bugün

yılmaz erdoğan'ın gelecekteki olası torununa yazdığı mektup.

Sevgili torunum Yılmaz,

(Bizim yaşadığımız dönemde çocuklara dedelerinin adını koymak gibi adet vardı. Bu alışkanlık hala sürüyorsa, bu isimde bir torunum olabilir, ama ben bu geleneğin bitmiş olmasını umarım, zira sırf dedesinin adı Şuayip diye hayatı kayan yavrucaklar var.)

Sana bu mektubu iki bin yılından yazıyorum. Gazeteden istediler. Sen şimdi gazete nedir, diye sorarsın! Biz bu yıllarda haberi kağıtlara yazıp dağıtıyoruz. Kabul ediyorum, çok zor ve çok ilkel bir yöntem, ama o kadar da kötü durumda değiliz canım, geçen gün deden büyük bir fiyakayla internette chat yaptı. Henüz geyik muhebbetinde kullanıyoruz bilgisayarı ama olsun. Ayrıca ben senin yaşındayken büyük büyük dedemin bana yazdığı mektup iki ton ağırlığındaydı! Mağaranın duvarına kazımış, getiren arkadaş az kalsın göçük altında kalıyordu. Yani beterin beteri var Yılmaz'cığım. Aslında bu mektubu sana biraz da özür dilemek için yazıyorum. Benden önce yaşamış çok akıllı ve hüzünlü bir Kızılderili'nin söylediği "bu dünya bize atalarımızdan kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık" sözünü anlamasına anladık, hatta bir sürü kartpostal da yaptık, çok güzel grafik tasarımlarla yazdık bu akıllı adamın lafını, ama yine de herşeyi berbat ettik. Enerji lazımdı ve tepemizde güneş bazen on saat cayır cayır dönerdi, ama biz kendimizi bir gölgeye atıp nükleer salaklıklarla uğraşırdık. Yani şu anda okul arkadaşlarının bazılarının üç tane kulağı varsa bunda hepimizin suçu var. Ama sen benim torunum olduğuna gore mutlaka yapmiyorsundur ama sakin o cocuga "kulağını aç da beni iyi dinle" türünden kulak memesi kıvamında şakalar yapma.

(Mektubun bu acıklı bölümünün aynısı büyük büyük dedemin bana yazdığı mektupta da vardı maalesef. Umarım senin yazacağın mektup da böyle bir bölüm olmaz.) Evet iklimi de değiştirdik. Kitaplarda ya da bilgi kaynağı olarak ne kullanıyorsanız işte onda yazanlar doğrudur. Bir ara dört mevsim vardı. Mesela bunlardan bir tanesinin adı bahardı ki; inanamazsın bütün insanlarda hatta hayvanlarda bile aşık olma ihtiyacı uyandırırdı. Tabii bu durum kimi kazalara da yol açmıyor değildi, ama yine de ömrün en güzel mevsimiydi.

Sonra yaz... O muhteşem kamaşma... Ama hala anlamıyorum aynı yerde hem işeyip hem nasıl yüzdüğümüzü. Sevgili Yılmaz, iki bin yılına gelene kadar çok aptalca şeylerle mucizevi işleri birarada yapmış insanoğullarından sadece birisi olarak ve büyük deden olma sıfatıyla sana söylemek istediğim şudur:

Ben bilimkurgu sevmem. Bizde geleceği düşlerken abartma adeti vardır. inanmazsın benim çocukluğumda "Uzay 1999" diye bir televizyon dizisi vardı ve orada anlatılanlar gerçek olsaydı benim geçen sene Jupiter'deki yazlığıma taşınmam gerekiyordu. Ama şu anda en büyük numaramız yukarıya binlerce uydu göndermiş olmamızdır. Antenin hallicesi işte... Ben; yüz yıl sonra ışınlanmayı bile becerse insan, "insan" kalacaktır diye düşünürüm. (Işınlanma bizim bilimkurgucuların bulduğu bir laf, alay edeceksin onlanla, et")

Sevgili Yılmaz, uçan arabalara bile binsen, onur her insana lazımdır. Onurunu ve aşık olma yeteneğini asla kaybetme. Büyük deden bunlara dikkat ederdi. Gözlerinden öperim. Haa bu arada 2071 yılında sanıyorum büyük bir tantanayla Türkler'in Anadolu'ya girişinin bininci yılı kutlanmıştır. Merak ettim Malazgirt'in yolu da yapıldı mı?

Deden Yılmaz Erdoğan