerine.
amerikan tıraşı her çocuğun favorisiydi. sanki tek bir saç şekli vardı hepimiz için. gözüm hep aynadan babamı izlerdi, hemen çıkmasını isterdim oradan çünkü asker abiler çok komiktiler, herşeyi biliyordular kızlarla ilgili ve babam oradayken bunları konuşamazdık. gazeteye hızlıca göz gezdiren babam yarım saat sonra döeceğini söyleyip çıktığı anda tüm o sessizlik gürültüyle gömülürdü. çok gülmemeye çalışırdım yoksa saçım yamuk kesilebilirdi. bambaşka bir dünyaydı burası. babamın herkesten güçlü olduğu, beni herkesin karşılık beklemeden sevdiği yapay bir dünyaydı ama keyifliydi. saçımın uzamasını heyecanla bekler, babamın yatmadan önce "yarın okuldan sonra gel de tıraş ol" demesiyle yatağımda gizlice sırıtırdım.
Köpek gibi oralet içmeyi gerektirir.
şirket çalışanlarının sahte sevgilerine maruz kalmaktır. evet yaşadım bunu.
Çok ama çok zevkli olan eylem. Ekmek almıştık eve gelirken anneme bak eve ekmek getirdim demiştim. Babam patrondu. işçileriyle ben çalışmaya bayılırdım. Tabii babam patron falan diye üstünlük taslamaya asla çalışmazdım. Onlar benim abilerim amcalarım oluyor yinede. Murat abi vardı. 30 lu yaşlarında. Sevgilisini hamile bırakmış. Abileri de bunu arıyormuş. Diğer arkadaşlarına söylüyordu. Ben de küçük olmama rağmen ağzımdan kaçırabileceğim halde bana güvenmişti. Babana sakın söyleme diyordu. Babam kızardı çünkü. 2 sene geçti o evlendiğinde düğününe gittik. Babam köşede murat abinin cebine işvereni olarak evlendiği için bir miktar para koymuştu. Ben görmüştüm sadece. Murat abinin anne babası ölmüştü. Ama orda babamın yaptığı hareketi örnek aldım. Bence çok anlamlı bir hareketti. Babama olan saygım ve sevgim arttı.
çok güzel heyecandı. bence babam içinde güzel heyecandı. patron değildi babam ama, sağolsun yanında ki arkadaşları, babam benim yanımda mahcup olmasın diye işyerinin her yerini gezdirmesine, yedirmesine , içirmesine, vs vs o günlük için rahat rahat izin verirlerdi.
Babanızın yaptığı işe göre çocukluk fotoğraflarınızın olacağı durumdur. Mesela herkesin lunaparkta fotoğrafı varken benim m60 tankının üstünde var.
her gün yapılmış olan eylemdir. tabi baba 20 senedir yok ama ben çocukken babam seyyar köfteci idi. bizim yan sokağın köşesine kurar tezgahı orada satardı. okuldan gelirken de fırına giderken de veya sokağa her çıktığımda oradan geçmem gerekirdi. dolaylı yollardan da olsa bubamın iş yerine hep gitmişim lan.
(bkz: duygulandırdın piç)
ibrahim müteferrika kadar sittin yıl önce:

çocukluğumun fakirlik döneminden varlıklı dönemine geçtiğim ve her cumartesi günü babamla beraber fabrikaya gittiğim bir dönemi olmuştu. babam, güya beni yetiştiriyor, işe bir şekilde aşina olmamı istiyor fakat kamyonlar, tırlar, dolum makinaları, ambalaj makinaları, kantarlar, tanklar, gres mikserleri, forkliftler falan derken, sağdan soldan gelen muhtelif telaş ve sesler benim için işi öğrenmek değil, oyun alanı haline dönüşüyordu. patron çocuğu olmanın şımarıklığından ziyade, nerede bir ağır vasıta şoförü var paçalarına yapışıyor ve beni oturgaçlı götürgece bindirmesi için dileniyordum. pek tabii bu yalvarışım göz ardı edilmiyor ve pandizot kokusunu içime çeke çeke araçtaki yerimi alıyordum. haşmetmeableri o hallerimi görünce başta celalleniyor gibi yapsa da bir noktadan sonra sırıtıyor ve beni sağına alıp, organize sanayinin içinde gezdiriyordu zira kendisi de eski ağır vasıta şoförüydü.
detayına girmeyi lüzumsuz gördüğüm; yani, babamın bana katmak istediği vizyon ve misyon meselesi bir noktadan sonra yalan oluyor, vasıtadan gelen "çısss tak, çıss takk" şeklindeki hava seslerine beraber gülerken buluyorduk birbirimizi.

sonra, kendi başıma kalıyor ve pek muhterem fabrika personeliyle yani abilerimle yarım aklımla hasbihal ediyordum. kim ne yapıyorsa yanına seğirtiyor, onların canını sıkana kadar sorular soruyordum. "bu ne? bu yağın rengi neden farklı? bu makine neden bu kadar uzun? bu palet neden küçük?" gibi sorular işte...
bazen de laboratuvara gidiyor, çocukluk aşkım olan nihal ablanın eteklerine sarılıyor ve önündeki erlenin ya da beherin içinde ne olup bittiğini soruyordum. o da hoşlandığımın farkında olsa gerek, göğsüne yaslaya yaslaya şu şöyle, bu böyle diye, anlata duruyordu. pipime vaziyet aldıracak hormonlarım tam manasıyla devrede olmadığı için, ikizlere takkenin bendeki tesiri sıcak, güzel kokulu ve huzurlu bir alan olmaktan öteye gitmiyordu.

bu ve bunun gibi serüvenlerim yemekhanede de devam ediyordu. uluslararası sularda gezinen gemilerde aşçılık yapmış ve ne hikmetse bizim işletmeye kadar düşmüş süleyman abinin yanına gidiyor, dev kazanlarda bir o yana bir bu yana karıştırdığı çorbanın girdiği hallere kikirdiyordum. çünkü süleyman abi çorbada girdap oluşturuyor ve sonra o girdabı ters bir hamleyle bozuyordu. bu da nedense çok hoşuma gidiyordu. süleyman abi de bu hallerimi pek seviyor olsa gerek, ağzı kulaklarına varıyordu.

sonra mı?
büyüdük işte.
büyümez olaydık...
Hiç gitmedim babam emekliydi.
liseli...