bugün

uktedir...

ingilizcesi mind control olan, insanın mental olarak karşınızdakini etkileyerek, karşısındakine istediğini yaptırabilmesi veya düşünmesini sağlamasıdır. buna ek olarak çeşitli metal * * aletleri de fiziksel kuvvet uygulamadan şekillerini değiştirebilmeye de denir.
Dean R. Koontz'un yazdığı ve dilimize Nesrin işler Gegeoğlu'nun çevirdiği askerdeyken okuma fırsatı bulduğum, yanlış hafıza isimli kitaptaanlatılan sadist bir pisikoloğun telkin ve ilaç sayesinde ele gecirdiği sınırsız güc. her ne kadar yapılıbilitesini bilmesemde ilerde olacağına kesin gözüyle baktığım olay.
(bkz: telegram) (bkz: betatron)

iddia makamından:
telegram: bir extremiste "bush dünyanın en barışçıl kişisidir" dedirtir.
betatron: küçük bir chiple matadora doğru koşan bir boğayı durdurur.
kelime oyunu yapma anında beyinin yaşadığı ana denilen addır. *
(bkz: Erken boşalma) probleminin devası.
nörokimyasallar, nöromagnetik dalgalar, sonar dalgalar, radyo dalgaları kullanılarak mümkün olan hadisedir.
insanların bu konuyu algılamakta güçlük çekmesi, anlayamaması ve devamında göz ardı etmesi, varlığının en önemli göstergesidir. yapılan uygulamaların açık varlığı söz konusu olduğu halde konu üzerinde düsünememek bu uykunun ve oyunun içine nasıl düsürüldüğümüzü göstermektedir.günümüzde baş yapıtı olan medya, insanları bilgi bombardımanıyla boğmakta, doğru ve yanlış bilginin ayrımını bile yapamayacak nesiller yetişmesine neden olmaktadır. diğer bir ayağı olan eğitim sistemi,gençlerin berrak düşünebilme özelliğini daha ilkokul sıralarında ellerinden almaktadır.yetiştirilen bireyler gördükleri eğitimde ancak verilen bilgiyi alıp,beynin sağ lobundaki isimlendirme, tasvir etmek, tanımlamak ve kaydetmek olan kısmına mecbur bırakılarak sebep sonuç(verilen bilgiyi al kaydet,istendiğinde geri ver)ilişkisi içerisinde devam etmesi sağlanır. sağ lobun özellikleri olan sezgisel,uzamsal/uzaysal,tüme varan,cıkarımlar yapan,bölümünü kullanmanızı istemez. çünkü burası hayalcidir, sanat vardır, derin düsünce vardır. buraya yöneldiğinizde ya delisinizdir, ya da serseri, tembel, işe yaramaz olarak nitelendirilen bireyler kategorisine girmiş bulunursunuz. beyaz gömleğinizi giyip, kravatını takıp istenılen saatte, istenilen yerde verilen görevi yapmaya aday değilsizdir. ve yahut, her sabah kendi işiniz dahi olsa, anlam verilemez şekilde kaygılar ve büyüme isteği içinde bir çalışma sistemi oluşturacak kişi olamazsınız. lafın kısası zihnimiz kontrol altındadır ve uyanmak için fazlaca çaba harcamak gerekmektedir.
(bkz: mind control)
(bkz: telegram)
bu aralar metafizikçi mustafa karnas'ın dilinden en çok duyduğum iki kelime.
ülkemizde herhangi bir ilaca bedensel müdahaleye gerek kalmadan'da gerçekleştirilen kontroldür. türkiye'de futbol dediğin anda diğer tüm konular önemini yitirmiştir. ortadoğu'da projeler ilerliyor mu? birileri kafana kafana vuruyor mu? hiç hissetmezsin futbol var. fenerbahçe var galatasaray var arkadaş! sokarım türkiyesine geleceğine bilmem nesine. yalan mı lan?

malsınız lan siz mal! bildiğin koç taş ta satılan mallar kadar malsınız. orada 24 saat durursunuz bir boktan haberiniz olmaz.
hollywood'da birçok defa ele alınmış bir konu. ama tıpkı zina ve şike gibi bir türlü kati şekilde ispatlanamıyor. hakkındaki efsane ve abartılı söylentiler, olgunun kendisinin inandırıcılığını gölgeliyor. zihin kontrolüne dair en eski filmlerden biri de 1977 yapımı bir don siegel filmi olan telefon. başrolünde charles bronson oynuyor.
asla ve asla komplo teorisi değildir.
varlığının milyonlarca kanıtı vardır, ancak sadece ufo fenomenini dahi incelerseniz buna ulaşırsınız.

michael sikkofield rumuzlu arkadaşın yazılarının çoğunu okumadım ama bir yazısındaki tek yorum bu işin özetidir.

1900lerin başında köyünün kahvesinde oturan adama dayı uzaylılar var, böyle ufolar falan desen de siktir git hamuğa koduğum derdi.
bugün ise herkes evet abi ya varlar, kesin yalnız değiliz bu gezegende diyor.

peki 100 yıl içinde dünyaya uzay gemileri mi indi, uzaylılarla içli dışlı mı olduk ? ne oldu da insanlar evet kesin var yha uzaylılar demeye başladı.

işte bu sorunun cevabı, zihin kontrolüdür.
(bkz: Mk ultra)
Monarch programlamanın hedef aldığı sonuçlar bütünüdür. Kitlesel programlama ve insan yönetimide buna dahildir.
sikin kontrolü kadar zor ama yapıldığında insanları gerçekten hayrete düşüren kontroldür.
Elinde bebeklerin kanı bulunan katillerin barış diye insanları kandırdığı ülkede kesinlikle vardır.

Adam resmen katilini savunuyor, farkında değil
25. Kare tekniğiyle yapilir.
Edit: bunu salladim lan aklimdan öyle geciyor.
ilgi çekici bir terimdir. ilk kez bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine izlediğim bir belgeselde* karşıma çıkmıştı. "dünyayı yönetmek için ihtiyacınız olan şey nedir?" sorusunun ardından verdikleri cevap: zihin kontrolü.
(bkz: mind control)
*: the arrivals(gelenler)
öldürülen değerli düşünür aytınç altındal bir röportajda zihin kontrolünü anlatmış.

http://www.dunyavegercekl...ihin-kontrolu-vardir.html

Elektromanyetik Zihin Kontrolü Vardır!

Artichoke, Blue Bird, MK-Ultra, Monark gibi travma temelli zihin kontrol operasyonlarının arkasında kimler var, meselâ bugün Salih Mirzabeyoğlu`na uygulanan "Telegram" işkencesi bu projelerin ferdî bakımdan geldiği nihaî noktayı bizlere gösteriyor ancak saydığımız projeler gibi belgeleriyle birlikte ifşa olmuş hâlde olmadığından, resmî makamlarca kayıtsız kalınıyor.

Siz bir kitabınızda MK-Ultradan bahsetmeniz hasebiyle Amerikada 20 sene boyunca çalışma yapamamıştınız? Bu konuyu biraz açabilir miyiz?

Şöyle başlayalım, 1962 yılında, Sovyetler Birliğinde Müslümanlara yönelik yayınlar yapılması ve Müslümanlara yönelik Komünist örgütlenmeyi temin edebilmek için "Müs-Büro" diye bir büro kurdular. Yani Müslümanın Müsü ve büro... "Müs Büro" kurulur kurulmaz bir sene geçmeden, dokuz ay sonra Amerikalılar da "Minared" diye minare diye bir örgüt kurdu "Müs Büro"ya karşılık... Bu "Minared" Türkiyeye konuşlandırıldı. işte bundan sonra Türkiyede değişik işler olmaya başladı. Sovyetler neden "Müs Büro"yu kurdu; 27 Mayıs ihtilalinden, darbeden sonra Türkiyeye barış gönüllüleri gönderildi. Türkiyede 55 ağa vardı. Bu 55 ağa alındı batı tarafına getirildi. Mesela Kürt olmadığı halde Karakeçili aşiretini aldılar, Bursa civarına getirdiler. Karakeçili Siverekte olan bir aşiret, Siverekin denge aşireti.

Bunu cebren mi yaptılar, yoksa teklif ile mi?

27 Mayısta darbe esnasında asker yaptı. Yani 25 Mayısta 55 Ağa olayı olarak bilinir bu hadise. Şimdi bunların arasında o zamanlar, Barzanîyle, Mustafa Barzanî, Türkiyedeki temsilcisi olan Avukat Faik Bucak vardı. Bucak aşiretinin bir kolunun reisiydi... Bucak Aşiretinin bu tarafı Barzanînin temsilciliğini yaparlardı. Şimdi Faik Bucakı sonrasında oğlu Serhat Bucakla birlikte öldürmeye kalktılar. Faik Bucak öldü, Serhat Bucak arabasının içinde makineliyle tarandı, şoförünün ihanetiyle... Vuranlar Bucak Aşiretinin bugünkü temsilcileri... Bundan sonra Barış Gönüllüleri faaliyetlerini gerçekleştirdiler, kimleri satın aldıkları bilinmiyor... Bunları ben açıkladım, 1015 Barış Gönüllüsü Elazığdan Mardine kadar misyonerlik ve satın alma çalışmaları yaptı.

Doğan Avcıoğlunun "Yön Dergisi"nde bu olaya dikkat çekilmeye başlandı. Bunlar Barış Gönüllüsü değil, misyonerler, Türkiyeyi bölmek için geldiler diye açıklamalar yapıldı Ben Diyarbakırda yaşadım, fiilen biliyorum, o zaman Diyarbakırda Panamalıdan tutun Venezüellalıya kadar bir sürü adam vardı... Amerikalılar orada üsler yapıyorlardı, bütün Diyarbakır casus kaynıyordu. ilk hadiseler böyle başladı. Bunun üzerine "Müs Büro" kuruldu. Bunlar bu üslerden başlayarak Azerbaycan`a, Kafkaslara gidecekler, “bizim için de bölge mühim,” dediler ve bunu önlemek için "Müs Büro"yu kurdular. Ona karşılık, Amerikalılar' da "Minaret"i kurdu.

MK-Ultra ilk proje. Bu projede beyin yıkama diye bir şey var, "brain washing" dedikleri, bunu Vietnamda uyguladılar, Korede uyguladılar... Bu proje o kadar gelişti ki artık beyin yıkama önemsiz kaldı, uzaktan kontrol, "remote kontrol" denilen sisteme geçildi. Bu sistemin ortaya çıkışında da Tavistock var. Tavistock 1914ten bu yana var. 1916 resmî kuruluşu... 1. Dünya Savaşında edindikleri tecrübeler sayesinde çok yaygın tıbbî müdahale olayları başlatıldı, bu şekilde bir çok insanı manipüle ediyorlardı. Yine burada ilk kez LSD kullanılmaya başlandı. Bu kullanılmaya başlandığında şahıs ne hale geliyor. Kokusu yok, tadı yok, çayına üç damla koysalar, dağılıyorsun. Halüsinasyonlar, kendinden çıkıp yükselmeler, acayib acayib haller... Derken LSDnin hapları çıktı.

istanbulda bir Amerikalı ajan yakalandı, bunun ismi Camgöz Garry... 120.000 adet hap getirmiş, bedava dağıtıyor, çoluk çocuğa... Polis bu adamı çatışmada öldürüyor. Şimdi bu hadiseden sonra mesele daha bir açıklığa kavuştu. Belli bir çevrede mesele dile getirilmeye, konuşulmaya başlandı. Şimdi, burada, adam polise silahlı mukavemetten öldürüldü. Problem nerdeydi? Problem şuydu: “Uluslararası uyuşturucu nedir?” Tanımı yok! Şimdi, tüketilen yiyecek bitkilerden de uyuşturucu elde edilebiliyor, evde beslenen çiçeklerden de…Peki ama uyuşturucu madde ne? Ben bunun kitabını yazdım 1972 senesinde, "Uyuşturucu Maddeler Sorunu" diye. işte yazdığım o kitabda MK-Ultradan bahsettim ve Amerika`ya giremedim.

Dünyada mı ilk kez yoksa Türkiye`de mi ilk kez bu projeden bahsetmiş oldunuz?

Tam emin değilim ama dünyada ilk olabilir... Şimdi biz bu kitabı çıkartmaya karar verdik, bir akademik çalışma oldu. Bu kitabda, benim bölümümde MK-Ultradan bahsettim. LSD haplarını araç olarak kullandıklarından bahsettim. Kitabı Türkiyede işçi Partisi yayımlamak istedi, ama bu değil, Behice Boranın işçi Partisi. Behice Boranın bu kitabı yayımlayacağı duyulunca Amerikalılar gelip, benim yazımın kitabdan çıkarılmasını istediler. Partililer iyice uyuz oldu ve benim yazıyı bu sefer kitabın ilk yazısı yaparak yayınladılar. Ben daha sonra "Haşhaş ve Emperyalizm" diye bu konuyu yeniden genişleterek kaleme aldım. MK-Ultra ilk projeydi, işin başı buydu, bizzat CIAin yönettiği, ilmî alt yapısını Tavistockun sağladığı projeydi.

O tarihte LSD hapları vesaire kullanılıyor, bugün bu teknik ne vaziyette?

Şimdi bugüne bakacak olursak subliminal mesajlar falan...

Subliminal mesajlar umumî manada, peki daha net soralım, ferdî bakımdan nerede?

Bakın şöyle bir şey söyleyeyim, Türkiyeye öyle grublar geldi ki inanamazsınız. 1969 senesiydi sanırım, Adanada, dünyada çok az bilinen, adı sanı duyulmamış bir rahibe örgütünün elemanlarına rastladım, dört tane. Adanaya nerden geldiniz, Adana nerden aklınıza geldi, Amerika neresi, Adana neresi, 1960lı yıllar… Adana`nın köylerinde dolaşan dört kadın rahibe, böyle beyaz harmanîler içinde. Şimdi bunlar rahibe mi, başka mesleği mi var, fahişe mi, git oraya kal seni affedeceğiz mi dediler bilmiyorum. Bu dört kadın dolaşırlar, tanrı, jesus falan diye...

Kısaca soracak olursak; elektromanyetik dalgalar vasıtasıyla insanların beynine müdahale edilir mi?

Edilir...

Elektromanyetik dalgalarla karşılıklı diyalog kurulabilir mi?

Kurulabilir...

Kalb ritmi, solunumu, kasları ve hormonal dengesi denetlenebilir ve manipüle edilebilir değil mi?

Mesela bakınız, "Devlet Denetleme Kurumu" Turgut Özal meselesi için beni davet etti. Şimdi o zehirlendi konuşuluyor. Yahu mutlaka zehirlenmesi gerekmiyor. Yani bunun yirmi tane yolu var. Ben şimdi iki defa by-pass olmuşum, kalbim arazlı, oradan bana frekansı bir verseler ben gittim... Önemli bir hata yapılıyor, kalb krizinden öldü diye, dikkat ediniz, kalb krizinden ölmek başka bir şey, anî kalb durmasından ölmek başka bir şey... Turgut Özal`ınki anî kalb durması.

Tabiî bir kriz değil yani?

Kriz değil, aniden bir müdahaleyle, mesela kuvvetli birisi, benden iri yarı birisi gelse kalbimin üzerine şöyle bir yumruk atsa, anî kalb durmasından ölebilirim ben...

Salih Mirzabeyoğluda "Ölüm Odası B-Yedi" adlı eserinde, Turgut Özalın bu yöntemle öldürülmüş olabileceğinden söz etmişlerdi. Hatta bizzat ben bu olayın soruşturmasını yapan savcıya da teferruatlı bir dosya ilettim...

Turgut Özal olayında ortam hazırlandı, bu adam çok yemek yiyor, çok şişman, ölecek, bu adam gidici, her dakika Hürriyet Gazetesi bu şekilde yayın yaptı. Özal suikastının arkasında Almanya var. Sovyetleri olağan şüpheli haline getirdiler, Turgut Özalın Gorbaçov ile arası iyiydi... Anlayacağınız, Turgut Özal`ın ölümünün kalb krizi değil de anî kalb durması sebebiyle gerçekleşmiş olması son derece dikkat çekici...

istihbarat örgütlerinin metafizik çalışmalarına dönelim isterseniz. Telepati, telekinezi, duru-görüş gibi teknikleri kullanıyorlar. Ülkemizde böyle bir çalışma var mı?

Bir defa genelde karıştırılan bir hususu açıklığa kavuşturarak başlayalım. istihbaratçı, ajan, casus ve muhbir, bunlar birbirlerinden farklı şeyler. istihbaratçı masa başında çalışan, fiilen sahada olan adam değildir. O sahada olansa ajan ve casus. Ajan teknik adam değil, casusta teknik bilgi de var. Ne arıyor, ne alınacak, ne anlama geliyor, casus bunları biliyor. Yalnız gelen verilerin yorumunu yapacak olan istihbaratçıdır. Buna aksiyomatik deniyor... Ben bir istihbaratçıyım diyelim, ben burada oturuyorum, benim kullandığım adamlar var, bir kısmı ajan bir kısmı casus. Ajan dediğim adamlar James Bond filminde gördüğünüz karaktere benziyor. Filmin gerçekçi tarafları var ama tabiî o kadar da değil. işini bilek gücüyle götürebilen adam... Sıralamanın en altında da muhbir var. Muhbir bir haber yolluyor, falan teknoloji filan binadaymış diye bilgiyi istihbaratçıya yolluyor. istihbaratçı bunun hangi yoldan elde edilebileceğini değerlendiriyor ve karar veriyor, buna casus mu yoksa ajan mı göndereceğine... istihbaratçının hazırlayacağı operasyonun neye dayalı olduğu önemli.

istihdam prosedüründen de bahsedecek olursak evvela başvuran personelin kan grubuna bakılıyor. Kan grubu zeka hakkında ipuçları muhteva eder... Bundan sonra değerlendiremeye değecek olanlara daha uzunca bir prosedür uygulanıyor.

Kanda önce altın ararlar, kandaki altın oranı yüksekse IQ son derece yüksek demektir. Dolayısıyla bu şahsı da dikkate alırlar. ikinci basamakta bedenin orantılarına bakılır. Gözlerin kulaklara, ağzın burna orantılarına bakarlar. Bu orantılar zekayı ele verir. Beden kimyasına bakarlar, kriterlere uyuyorsa "tehlikeli adam" sınıfına girer.

Şimdi devam edecek olursak, müşahhas bir örnekten yola çıkalım, mesela Çekoslovakya`da istihbarat adına yapılan metafizik çalışmalara değinelim. Siz bu konuda da epey çalışma yaptınız...

Çekoslavakyada Sovyetlerin merkezi vardı. 1965 yılında Komünist Partisininin toplantısı olan Kominternde herkes neyin konuşulduğunu merak ederken, işte bu konular konuşulurdu. Uzaktan kontrol, MK-Ultra burada konuşuluyordu. Ben Sovyetlerde bulunduğum dönemde o kadar çok olaya denk geldim ki bunlarla alakalı olarak. Birisinden bahsedeyim. Djuna diye bir kadın doktor vardı, tıb doktoruydu ve KGBnin koruması altındaydı. Bu kadın Masturi, Hristiyanların büyü, sihir vesaire ile uğraşma yetkisi olan tek tarikatına bağlıydı. Bunun hala Rusyadan çıkması yasak. Öyle gelişmiş bir teknik kullanıyor ki, ailesinden de gelen bir durum var... Benim de bulunduğum, 17 Batılı doktor önünde gerçekleşen bir deneyden bahsedeyim. Hatta Rus gazetelerinde de çıktı. Tavşanı getirip kesiyorlar, kalbini falan bağlıyorlar, kan düşüyor tavşan ölüyor. Kadın geliyor tavşana hiç dokunmadan bir şeyler yapıyor, bakıyorsunuz kan yükselmeye başlıyor, inanılır gibi değil. Yani bütün bunları ben gördüm yaşadım... Yine mesela avucunun içini gösteriyor, bak diyor, bakıyorsun kendi çocukluğun, bahçede koşuyorsun, gösteriyor sana... Çekoslovakyada merkezi de Prag`daydı..

"Bilinmeyen Hitler" adlı eserinizde bahsettiğiniz Rudolf von Sebottendorf ve onun esrarengiz Thule örgütünden bahsediyorsunuz. Türkiye Cumhuriyetini kuran elitle ve bunların kurucu felsefesiyle Sebottendorf`un zihniyetinin nasıl bir alakası vardır vardır?

Şimdi bakın kitabın birinci baskısında Sebottendorfun gizli çekilmiş bir fotoğrafı var. Baron Rudolf von Sebottendorf... Baron falan değil, elektrikçi çırağı esasında. Türkiyeye 1911 yılında vatandaşlığa kabul edilmiş, 1914de de Türkiye de yaşayan gerçek Baron olan Von Sebottendorf der Rosen diye bir şövalye ailesi var istanbulda yaşayan. Bu adam da bila-veled bir adam, bunu evlatlık olarak alıyor. Türkiyede bu adaptasyon yapılıyor ama Almanya bunu kabul etmiyor. Almanyaya gidip dava açıyor ve Baron ünvanını alarak mirasa sahib oluyor. Bunları geçelim, benim kitabın birinci baskısında bir fotoğraf var, Baron von Sebottendorf ve iki Türk yan yana. Kitabda bunların birinin kim olduğu belli de diğerinin kim olduğu biliniyor diye not ettim mahsustan. Çünkü o Enver Paşanın kardeşi Nuri Paşaydı. 20. Baskıdan sonra bunu yazdık. Elitle olan bağlantısı tabiî ki vardı, özellikle Osmanlı paşası olan Haydar Paşa ile... Almanyada Hitlere muhalif olduğu için 1933 senesinde bunu yakalıyorlar. Diyor ki ben Alman değilim ki, Türküm, Haydar Paşa`nın da damadıyım diyerek sıyrılıyor. Aslında böyle bir durum da söz konusu değil...

Şimdi, Thule burada kuruluyor, hemen şurada Teşvikiyede. 1933 senesinde bunu Hitler ölüme mahkûm edince Türkiyeye kaçıyor, 1933ten 1945e kadar da Türkiyede yaşadığı söyleniyor. Benim bulduğum MiT kayıtlarında, daha doğrusu MAH kayıtlarında bunun Eskişehirde yaşadığını, korunduğunu tesbit ettim yayınladım. Bu adam antisemitist, anti komünist bir adam, fanatik derecede. Bir çok dil biliyor, iyi yetişmiş, kadın düşkünü bir adam. Kafkasyada Rusyaya karşı cebhe açılması için mücadele veriyor. Aynı zaman da üç taraflı ajan, Almanlar, Türkiye ve ingiltere hesabına çalışıyor. Sebottendorf`la alakalı başka bir söylenmesi gereken şey var, millet bu kitabı aldı bir sürü acayibler de peydah oldu. Dediler ki Şefik Üstün aslında Sebottendorf. Yahu olur mu böyle bir şey, bu tamamen dezenformasyondu.

Sebottendorf`un Türk siyasetine etkisi nedir?

Türk siyasetine etkisi zihniyet olarak, antikomünizm bir, bir de çok karıştığı olaylar var, kitabda anlattık onları. Kadın Alman ajanı kadını ikna ediyor Enigma şifrelerini ingilizlere teslim ediyor ve savaş bu şekilde kazanıyor mesela. Daha birçok şey...

"Gül ve Haç Kardeşliği" eserinizde Gnostik-Masonik Avrupa Birliğini tarif ediyorsunuz. Bugün bahsediyoruz, Tavistocklar, Rockefellerlar, Rotchilds`ler vesaire, bunların hepsinin "American Monarch" başlığı altında çalışan kişi ve kurumlar olduğunu söyleyebilir miyiz? Bahsettiğimiz kişi ve kurumlar ortadaki adamlar, bunların arkasında başka bir yapı var mı?

Onların arkası bunların önü diye bir şey kalmadı aslında. iletişimin bu denli hızlı gerçekleştiği bir devirde hiçbir şeyin önü arkası kalmadı. Bakınız Komünizm neden çöktü tek mermi atmadan? Ama Çavuşeskuyu kurşuna dizdiler. Moskovada komünist partisi yasaklandı. Çünkü gündelik teknolojide Sovyetler o kadar gerideydi ki inanamazsınız. Dükkana girerdiniz, hesablar abaküsle yapılırdı. Demek istediğim herif getirdi senin cebine telefon koydu, o iş orada bitti. Teknolojiyle bitti yani. Dolayısıyla Rockefeller olsun, şu olsun, bu olsun; eskiden parayı bastırarak yaptıkları işleri bugün enformasyonu manipülasyon vasıtası olarak kullanarak yapıyorlar.

Peki, bir büyük oyundan bahsedecek olursak, bu oyunu kim kuruyor?

Büyük oyun değil, üst tasarım diyelim. Türkiye`deki üst tasarımdan örnek verelim mesela. Adam ayrıntıyla uğraşmıyor, ayrıntıyla adamı uğraşıyor. Üst tasarım yapıyorlar, diyorlar ki biz şöyle bir şey istiyoruz beş yıl içinde. Bu kadar... Tasarımı yapan dünyada 300 aile var. Bu işin pratiğindeyse Tavistock gibi kurumlar var. Adamların kendilerine göre bir idealleri var. Yeni bir insan tipi meydana getirmek istiyorlar.

Bu yeni insan tipinin dini ne olacak?

Din falan yok, bir dakika burada bir hususu aydınlatmak lazım. inançlı olmak başka şey, imanlı olmak başka şey. iman sonradan olur. inanç ise önce kuşkuyla başlar, öyle mi böyle mi, şöyle mi böyle mi dediğin andan itibaren inançlısındır. iman sonradan gelir. Bu adamlar inançlı ancak imansız insanlar istiyorlar.

inandığıyla amel etmesinde neye inanırsa inansın yani..

Şimdi bu adamların iki tane kavramı var; teizm karşısında deizm. Bizim ki biliyorsun monoteizm, bu adamlarsa monolatrist. Bu yeni kitabımda bunları teferruatlı olarak ele aldım. Şimdi 300 aile dedik, bunlara aile derken böyle karı-kocadan bahsetmiyoruz tabiî.. Bunların familya kavramı ekol anlamında kullanılıyor. Yani burada 300 akım var ve bunların en üstlerinin kendilerine verdikleri isim Cabiri, kebir büyük yani...

Şunu merak ediyoruz, bugün masonluk bahsini gündemden düşürmek adına sulandırdılar ve ortalıkta herkesin dahil olabileceği şekildeki posasını bıraktılar. Bunları bugün nasıl tarif etmek lazım?

Dünyada masonluk hala çok güçlü, Türkiyede masonluk bu şekilde değil. Türklere Masonların 17. Sıradan sonrası yasak. Bizdekiler bir zamanlar etkililerdi, şimdi esameleri okunmuyor. Bugün Türkiyede onların çıkarına hizmet edenlerin büyük çoğunluğu gönüllü yapıyor bu işi...

Okült ilimlerle gerçekleştirilen zihin kontrol çalışmalarına dönecek olursak...

Şimdi mesela "mind sending" diye bir şey var, rüya göndermek... Bir de şahsın kendisini yukarıdan kuşbakışı görerek kendisine yansıyanları aktarması durumu var.

Bu şamanların durumları gibi mi?

Şamanlarda da var, şamanların şöyle bir olayı var; dünyanın etrafında radyo dalgaları var, o radyo dalgalarıyla en yakın teması kurabilenler şamanlar. Üzerlerinde dünyevî bir şey yok, ellerinde bir deri var, kan grubu vesairesi müsait, o deriye vuruyor ve öyle bir ritim yakalıyor ki o radyo dalgalarıyla bağlantıyı kurunca pek çok şeye vakıf oluyor. Bunu en iyi Kafkaslar yapıyorlar, yapamayanlarsa Afrikalılar. Afrika yorgun bir ırk, artık elemine olmak üzere bir ırk. En cevval olansa Kafkaslar.

Son olarak ebced ve cifr ilimleri bugün bizim ülkemizdeki alimlerce(!) reddedilse de, "Bir Türk Casusun Mektubları" adlı eserinde sizin de belirttiğiniz gibi Isaac Newton`dan başlayarak numeroloji ve onlardaki karşılığı kabbala ile meşgul olarak bir çok hususa vakıf olmuşlardır.

Şimdi ben bakın 1970li yıllarda özel olarak bir yayın evi kurdum, Havass... Havas ne demek, havasın 24 tane anlamı var, ama halifeler En-Hasül Havastan olmak zorunda. Ebced olsun, cifr vesaire bunların hepsi idris Peygamberle Mısırda başlamıştır. Bunlar gizli havas ilimleri... Bir de gizli ilimler var, Avrupadaki karşılığı da okült, nerede, yer altında. Gizliliğin muhafazasını kilise, okült ilimlere vakıf olanı yakmakla tehdit ederek muhafaza ediyor. Adam gizlediğinden değil, yakılacağı için gizli. Bizde öyle değil, sırlar ilmi... Bir taraf sırlarla meşgul, diğeri gizlemekle meşgul. Mesela Gül Ve Haçın kurucusu var, Paraselsus… 1500lü yıllar, sekiz sene Türkiyede kalıyor bu adam ve Türkiye`deki çok enteresan resimlerini gördüm ben. Notlarını da buldum, diyor ki; "bu Türklerin elinde çok acayib bilgiler var, nereden öğrenmişlerse cam tüb içinde parmak çocuk yetiştiriyorlar" diyor. Tüb bebek dediğimiz hadise, 16. Yüzyılın başı. Bu ebcedin, okültizmin vesaire hepsinin öncesinde Gematria ve Temura var...

Zamanınızı ayırdığınız için çok teşekkür ederiz Aytunç Bey.
bizim müslüman tayfada epey nemalanan konu. ama sorsak allah dilememişse olabilir mi? hık mık. bu ve bunun gibi sorularla tüm savundukları tasavvuf kader mader çöker gider havizenallah.

evvela sen beynini kiradan kurtar, rabbine hakkıyla teslim ol. aracı koyma arana.

cihaza kimyasala gerek yok ki. sen zaten en baştan beynini şeyhine şüyhüne hocana gavsına kiralayarak zihninin kontrolünü verdin.

müslüman olmayanlara gelince,onlar ideolojilere kiraladıkları için beyinlerini devam etsinler.

kısacası çok güldüğüm hadise.
günümüzde kitleler bu sayede kontrol edilmektedir.

40 yıllık kanlı terör örgütünün bir anda barış böceği olması zihin kontrolünün en önemli kanıtıdır.

genel anlamıyla kişiler üzerinde zihin kontrolü:

https://www.facebook.com/photo.php?v=227704024070386

ayrıca (bkz: mk ultra)
cinsellikle programlanan genç nesil nasıl ele geçiriliyor izleyin.

https://www.facebook.com/photo.php?v=696718830375857

https://www.facebook.com/photo.php?v=696718863709187
Zihin kontrolünü saglayabilecek toplum bizde mevcut degil su an. Zihnimiz nasil kontrol ettirilir onun uzerine calisiyoruz biz.
Bence saçma. Neye göre saçma diyorsun derseniz temel olarak mümkün değil. Bir yerde dinlemiştim. Adam şöyle diyor. Bu eğitimi alınan birşey yanı ôğretiyorlar. Peki bunu öğreten adam nasıl öğrendi? Kendi kendimize öğrenemiyeceğimiz birşeyse değil mi.
güncel Önemli Başlıklar