bugün

küçükken, çook küçükken, içime hayvan sevgisi aşılanmamışken, yaptığım hareket. neyse, hikayeye geçeyim:

sokakta saman telinden yaptığımız oyuncaklarla oynarken, "ıııırr" diye inleyen, minicik bir vücuda sahip, siyahtan kahverengiye çalan renkte yavru bir köpek gördüm. yanımda da kafes görünümlü tahtadan bir kutu vardı. hani olur ya, limon, domates falan taşırız onlarla. neyse devam edelim, aklıma bir fikir gelmişti. o köpeğin özgürlüğünü elinden almak. kutuyu elime aldım, köpeğin çevresinden sessizce dolaştım. ani bir hareketle o kutuyu köpeğin üstüne bindirdim, köpek haliyle irkilip kaçmaya çalıştı. kutunun üstüne bastırdım kaçamasın diye. 1-2 dakikalık çırpınması sonucu yola geldi, kuyruğunu kutunun dışına uzatıp yere yattı. yine aklımdan canice bir fikir geçti, o köpeğin kuyruğuna tüm ağırlığımla basmak. bir-iki saniyelik düşünme evresini atlattıktan sonra bastım köpeğin kuyruğuna, acı bir çığlık patlattı, "auuuuu" diye. kuyruğunu çekmeye çalışıyordu ama benim ayağım bunu engelliyordu. en sonunda, insaflı ben, bu kadarı yeter diyip köpeği saldım. hayvan işte, gelip özür niyetine ayağımı yalamadı, kuyruğu sallamadı. direkt koşarak gitti.
lepistes balığının lavabo deliğinden gidişini izlemek gibi bir şey olsa gerek. hayır yapmıştım oradan biliyorum.
bunu yapana diyeceğim söz şudur ki
köpek sensin kafes de sana girsin.