bugün

Türkiye'de eğlenmek ve keyif almak yavaş yavaş ayıp ve yasaklanması gereken bir şey haline gelse de ben yılbaşı günleri yaklaşırken keyfi düşünme miktarımı daha da artırırım.

Hayat zaten sorunlarla dolu, rutin ve sıkıcı. Bazı ülkeler hayata biraz daha neşe katmak amacıyla suni eğlence günleri yaratırken, (yılbaşı da bunlardan birisidir) Türkiye zaten kendiliğinden rutin ve sıkıcı olabilen hayatı daha da çekilmez hale getirmek için elinden geleni yapıyor. Birtakım yasaklarla yaşama yeni düzenlemeler getirmeye çalışıyor.

Bunlar belki de kaçınılmazdır ama henüz müdahale edilmeyen özel yaşamımda yeni keyifler arayışlarımı yılbaşı günleri daha da artırıyorum.

Bunların bazıları eski keyiflerin hatırlanması şeklinde oluyor.

Mesela ben martini içmekten hayli hoşlanırım. Her medeni insanın akşamüstü kokteyli içmesinin gerektiğini de düşünürüm ama bunu fazla söylemem.

Yalnız içmeye zorlanırsam da rahatlıkla 'ne yapalım; etrafta medeni insan sayısı hızla azalıyor galiba' diye düşünürüm. Bunun Aristo mantığına bir hakaret olduğunu da düşünmeyebilirim.

Martini sevgim uzun yıllar önce New York'taki Soho'da bir barda içtiğim iki kadehle gelişti. (Tamam üçtü galiba...) Loş barda iki barmen kadın vardı. Martinileri, üzerlerinde sadece kombinezon bulunan bu kadınlar hazırladı. Bunun mantığı ne bilemiyorum ama bildiğim bir şey var; o da mantıksızlık bazen güzel olabiliyordu.

Kadınlardan siyah kombinezonlu olanının dry martini yorumu çok garipti. Bir büyük martini bardağının içine soğutulmuş cin veya votkayı ağzına kadar dolduruyordu. içine sadece iki damla martini damlatıyordu. Bundan üç adet içen kimsenin yandaki barı basmaya gitmesi de normal olabiliyor, ertesi günkü uçağını da kaçırması da...

Ortamdan mı yoksa hazırlayanın kıyafetinden mi nedir bilmem; o tarihten sonra dry martiniyi ben çok sevmeye başladım. işi daha da dry hale getirmek için yıllar içinde bazı deneylerim de oldu.

Örneğin; bir keresinde masada cin dolu bardağı, martini dolu şişeyle yan yana koydum. Ve cinin martiniden manevi olarak etkilenmesiyle yetindim.

Bir başka sefer de cinin üstünde martini şişesini ağzı açık dolandırdım. Cinin kokudan etkilenmesine çalıştım.

Tarafsız gözlemcilere göre benim o içtiğim kokteylin direkt saf alkol içmekten fazla farkı yokmuş. Olsun; ne yapayım... Bundan çıkardığım sonuç şuydu: Demek ki saf alkol de gerektiğinde keyifli olabiliyormuş.

Neyse, 'bütün bu anlattıklarımın yaşlanmamla ne alakası var' diye soracak olursanız hemen bunu da anlatmaya geçiyorum.

Bugünlerde o tadı özledim yine ama artık dry martini içemiyorum. Benimki wet martini olarak görülebilir. Votkayı soğutup bir bardağa koyuyorum. içine de bolca buz sonra sek bir martiniden üç veya dört damla ilave ediyorum. Bardağın içine isterseniz bir adet limon kabuğu veya vişne, isterseniz de güzel bir yeşil zeytin atıverin, sonra da mutlu olun. işte bu wet martini benim için yaşlandığımın bir diğer göstergesidir.

Bu arada siyah kombinezonlu kadın hâlâ da aklımda. Yaşlandık dediysek de öldük demedik. Bilmem anlatabiliyor muyum?..

serdar turgut