bugün

hoca nasreddini biliriz. kah kadıdır, kah kavuklu pişekar.
hayatı mizahın labirentlerinde demler.
bir gün, huzuruna iki müşteki getirilir, biri diğerinden şekva.
sorar dertlerini, şikayetlerini.
ufak tefek olanı, temenna çakar; eteğe sarılır.
mevzuya boğulmayalım. hoca dinler; düşünür; "haklısın" der.
öteki gelir, yanaklarından kan damlıyor sanki, maşallah. temenna çakar, sarılır eteğe.
hoca onu da dinler; "haklısın" der.
köşede biçare keloğlan dayanamaz; hoca, hoca; bu nasıl iştir; amanı bilir misin; o haklı, öbürü haklı olur mu? der, dayanamaz.
hoca kavuğunu şöyle bir yoklar, "sende haklısın" der.
mevzuya dar pencereden bakınca her kes kendini haklı görebilir, hatta yanını yöresini inandırabilir.
uzun yıllardır, belki yüzyıllardır; çok farklı ırk, kavim, mezhep mozaiği içinde; kah komşu, kah akraba, sevdalı; kah kırgın, bazen alevlenen husumetler içinde yaşayıp gidiyoruz dünya alem misali.
nedense; artık hükmünü yitirmesi gerektiğine inandığımız insan olma dışındaki, tarihten miras eklenti sıfatlarımız; zaman zaman unutulmuş görünse de, gün geliyor bakıyoruz, yeniden pranga olmuş mahzun insanlığımıza.
özellikle cumhuriyet ve takip eden yıllarda; insanlar bir yandan emeği ve yeteneği itibariyle; öte yandan inancı, ata mirası mezhebi-kavmi sıfatlar itibariyle; hor görülmüş, kıyama uğramış, örselenmiştir.
şimdilerin moda deyimiyle bu "ötekileştirme" olgusu aynı zamanda iktidar olmanın ve muhalefet olmanın zemini de olmuştur.
yakın tarihimizde benzeri facialar yaşanmış, kalabalıklar olarak bu kabil facialara muhatap olmuş, tanıklık etmişiz.
benzeri didişmeler, zahiren bazı eklenti kimliklerin öne çıktığı mücadeleler gibi görünse de; esas olan tanınmak ve insanca yaşama isteği, isteği olduğu kadar "hakkıdır".
son günlerde; çözüm iradesiyle "çözüme" girmiş gibi olan özellikle kürt-türk didişi; bu kez sınır ötesi tertelenin etkisinde; hızla geriye dönüşü yaşar gibidir.
tarih hatırlamaktır derim ya ara sıra; bu ürkütücü geri dönüş ihtimali, bana sadece faili belli-faili meçhul on binlerce bedeni; geleceğe dair güzel tasavvurların belki de geri dönmemek üzere bizleri terk edişini hatırlatıyor.
biz kalabalıkları umutlandıran, geleceğe dair güvenimizi besleyen "çözüm iradesi" ve çözümü yaşamamızın mimarı, sadece ne adalı, kandil; ne de şu an ki hükumettir. bu işin mimarı, artık didişerek yaşamak istemediklerini haykıran Kürt ve Türk kalabalıkları, onların iradesidir.
bu gün yeniden körüklenmek istenen "halklar" arası miras didişten mes'ul olan; gerçek şu ki, Kürt Türk kalabalıkları değil, o kalabalıkların yaralı gönüllerini kaşıyan iç ve dış bir takım siyasi-etnik-ekonomik mihraklardır.
şayet bu didişten geriye yeniden Kürt Türk uyuşmazlığı kalırsa, bunun, geleceğimizi kaybettiğimizden başka bir anlamı olmayacaktır.
insanlar, kalabalıklar talep eden varlıklardır. demokrasi denilen sistem, taleplerin özgürce seslendirilebildiği, zorun değil müzakerenin tek yol olduğu kadim sistemdir.
bir avuç serdengeçtinin herkesin iradesine ipotek koyacağı, koyabildiği değil; milyonların sokaklarda, alanlarda; silahsız kalabalıkların karşı konulamaz iradesinin egemen olduğu, olması gerektiği bir uzlaşı sistemidir "demokrasi".
insan olma, insanca yaşamanın hak olması; başkaca bir kimliğe ihtiyaç göstermeyecek kadar en "doğal" haktır.
herkes, hepimiz bu en "doğal" hakkımız için mücadele etmiyor muyuz?
elemterefişkemgözlereşiş.
HADi