bugün

Bütün olayları önceden ve değişmeyecek biçimde düzenlediğine inanılan doğaüstü güç, ezelî takdir, yazı, alın yazısı, hayat, kader, mukadderat, takdiriillahî.*
2001 yapımı zeki demirkubuz filmi.
albert camus'nün yabancı'sından esinlenilmiştir.
1- Her şeyi belirleyen, kontrol eden kaçınılın zorunluluk. 2- insan zihninin rasyonel bir zorunluluk ya da amaçlı bir iradi eylem fikri oluşturamaması durumunda, tüm insanların kendisine tabi oldukları, kişisel olmayan ya da kişileştirilebilen fakat kesinlikle tahkik edilemeyen, anlaşılamayan akıldışı güç.

3- Şeylerde ortaya çıkan ve onları oldukları gibi olmaya zorlayan zorunluluk. 4- Kişinin hiçbir şekilde denetlenemeyen güçler tarafından biçimlenen talihi.
insanın kaderi anlamında kullanılan bir kelimedir.
Yaşanmasına müdahale edemediğimiz talihimiz
bir teoman sarkısı

sil severek gozleri
dilsiz ellerinle sarmala beni
korkusuz istegin bagırsın
ölmemiş sevgiler arasına koy beni

aslında yok caresi bilirim
canlar verir soguk nefesim
aslında yok caresi sevginin
kabaran serin teninin

yollara yıllara yazgımı yazdım yanında

hep uzaksa herbiri
kavrayıp bıraktıysan hep beni
görünmem duvarlar inince
yine de sen hep dokun gor beni
bir 3. sayfa hikayesi yazgı. çoğu zaman "cık cık"layarak okuduğumuz, ama bencilce bir içgüdüyle bizimkinden beter hayatları görüp belli belirsiz ferahladığımız bir gazetenin 3. sayfasından gelip geçen bir öykü...içindeyse boşluk var sadece. ola ki sayfayı bir saniyeliğine duraksayarak çevirdiysek hani, neden? diye sorduysak o kısacık anda, "hiç" cevabını çarpıyor suratına yazgı insanın, sadece kocaman bir "hiç"...

--spoiler--
"insan olmanın yükünü benim gibilerin omuzlarında bırakıp gidiyorsunuz" diyor musa. "benim için fark etmez" diyor o, "olur", "sen bilirsin" "bilmem"... insanın bütün ikiyüzlülüğüyle nefes almasına bir anlam yüklemek amacıyla yarattığı vicdan, sevgi gibi kavramları elinin tersiyle itip nedensizliğinin içinden nietzsche'nin "overman" mefhumunu yaratırken düşlediği karakter olarak doğuyor sanki. her bilinmeyene bir yafta yapıştırıp rahatlayarak, kendi tanımlarının ördüğü duvarlar ardına hapsolan ve buna "insaniyet" adını koyan insanoğlunun inandığı değerlerin üzerinden dozerle geçiyor musa, hem de hiç kararsızlık çekmeden, neden? diye sormadan ve hatta insanın zaaflarını yüzüne çarparcasına sormaya ihtiyaç bile duymadan...
düşünme yeteneğine sahip olan tek canlı olduğunu fark eden insan denen varlığın sonsuz bir kibir ve açlıkla hayatta görüp görebildiği ne varsa anlamlandırma, analiz etme ve bir sonuca ulaşma isteğine inat, hayvani güdüleri tarafından yönetilen hayatına yönlendirilen "bu kadar basit mi?" sorusuna hiç tereddütsüz cevap veriyor: evet bu kadar basit...vicdan denen, bir nevi tanrının içimize yerleştirdiği doğal adalet anlayışı olarak adlandırılan kavramın onun için adı sadece "ikiyüzlülük" ve evet o hepimizden daha gerçek...
--spoiler--
değişik, derinden vuran, böyle manyak bir film. bir film izledim hayatım değişti dedirtecek cinsten.

--spoiler--
benim için fark etmez
--spoiler--
"eylemlerin yüzünden yargılanır, onların toplumsal, geleneksel ve ahlaki yankıları yüzünden cezalandırılırsın" temasına sahip, bir zeki demirkubuz başyapıtı.

--spoiler--
hikaye her ne kadar camusnin yabancısından etkilenmiş/uyarlanmış olsa da, demirkubuz hikaye ve özellikle karakter üzerinde çok cüretkar değişiklikler yapmıştır. karakterin hapishane (kitapta olmayan) ziyeret sahnesinde karısından isteği, sinema sahnesindeki tacizleri karakteri bambaşka bir boyuta taşımış, kötü de yapmamıştır.
--spoiler--
başrollerini serdar orçin ve zeynep tokuş'un paylaştığı, yardımcı erkek oyuncu rolünde engin günaydın'ı görebileceğimiz film.
herman melville'in bartleby the scrivener adlı eserinden de esinlenildiğini düşündüğüm şahane bir zeki demirkubuz filmi. serdar orçin tam anlamı ile rolü ile bütünleşmiş ve harika bir performans sergilemiştir. karanlık üzerine öyküler olarak betimlenen serinin ikinci filmidir.
2001 yapım olmasına ragmen, 20 haziran 2007 tarihinde dvdsi nihayet(!) piyasaya sürülen filmdir. birebir yabancı'ya ait olmamakla birlikte, ifade edişi, tarzı hatta pek çok şeyi çok başarılı olan filmdir. serdar orçin inanılmaz derecede meursault'u yansıtabilmeyi başarmış, karakteri nasıl düşündüysem öyle hissettirmiştir filmde de. bence zeki demirkubuz'un en başarılı filmidir, yazgı.
Erkek çocuk için güzel bir isim olarakta kullanılabilir. Lakin dopmamış çocuğa don biçilmemesi kuralı unutulmamalıdır.
bütün teolojik öğretilerde bir durum var, tanrı insana akıl vermiştir ve onu kullanmalısın...

aslında olayın kördüğüme dönüştüğu yerdir de bu.

evet bir seçim yapıp karar veriyorum...

bir yazgının zorunluluğu olarakmı, bir yazgıyı dönüştürebilip kendim yazmak adınamı...

tanrı akıl vermişti...

yazgım vardı...

vardı

yoktu

vardı.
sorgulamakla kabullenmek arasında bir fark olmadığını söyleyen film. belki de musa'nın yaptığıdır doğru olan. belki de doğruyu aramamaktır doğru olan. ?? hayır mümkün değil. doğruyu aramakla görevlendirilmişiz gibi. günahlar varsa vicdan var, pislik varsa su var. eğer olması gerekenler mutlaka olacaksa birşeyleri değiştirmeye çalışmak ne işe yarar? belki de musa olmak gerek. herşeyi .iktiretmek.
bana amerikan filmleri tarzında milyonlarca dolar harcamaya gerek duymadan paha biçilemez fimlerin ortaya çıkabileceğini fazlasıyla hatırlatan bir zeki demirkubuz başyapıtı.
hayatı sormadan sorgulayan, kendisiyle yüzleşmeyi çoktan geride bırakmış, samimi bir ahlaksızlığı samimiyetsiz bir ahlaka tercih eden musa (serdar orçin) ve onun küçük hayatında yer almayı başarmış hayattan ne istediğini bimeyen sinem (zeynep tokuş), musa' nın belki de hayatta tek sevdiği ama neden sevdiğini bilmediği apartman komşusu necati(engin günaydın) ve son olarak hayatın o dayanılmaz 'gerçekle yüzleşme 'çerçevesinde geçen bir film.
albert camus'un 'yabancı' romanından etkienerek seneryolaştırmasına rağmen musa karekterini mükemmel yansıtmayla yeniden inşa etmeyi ve özgünlük kazandırmayı başarmış zeki demirkubuz.
ege bölgesinde yere serilen bir carçaf büyüklüğündeki bezin adı, üzerinde bir çok çeşitli iş yapıldıktan sonra oluşan irili ufaklı çöpleri hızlıca toparlanmasına yardımcı olan bir ev eşyası ve kadınların baş örtüsü olarak da kullandıkları tülbentin ve yemeninin eş anlamını oluşturan kelimedir.
zeki demirkubuz'un efsane filmi. çok zor bir iş başarmış aslında. bugüne kadar bir çok varoluşçu romandan uyarlama sinema denemesi oldu. fakat pek azı başarıya ulaştı. zeki demirkubuz'un çalışması ise efsanevi olmuş. fakat kendine biraz zarar vermiş bu yaşta bu denli muhteşem bir film çekerekten. sonra ne yapıp edip de bu filmi aşabilecek merak konusudur?
karanlık üstüne öyküler, nambır van...zeki'ce...

bu film yabancı'nın bir uyarlaması değil. yabancı kadar içine alıp sürükleyemiyor ve musa, mersault kadar(...)değil. kadar değil yani. her açıdan... ama zaten öyle bir iddiası olduğunu da sanmıyorum duruşunda, bakışında, konuşmasında dahi hiçbir iddia barındırmayan bu hayli harbi adamın. "esinlendim" diyorsa esinlenmiştir. esenlikler olsun diyorum ben de.

"her insan yakınlarının ölümüne biraz sevinir, annesi bile olsa farketmez" dediği anda Musa, bir iğrenti geldi, insandırıcılıktan çıkan bir insanlık geldi gözümün önüne. "hiç gerek yoktu belki de bunların hepsine ha dostum ne dersin" dedim tanrıya içimden, pişman olmadım sonra bunu söylediğime. hiç gerek yoktu belki, hiç.

filme dönersek yeniden oyunculuklar genelde vasatın üzerinde, sadece zeynep'i değiş-tokuş etse isabet olurmuş hiç iyi değil çünkü. bu arada filmin en muazzam detayı ise şuydu fikrimce; benimiçinfarketmezmusa için hayatta tek farkeden şey kahvenin sütlü olmasıydı.o kadar.

-kahven nasıl olsun?
+sütlü...
geri kalan her şey çoktan sikinden ayrılıp kasımpaşanın yolunu tutuyordu.

bir diyalog da musa ile -film adını hatırlayamadım şimdi- zeynep tokuş arasında. kayda değerdi. kaybetmedim.

bayan patronla yiyiş yiyiş sıkıldım, boşanmıyo da şerefsiz: benimle evlenmek ister misin?
bay benim için farketmez: benim için farketmez, sen istiyosan evleniriz.
-beni seviyo musun?
+bilmiyorum
-öyleyse neden evleneceksin?
+bunun bir önemi yok!
-evlilik ciddi bir iştir. bu teklifi başka biri yapsa kabul eder miydin?
+ederdim heralde!
-peki sence ben seni seviyor muyum?
+bunu hiç düşünmedim.
-seninle evlenmek istiyorum!
+ne zaman istersen...
Çok şeker bir kızın ismi.
bi gun diyorum evlenecek... dokunacak başkasına.. sahibi olacak.. aynı yatakta... aah diyorum sonra, gececek bunlar.. sen de uyuyacaksın başkasıyla..

yazgı bu.
insanın değiştiremediği ve kaçınılmaz şekilde yaşayacağına inanılan geleceğidir. kader ve kısmet diğer isimleridir. oysaki yazgımızı belirleyen kendi seçimlerimizin sonuçları değilmidir? sorusuyla uzun ve yoğun tartışmaları başlatması muhtemel konudur.
zeki demirkubuz'un "loser" erkeği başarıyla konu aldığı bir başka filmi.

--spoiler--
"benim için fark etmez". bir insan bu kadar "loser" olabilir mi?

hatun: benimle evlenir misin ?
loser: benim için fark etmez.
hatun: benimle evlenir misin yani (mavi ekran)?
loser: sen istersen evlenirim.

o kadar loser'dır ki bu elemanımız, evine gelir, patronu karısını düdüklemiştir, duşunu almaktadır. ses etmeden çeker gider. patronun verdiği işleri tüm ezikliğiyle yapmaya devam eder. tamam "farketmez"di senin için sevmeden evlendin, ama bir insan karısına da sahip çıkmaz mı, bu kadar mı miden geniş? gerçek hayattan çok kopuk bir tip olmuş bu loser'ımız. tam akıl hastanelik.

filmin sonlarına doğru hapishane müdürünün loser'ımızla konuştuğu ona akıl vermeye çalıştığı, formal formal takıldığı bir uzun sahne vardır ki evlere şenliktir. hiçbir hapishane müdürü çıkacak bir mahkumla -hele bu kadar sayko bir tiple- bu kadar ilgilenmez, ilgilense bile konuşması ilkokul müsamerelerindeki veletlerin kağıttan okuduğu metinler tadında olmaz. nedir bu kardeşim, adam resmen kağıttan okuyor. iyi olduğunu düşündüğüm filmin kesinlikle sınıfta kalan sahnesidir bu.

uç bir loser eleman yaratılmış, allah'a inanmayan (inanmayabilir tabi orasını geçtim), hayata dair hiçbir değeri olmayan, hayattan beklentisi de olmayan "benim için fark etmez" insanı.

"koş loser yetiş ananı..." deseler "benim için fark etmez" diyecek.
--spoiler--
hayata kayıtsız kalan, bu tercihini kendince bir mantıkla yoğuran ve buna mantığa göre yaşayan bir adamın hayatındaki akışa karşı durağanlığını anlatan bir zeki demirkubuz filmi.

filmin yönetmeninin demirkubuz olduğunu bilmeseydim, başlarda "ahh işte bu nuri bilge ceylan filmi" diyebilirdim. bazı öğelerden benzerlik gösteren film, ilerleyen dakikalarda etkili replik ve görüntülerle demirkubuz'a çıkarıyor düşünceleri.

filmin başrolünde musa (serdar orçin) karakteri, hani şu hayatın anlamını çözmüş adamlar gibi davranıyor. her insanın hayali olan (evet hayal, başaranı görmedim) hayatın anlamını çözme işini çok önceleri yapmış gibi. olaylara ve insanlara karşı kayıtsız kalmak, gereksiz saçmalıkların üstünüzde bi etkisinin olmaması, aynı zamanda sizinle bir ilgisinin olmamasını kabul etmektir. tabi toplumun kabullenişleri böyle değil. her birey, bir başkasının olanı eleştirme, alma, onun üstünde hakimlik kurma uğraşında olduğunda kayıtsızlık kabul edilmemekte. ve musa'nın sıkıntısının sebebi de buydu.

musa'nın 3 kişiyi öldürmek suçundan tutuklanmasına karşı savunma yapmaması karşısında avukatı ile arasında geçen diyalog çok ilginçtir. avukat, annesinin ölümüne üzülmemesinin, davanın sonucunu etkileyeceğini söyler. aralarında geçen konuşmadan;

- bütün sanıklar yaptıkları eylemlerden dolayı suçlanırlar. ancak yaptıkları eylemlerin toplumsal ve ahlaki anlamları yüzünden cezalandırılırlar.

+ benim de anlamadığım bu. ben annemin ölümüne üzülmediğim için mi yoksa üç kişiyi öldürmekten mi yargılanacağım?

toplumsal yargılar böyledir işte. size bir şeyi sevmenizi, üzülmenizi, sevinmenizi, nefret etmenizi ya da onu öldürebileceğinizi emreder. evet ölüm emrini toplumun verdiği olur bazı durumlarda. toplumun istediği gibi yaşarken, yine onun istediği duyguları hissetmek zorundasınızdır. uymamak ceza gerektirir. kanunlar ceza amaçlıdır ama avukatın da dediği gibi, toplumsal olarak kabul edilmiş bir suç işlediğinizde masum olduğunuzu arkadanızdaki büyük kitleyle ispatlarsınız. örnek verelim; küçük yaşta bir kızınız var ve onu evlendirdiriyorsunuz. yasa der ki, 18 yaşından küçük çocuklar evlenemez. çünkü çocuk sınıfındadır. işledikleri suçlar yaşa göre cezalandırılır. ama toplumumuzda küçük yaşta evlenmenin bir sakıncası yok. işte bu durumda yasa uygulayıcıları (hakim-savcı) toplumun kabul ettiğini baz alır ve cezai yaptırama gitmez. filmde bunun tersi var işte. bir adam annesinin ölümüne üzülmedi diye cinayet işleme olasılığının yüksek olduğunu değerlendiriliyor. tabi bu da toplumsal bir emir olduğundan, yapılmak zorunda gibi davranılıyor.

musa karakterinin sabit duruşu ve gözlerini kıpırdatmadan bir noktaya olan bakışları, filmi izlerken dikkat çeken detaylardan. karakteri canlandıran oyuncuyu bu konuda tebrik etmek gerek. karakterin kayıtsızlığını, umursamazlığını yüzünde görülmeyen mimiksizlikle (bu da nasıl bi kelimeyse) öyle iyi yansıtıyor ki, böyle bir adam karşınızda olsa ona neler yapacağınızı düşünüyorsunuz.

film boyunca sıkça duyulan ve filmin konusunun tek cümlelik özeti şöyle:

(bkz: benim için fark etmez)
(8/10)
akıllarda bir süre sonra serdar orçin'in müthiş performansı ve engin günaydın'ın ''ağağızı bacınız sikeyim len sizin'' repliğiyle kalmıştır.
teoman ın anlaşılması zor şarkısı.
güncel Önemli Başlıklar