bugün

çocukluğun belki de büyümek için atılmış en büyük adımıdır.

altı yaşındaydım. babam her zamanki yakışıklılığı ve karizmasıyla sabah yatağından kalkmış ve banyoya girmişti. her sabah o kapı açıldığında ben de gözlerimi açıyordum. babamın o halini seyretmeyi o kadar çok seviyordum ki kapı ile gözlerimin aynı anda açılması asla tesadüf değildi. gözlerimi ovuşturarak aralık duran kapının pervazına dayıyordum küçücük bedenimi. babamı seyrediyordum. kırarmış dalgalı saçlarını tarıyordu. dolaptan çıkardığı tıraş sabunu, fırçası, demirden tıraş bıçağı ve küçük kasesi, omuzuna attığı beyaz renkli havlusuyla sanki bir tiyatro oyununa hazırlanıyordu. o yüzünü köpürttükçe ben ellerimi ağzıma götürüyordum, kıs kıs gülüşümü duyup da konsantrasyonu bozulmasın diye. küçücük gözlerim kapı aralığından gitgide artan bir hayranlıkla izliyordu yaşananları.

ve demir bıçak favorilerinden aşağıya doğru bir kayakçı karizmasıyla iniyor inerken de soba üstünde çatlayan kestane gibi çıtır çıtır sesler çıkarıyordu. ki ben buna çok gülüyordum. elim ağzımda, yüreğim pırpır ediyordu. gizli yapılan şeylerin çekiciliğini ve heyecanını yaşıyordum daha gizli saklı nedir bilmeden. hele ki kafasını yukarı doğru kaldırıp bıçağı çenesinden adem elmasına doğru indirdiğinde heyecanım katlanıyordu. yüzünü yıkıyor kuruluyor, kolonya ve kremle cildini cilalayıp kapıya yöneliyordu. o kapıya yönelince ben kaçmak için arkamı dönüp hep anneme çarpıyordum. yüzünde kocaman bir gülümsemeyle kucağına alıyordu beni, öpüyordu. bense utanıyordum çocukça. babam gelip saçımı okşuyor annem de babamın tüm emeklerine karşılık yumuşacık yüzüne okkalı bir öpücük kondurarak uğurluyordu onu işine.

babam benim rol modelimdi. büyümüş halimdi. ben de onun aynısı olmak istiyordum. ama sabır denen o duygu bana uğramamıştı. babam gidince annemin yatmasını bekliyor sonra dalıyordum banyoya. taburenin üstüne çıkıp sessizce alıyordum malzemeleri. önce iyice köpürtüyor sonra da arka cebimde yarısından fazlası dışarıya sarkmış olan çatalı alıyordum elime. ve şov başlıyordu. çıtır çıtır ses çıkmıyordu ama çatal yüzümde acayip güzel kayıyordu. ben de iş vardı be, yetenekliydim yani. biraz yüzüm kaşınıyordu sabundan ama kimin kaşınmıyordu ki! işlem bitince omzuma attığım ve tüm vücudumu kaplayan havluyu güç bela çekip kuruluyordum yüzümü. e kolonya ve krem olmazsa eksik olurdu. işim bitince kapıya döndüğümde yine annem orada oluyordu. her zamanki sefkatli gülümsemesiyle bana bakıyordu. ben yine utanarak kendimi onun kollarına bırakıyordum. beraber bakkala gidiyorduk sonra.

şimdi her sabah işe gitmeden önce tıraş olurken gözüm aralık duran kapıya takılıyor. utanç içerisinde heyecanla gülümseyen bir çocuk görüyorum. kendisinin büyümüş halini seyrediyor ellerini ağzına götürmüş bir şekilde. ben dönünce kayboluyor.

annenin kucağında rahatına bak küçük çocuk. ve acele etme büyümek için. zira tıraş bıçaklarından ziyade hayat acıtıyor insanın yüzünü...
bir an merhaba ben pembe tolga entryisi sanılarak korkutmu$ olan hikaye. okumadım hikaye de olmayabilir. bilmiyorum.