bugün

maalesef açık seçik apaçık ve dosdoğru bir gerçektir.

sanki eziyet görmek için hayata gelmiş gibiyiz.

yatmak için, yemek yemek için, su içmek için, tuvalete gitmek için, doğmak için, büyüyebilmek için, eğitim görmek için, hatta ölmek için,kısaca hayatta kalmak için çalışmak çalışmak ve çalışmak gerek... para kazanmak yatacak yer almak, yemek almak, su almak, tuvalete para vermek, doğmak için hastahaneye gitmek, okula gitmek, ölmek için bile mezar satın almak gerek.

işkence görmeye mi geldik biz bu dünyaya?

hayvan gibi çalışmaya, yaşadığımızı unutmaya mı geldik?

bize verilen ödülün bedelini ödüyoruz tüm ömrümüzce ta ki süremiz dolana kadar.

bu mu yaşamak?
bu kadar pahalıya mal olan iyiliğin canı cehenneme.
Dostoyevski
bir çoğumuz çalışmaktan, koşuşturmacadan şikayet ediyoruz, kendimize zaman ayıramıyoruz diye peki kendimize zaman ayırdığımızda çok mu değerli işler yapıyoruz? çok mu büyük hobilere sahibiz? hayır. hep peşinde koştuğumuz şeylere kavuşunca mutluluğumuz daim mi oluyor? hayır. kendi adıma söylüyorum, öğrenciyken hep hayalini kurduğum yerdeyim, hem de umduğumdan daha iyi bi maaşla, ve umduğumdan bi 4-5 yıl önce, bundan 1 yıl önce bu noktaya geleceğimi söyleseler herhalde dünyanın en mutlu insanı olurdum, ama sadece yeni şartlar oluştu ve artık o şartlara göre yaşıyorum hepsi bu...kanımca hayat hiç bir yere ulaşınca güllük gülistanlık olmaz, ama bu koşuşturmaca hayatı anlamlı kılar.. .
dünyayı ve kendimizi aslında olmadığı kadar fazla önemsiyoruz, bu da ortaya "eziyet çekmişlik" hissini çıkarıyor, bu önemsemenin sonucu olarak, yaşamdan bize veremeyeceği kadar çok şey bekliyoruz, evet o beklediğimiz sürekli mutluluğa hiç bir zaman ulaşamayacağız, çünki yaşamın insana böyle bir şey verme iddiası yok. bu insanın kendi yanılgısı.
hep bir belirsizlik var hayatta iyiyken de kotuyken de. isler iyi giderken insan bozulmasindan korkar, kotu giderken de hic iyi olmamasi ihtimalinden. hayat koca bir korkudan ibaret.
güncel Önemli Başlıklar