bugün

oysa ilk ihaneti, ilk yolda bırakması da değildir.
geçmişe takılır kalırsın.
sahi neredeydi o vefasız? amerika’ya yerleşti demiştiniz öyle değil mi?
ne de güzel bir çocukluk, gençlik, ergenlik yaşamıştım onunla.

bir insanla aynı zamanda delirmeyi öğrenmiştim ondan.
aynı zaman da yanmayı…
bilmediğim, görmediğim kardeş sevgisini onun ruhu ile harmanlamıştım.

saatlerce susardık telefonda.
nefesini duymak yanımda olduğunu bilmek yeterdi. arada ismimi zikreder sesimi duramazsa ışığı bile geçecek hızda dayanırdı kapıma.
kocaman gözlerini daha bir açıp
“ölürüm lan sana”
“düşmesin yüzün , bak hayatta ne acılar var” derdi.
“hatırlıyor musun” diye başlardı sözüne, “biz nelerin altından kalktık seninle, bu da geçecek” diye eklerdi.
öyle ya!
en iyi günlerinizin baş kahramanı, en kötü günlerinizin tek şahidiydik birbirimizin.
bilirdi sizi, sizden iyi, siz de onu..

yalnızca yüzüm düşmesin diye;
bir insan ne kadar saçmalayabilirse o kadar saçmalardı işte.

mutlaka sizin için ağlayan birilerini görmüşsünüzdür ama hiç gözyaşlarını küçücük bir göz damlası şişesine biriktirip “ağlama artık, ağlamak istersen benim gözyaşlarımı kullan” notu ile birlikte hediye edeniniz oldu mu? çocuk aklı işte. şişeye doldurmuş gözyaşlarını.
kıyamazmış ağlamama.

bana bu kadar kıyamazken;
günün birinde hiç sebepsiz bitirdi arkadaşlığını.
“bu dünyada ne acılar var” diyerek en kötü gününüz de sizi cânı gönülden saran sarmalayan kadın, sizi en derin acılara sebebini bile bilmeden yanına çocukluk anılarınızı da alıp, terkedip gitti, hem de vedasız…

siz ona ve çocukluğunuza gömülmüşken “allah rahmet eylesin” sözü döküldü birinin ağzından.
sonrası derin bir sessizlik…
kim di ölen?

beni o dakikadan sonra kimse zapt edemedi.
masa birden ters döndü…
“hayır” çığlıkları canımdan can çıkmasının çığlıklarıydı aslında. bana reva gördükleri vermeye çekindikleri acı haberi ertelemeleri hiç bir işe yaramadı. sakinleştiriciler çözümsüz.

benim canım,
benim neden terkettiğini bilmediğim kardeşim,
benim en derin acılara gark olduğumda güldürenim,
benim çocukluğum.
soğuk bir mezar taşının altında beni ikinci kez terketmiş!
bana ikinci kez ihanet etmiş!
beni bu hayatta yapayalnız ve nefret ettiğim sorular ile yapayalnız bırakmış…

şu an onun yatağında bedenim ama onun ruhu ile duvarlar sıkıştırıyor beni. nefes alamıyorum.
hastalığıma isyan ediyorum.
benden bunu gizleyebildiklerine ve bunun yalnızca benim iyiliğim için olduğunu düşündükçe hıncım büyüyor.

verilecek haklarım vardı benim ona..
helal edeceklerim.
hocanın “merhumu nasıl bilirdiniz” sorusuna vereceğim “muhteşem iyi” cevabım olacaktı.
onu emanet edeceğim melekler olacaktı.
son kez saçlarını okşayacaktım onun, öpecektim benim için ağlarken gözyaşlarının ıslattığı yanaklarından.

izin vermediler…
ilk terkedişinde kendisi, ikinci ve son terkedişinde sevdiklerim.
“dünyada ne acılar varmış” dedirttin bana ya! bana kardeş acısını yaşattın ya,
sen böyle bir kararı verirken, beni kendinden uzaklaştırdın ya, yanında kalmama izin verseydin engel olacağımı biliyordun ya…
bekle beni orada, bunun hesabını soracağım senden.

ruhun şâd olsun.
melekler ile uyu.