bugün

veletken başa gelen, sebebi ve sonucu komik ya da trajik olaylardır.

tam anımsayamamakla birlikte sanırım 3. sınıftaydım. 300 nüfuslu bir okulda okumaktaydım. okulda tıpkı karanlık dünya locaları gibi localaşma vardı.
benim dahil olduğum locanın adı ise şirinler'di. biz şirinler, insanın aydınlaşması ve kamil çocuk seviyesine ermesi için çabalayan, sürekli yardımlaşma içinde bir gruptuk. birinin topu patlayınca topu patlatan değil, hep beraber para bieleştirip hatamızı telafi ederdik.

öğretmenler bu gruplaşmadan hoşnut değildi. bizim şirinler grubumuzun tam zıttı, şiddet yanlısı ve her türlü düzene karşı çıkan nöbetçiler vardı. bunların misyonları arasında ise nöbetçi öğrenci olup, yangın alarmına basmak, zili erken çalmak, beslenme saatlerinde başka locadaki çocukların ekmek arasını çalmak vardı. karanlık okul düzenini yayıp, tam bir kaos yaratıyorlardı.

okuldaki kantinciler, topçular gibi birçok loca vardı ve hepsi nöbetçiler karşısında acizdi kimse bu karanlık oluşum olan nöbetçilerden haz etmiyordu, karşı karşıya gelmek istemiyorlardı.
lakin ister istemez bazen ufak çapta sürtüşmeler yaşanabiliyordu.

birgün evden çıkıp okul yolunu tuttuğum sırada dedemin vermiş olduğu parayla devasa bir çitos aldım. yiye yiye mabedimiz olan okula gidiyordum. aman tanrım o da neydi! cipsin içinden taso çıkmıştı ve nadir bir taso olan brock tasosuydu. hemen tasoyu yalayıp yağdan arındırdıktan sonra önlüğümün cebine koymuştum. ama yaptığım bu heyecanlı hareketi 3 mt arkamda yürüyen nöbetçiler locasından bir üye görmüş ve önemli bir şey olduğunu algılamıştı.

arkadan koşup çantamın elle tutma yerinden asılıp kendine çekti.

"ooo ne çıktı neydi o?"
"yok bişey okulumuza gidiyorum."
"bakayım ne tasosu çıktı? ash mi çıktı?"

ash tasosu önemliydi ama her locada mutlaka 3-4 tane vardı. ama brock koca okulda belki de şehirde tek bende vardı.

"ne ash'i yaa ash var zaten bende." diye savuşturmaya çalıştım.
"ne çıktı lan chalmender mı çıktı ahahahah" diye terbiyesizce ve locasına yakışır bir şekilde güldü.
"hayır. gitmem lazım" deyip adımlarımı hızlandırdım.

biz kurallara, dünya düzenine uyum sağlayan insanlar olduğumuz için normal yaya yollarını takip ederek okulumuza gidiyorduk. yol biraz uzuyordu belki ama hayat görüşlerimizden taviz vermiyorduk.
okula geldiğim sırada herkesin gözü bende ve şirin kardeşlerimin bulunduğu ağacın altındaki duvardaydı. bir şeyler olduğunu sezmiştim. göz ucuyla sürgülü kapıdan geçerken nöbetçilere doğru göz attım ve o beni okul yolunda sorguya çeken çocuk orada, fısıt fısır bişeyler anlatırken bana bakıyordu.

ben insancıl ve kurallara uygun yoldan okula gelirken bu loca üyeleri, kestirme ve tehlikeli yollardan benden önce okula varmıştı.

hemen kendimi locama ve kardeşlerime doğru yürüttüm.

"ne oldu kardeşim?" dedi locamızdan bir kardeşim.

herkes heyecanla benden bir açıklama bekliyordu. ortamdaki gerginlik tahmin edilemeyecek boyuttaydı. ve kardeşlerim benden bir açıklama bekliyordu.

boğazımı iki kısa öksürükle temizledim ve konuşmama başladım:

"kardeşlerim!
bugün yolda gelirken, geleceğimiz için, nesillerimizin devamlılığı ve aydınlanmamız, kamil çocukluk seviyesine kısa yoldan ulaşabilmemiz için neler yapabiliriz diye düşünüp, cipsimi atıştırırken elime gelen tasoyaa göz ucuyla baktım. ve belki imkansız, inanması güç ama içinden brock tasosu çıktı! hemen temizleyip üzerimdeki önlüğün sol cebine yerleştirdim fakat nöbetçilerden 2 çocuk beni fark etti ve önemli bir şeyler olduğunu anladı. bir şekilde kurtuldum ama bu olay burada bitmeyecek. gün bugündür kardeşlerim! biz her ne kadar beladan, basiretsizlikten kaçmaya çalışıyor olsak da, bu düzen içerisinde ister istemez basitliklerle savaşmak zorunda kalıyoruz. kardeşlerim! bu cebimde duran nişan bizim namusumuzdur artık.!"

kardeşlerim konuşmamdan baya etkilendiler ancak dikkat çekmemek için alkış ya da herhangi bir harekette bulunmamaları için uyardım. zil çaldı ve bu sırada sabahçılar okuldan çıktı. sabahçı gurubuna dahil şirin kardeşlerimle selamlaşıp gün raporu aldıktan sonra andımız sırasına doğru locamızla yol almaya başladık. ancak bilen bilir bu gün dönümü sırasında okulda bir karmaşa çıkar.

nöbetçiler de bu karmaşadan faydalanıp beni ve kardeşlerimi bir çember içine aldılar. localarının lideri 8. sınıftan ve sanayi mahallesinden pislik bir çocuktu.
iyice yaklaştı ve:

"o cebindekini bana ver!"
"bir şey yok cebimde."
"ama bizim çocuklar öyle demedi. ne çıktı o cipsin içinden?"
"normal değersiz taso çıktı"
"hani göster?"

okula taso getirmek müdür tarafından yasaklanmıştı. yanımda başka değersiz taso yoktu. kurtulma şansımı ve yapabileceklerimi hesaplamaya başladım. kardeşlerim ve ben bu ateş çemberi içerisinde olacakları beklemeye başladık. tüm kardeşlerim bir atak ya da bir şey bekliyordu ama bizim kanunlarımızda kavga son çareydi!
hafta sonları trafoda buluştuğumuz zaman loca üyelerimizle bu konuları tartışır ve ister istemez bir savaşa sürüklenirsek neler yapmamız gerektiğini konuşurduk.
o konuşmalar aklıma geldi.
toplantıda alınan karar şuydu: sonucu ne olursa olsun okul bahçesi içerisinde herhangi bir kavga durumunda öğretmene şikayet edilecekti.

cebimden tasoyu çıakrdım ve bağırdım:
"locamızın artık bir brock tasosu vaar!"

nöbetçiler anlık şoku atlatamadılar. çünkü böyle bir tasonun varlığından kimsenin haberi yoktu. bunlar ne oluyor? yalan mı gerçek mi? diye birbirleriyle bakışırken aradan sıyrılıp bahçedeki nöbetçi öğretmene gittim.

"öğretmenim!"
"efendim çocuğum?"
"bugün okula gelirken cips aldım içinden bir taso çıktı ve 8. sınıftaki x kişi benden zorla bunu almaya çalışıyor"
"okula taso getirmek yasak bilmiyor musun sen!?" sesini yükseltmişti.
"ama öğretmenin okula gelirken aldım cipsten çıtkı yanımda getirmedim."

kardeşlerime yaptığımız çalışmalar meyvesini vermişti. bir farkındalık, masumiyetlik ve mağdurluk yaratmıştım.
öğretmen nöbetçiler locasının liderini çağırdı:

"utanmıyor musun senden küçük bir arkadaşını sıkıştırmaya?"
"......"
"sana soruyorum?"
"......"

ve öğretmen bana döndü:
"çıkar o cebindekini bana ver!"

evet taso ellerimden kayıp gitmişti ama hayat görüşlerimizde taviz vermemiştim. taso elimden kayıp giderken ince bir burukluk yaşadım ama idealler ve fikirler dünyevi bir tasodan daha önemliydi.

"buyrun öğretmenim" dedim ve uzattım.

"bunu mu istiyorsun lan?" diye sert bir çıkış yaptı nöbetçiler liderine. ama çocuk dut yemiş bülbül misali kıpkırmızı kafa öne eğik duruyor.
öğretmen çocuğun bu daha da sinirlendi ve tokadı suratına yerleştirdi.

nöbetçiler hem okula rezil olmuş oldu hem de taso ne bizim ne de onların olmuştu. ama bunlardan daha önemlisi biz ideallerimizden ve hayat görüşlerimizden vazgeçmemiştik.
sonuç olarak öğretmen tasoyu 4 parçaya ayırdı ve çöpe attı.

locamızla birlikte kamil çocuk olma yolunda 1 adım daha ileriye gitmiştik.
atatürkün resmini karaladın diye iftira atan kızı azıcık ağlatmıştım. hey gidi be.
8.sınıftaydım galiba tam hatırlamıyorum. bizim sınıftan iki kişi kavga etmişti. biri digerini yere yatırmış dövüyordu. bnde ayırmaya gittim. döven çocuk bana;
- çekil yoksa senide döverim demişti.
çekilmemiştim,
+ tamam bırak çocugu demiştim.
çocuk sözünü tuttu, benide dövdü.
ilkokulda yaşanan kavga hadiseleridir. ilk kavgam ilk okul 5. sınıf, sınıfın en popüler iki çocuğu yakışılılığımdan dolayı olsa gerek gider yaptılar bana. önce biriyle kavgaya tutuştum, peşine ikinci saldırdı, nasıl oldu bilmiyorum ama ikisinide haşat ettim. haşat ettim dediğim bende hiç bir iz yok, birinin dudağını kanattım, diğerinin kaşı yarıldı.
4. sınıftayız veysel diye bir insan evladı var ama liseli gibi zaten amatör basketçi mi ne olmuş. bir de altuğ var sarı kafa herkesle arası iyi herkes sever o da benimle takılıyor. veysel'e saldıracağım dedi nedenini sordum bilmiyorum sevmiyorum dedi. ertesi gün 3. tenefüs veysel ile atışmaya başladılar çocukça laflar sokuyorlar birbirine derken altuğ çantasına yöneldi ve birden silikon 45-50 cm bir alet çıkardı başladı veysel'e vurmaya ama veysel ayı yıkılmıyor. belki 20 defa vurmuştur o silikon dalgayla ama veysel'in tek yumruğu ile yere yıkılmasına engel olamamıştı. gördüğüm ilk emanet kullanılan kavgaydı.

bu da böyle bir anım.
düşündükçe tebessüm ettiren mevzulardır.
yaşamadım. kavgayı da pek sevmem ve genelde kolay kolay etmem.ewed
Sessiz sakin bir kızdım.
Bir gün ogretmenimiz hastalandı. Gelemedi derse. Suluğumdan su iciyordum bi de sıranın altına saklanarak. Hey gidi enayi ben. Sınıf başkanı o kadar kuduran icerisinde beni görüp tahtaya adımı yazıp 5 tane çarpı attı. Birden gözüm dönmüştü ve suluğumu kafasına geçirmiştim.
Sınıf öğretmenimizin oğlu bizimle aynı sınıftaydı. Millet çocuğa cem abi diyordu aynı yaşta olmamıza rağmen, hatta kendisi tıfıl bir bebe olmasına rağmen. kızlar bisküvilerini istediğimiz zaman bize vermiyorlardı gidip cem'e ikram ediyorlardı. Notları sürekli çok iyiydi, benim öğretmenimle gizli gizli bakışıp gülüşüyorlardı. Sınav sonucunu herkesten önce öğreniyor, kankilerininkine de bakıp söylüyordu herkesten önce.

Her gün biraz daha kinleniyordum.
Bir gün sevda bisküvi almış kendine, bir tane versene kız dedim. Yok ben ceme vercem o iki tane alıyor sonra bana kalmıyor dedi ve ceme gitti. Sinirden elim ayağım titredi.

O zamanlar küfür etmeyi pek bilmiyordum ama bilseydim bisküvi cem sevda sevdanın annesi ve yedi sülalesinin aynı anda geçtiği bir küfür ederdim.

O günlerde sınıf öğretmenimiz beni örnek gösterdi sınıfa. Bir olay anlatırken hemen ağlıyorsunuz, kendinizi ifade edemiyorsunuz. Hüseyin'in hiç ağladığını görmedim, kavga bile etse anlatırken ağlamıyor vs diye bir dizi övgü.

Gün geçtikçe gaza geliyordum. Öğretmenim cemi sevdiği kadar seviyor olabilirdi beni. Yoksa neden örnek göstersin koca sınıfta? Cem her boku ağlayarak anlatırdı.

Bizim yavşak oğlu yavşaklar tabiki sınıf başkanı olarak da cem denen ibneyi başkan seçmişlerdi.
Öğretmenin geç kaldığı bir ders arasında artistik bir dizi hareket peşinde bu kavat.

''Cem bak akıllı ol'' diyorum, gidiyor bir çarpı daha atıyor adımın önüne. ''oglum sen Ali kıran baş kesen misin hayırdır '' diyorum bir çarpı daha.
''Kardeş bak ben diğerlerine benzemem ayık ol'' diyorum bir çarpı daha. Kalktım ayağa yürüyorum yanına güzelce, bu gitti adımı dolaşanlar kısmına da yazmaya çalışıyor.

Tuttum bunu yakasından, yasladım tahtaya. Öğretmenin oğlu kızı dinlemem amına korum senin cem. Baktım itme filan peşinde beni aldım kafasını koltuk altına karpuz misali. Karpuzdan davul çalar gibi çalıyorum kafasını sumsuklarımla.

Millet şok tabi arada ayırma ayağına bir iki vuruyorlar bana cem abilerine yaranmak için. Nasıl kitlendiysem hissetmiyorum bile. Ben vururken bu şerefsiz benim anneme küfretti. Çıldırdım ama daha sert vuramıyorum bir yandan kıyamıyorum da. Ama hala sövüyor, elimi ağzına attım susturmak için. Vurmaya da devam tabi.

Bu evveliyatını siktiğim dişlerini elime bir geçirdi. Vuruyorum bırakmıyor. Elimi çekiyorum kopacak gibi hissediyorum. Durdum kitlendim öyle, bırakmıyorum da kafasını koltuk altımdan. Hoca gelene kadar durdu öyle.

Geldi, ayırdı. Oğlu yine ağlayarak bir şeyler anlatırken bir tokat patlattı bana. Tuvalete koştum gittim Elimi yüzümü yıkadım geri geldim. Elimi gördü, hikayeyi benden dinlemek yeni aklına geldi.

Hayatımda ilk defa bir öğretmene bir şey anlatırken ağladığım gündü:d
O gün bildim ben birisi bana haksızlık yapınca ağlıyormuşum.

Edit: ortaokula geçip öğretmen değişince herkes cemi dövmek için fırsat kollamaya başladı. millete ayar verirdi geçen sene böyle değildiniz filan diye. Bende hala elimde izi duran ısırığı gösterip geçen sene de böyleydi cem ya derdim kasıla kasıla.
Karşı sınıfla sürekli bir savaş halindeydik ilkokulun ilk senelerinde. Karşı sınıfın öğretmeni yaşlıca bir kadın. Sesi çok gür, öğrencileri çok korkuyor kendisinden, ama çok etkileyici bir hanım. Bütün velilerin hayali çocuğunu onun sınıfına vermek. Bizim öğretmenimiz miymiyligi ile ezikliği ile nam salmış biri.
Her teneffüs yapılan tükürük savaşlarından sonra yerler çok kaygan oluyormuş ve öğretmen hanım sürekli düşüyormuş. Kendi öğrencilerini dövüyor bizi ise suleyman hocamıza şikayet ediyor ama haliyle yapmayın çocuklar bizi pek caydırmıyor. Azarı yiyen karşı sınıfa ilk saldırıyı biz yaparak ağızlarına sıçıyoruz.

Günler böyle birbirini kovalıyor, okula ilim irfan öğrenmeye degil sınıf savaşı yapmaya gider hale geliyorum.

Herkes uzaktan uzağa tükürük ile savaşıyor sınıfların ortasında birbirine tekme tokat daliyor sınıfına kaçıyor, kapıda duranlara vurkac yapıyor vs. Biz de erkegiz ya hani üç beş kişi, sınıfın kızlarına o zaman bile hava atasımız var. Gaza gelip bazen karşı sınıfın içine kadar girip karşımıza çıkana vura vura ilerliyoruz. Tüm sınıfı dövüp çıkıyoruz jsjsj.

Böyle anlardan biri yine, bütün gün sınıf arkadaşım şükrüden karşı sınıftaki tek kolu olmayan çocuğun benim gelmedigim gün Batuhanı nasıl dovdugunu çok güçlü olduğunu dinlemişim. Lan ben ona vuramıyorum bile kaç aydır canı acır diye ne güçlüsü?

Ama yok adam ikna etti beni, kafaya koydum elamanı bir yoklicam. Teneffüs oluyor çocuk kapıda gidiyorum yanına kafaya bir tokat. Boynunu sıkmak üzere elimi uzatırken tek eli ile omzumdan tuttuğu gibi yere çaldı beni Picin evladı ağzıma burnuma vurmaya başladı bazen sağlam kolu yetersiz oluyor olmayan kolunun yeniyle de vuruyor.

Nasıl kaçtığımı bilemedim sinifa. Bu da böyle bir animdir.
Ben Dün ne yediğimi hatırlamıyorum adamlar nerden baksan 15 senelik anılarını en ince detaylarıyla anlatıyor. Vay amk.
8.sınıfta bir kavgam vardı hoşlandığım kıza bir resim çizmiştim ama yok böyle bir resim, kız bana ''aaa resmin çok güzelmiş'' dedi. sonra hiç unutmam ömer diye bir kürt arkadaşım vardı hiç sevmezdim kendisini, o kızın elinden resmi alıp parçaladı sonra onunla kapıştık. nöbetçi olan türkçe öğretmenimiz vardı o sınıfa girdi ikimizi de tahtaya çıkartıp tokatı patlattı önce ona sonra bana.
olmasaymış iyiymiş, denilendir. tesellisi; ama o zaman çocuktuk.