bugün

ben de yaşadım böyle bir garip bir şey.

pandemiden önceydi... şehirler arası taşra seyahatim sırasında arabamla giderken yolun kenarında gördüğüm köy, hiç yabancı gelmemişti. sanki buradaya daha önce gelmiştim. ancak bir gariplik vardı ben bu yoldan ilk kez geçiyordum.. az sonra köy sapağına geldim ve durup araçtan indim. tam karşımda bir tabela vardı ve tabela da " dejavu köyüne hoş geldiniz" yazıyordu.
--spoiler--
traktörü bir anda durdurdu ve sarsıldık.
--spoiler--

birden kendime geldim. meğerse traktör diye bindiğim bir eşekmiş.
çok geçmeden köy kahvesine girdim.
bana ne öyle bir ev ne öyle bir eşek olduğunu malı hangi torbacıdan aldıysam numarasını vermemi istediler.
herkes birden kahvedeki en yaşlı saçı sakalı birbirine karışmış dayıya odaklandı.
dayı kısık sesle aslında biz de yoğuz yeğen dedi.
Güzel hikaye kitabı ne zaman çıkar.
susun da bir köşeye kıvrılıp uyuyayım diye düşünülecek evdir.

(bkz: yağmurlu hava mayışıklığı)
(bkz: karlı kayın ormanı)
görsel
bundan birkaç yıl önceydi. uludağ yolunda arabam bozulmuştu. hava buz gibiydi. alabildiğine bir fırtına vardı. arabanın içerisinde kalsam sabaha kadar kesin donardım. telefon çekmiyordu. derken ağaçların ilerisinde bir kulübe olduğunu fark ettim. o kısa mesafe fırtına yüzünden sanki bir saat sürmüştü.

kapıyı çaldım. orta yaşlı bir adam ve bir kadın açtı. fırtınada dışarıda kaldığımı, yardıma ihtiyacım olduğunu söyledim. beni memnuniyetle eve buyur ettiler. iki tane de tatlı mı tatlı çocukları vardı. bana sıcak bir çorba ardından da çay verip oturma odasındaki kanepeye yatağımı hazırladılar. dünyada böyle insanların hala var olduğunu bilmek bana hüzün vermişti. o sıcacık evde sabaha kadar deliksiz bir uyku çektim.

ancak ev gereğinden fazla sıcak gibiydi. bir kömür sobası vardı ve alabildiğine yanıyordu. evi o kadar ısıtıyordu ki terliyordum ve üzerimdeki battaniyeyi atmak zorunda kaldım.

sabah kuş sesleri ile uyandım, ancak afyonum patladıktan sonra kuş seslerinin çok yakından geldiğini fark ettim. gözlerimi açtım ve o an dehşete kapıldım. ortada ne ev vardı ne de evde yaşayanlar. uzun süre3 önce terk edilmiş bir evin kalıntıları içerisindeydim ve eşyaların hepsi is ve kurum içindeydi. tepemde bir çatı olmadığı halde nasıl o fırtınada zerre ıslanmadım, bir türlü anlayamıyordum.

ürkütücü bir andı ve hemen arabama koştum. tahmin ettiğim gibi çalışmıyordu ve telefon da hala çekmiyordu. tam o anda traktörü ile oradan geçmekte olan bir köylü imdadıma yetişti. arabamı traktörün arkasına bağladık ve çekerek ilçe merkezine doğru yola çıktık. köylü bana dün geceyi dışarıda nasıl geçirdiğimi sordu. ona kulübeden ve aileden bahsettim.

traktörü bir anda durdurdu ve sarsıldık. "sen kafayı mı yedin?" dedi şaşkınlıkla. "neden?" diye sordum. "o aile beş sene önce sobadan çıkan yangında öldü. anne, baba ve iki çocuk. cesetler çıkarılırken ben de oradaydım." dedi.