bugün

maalesef ama öyle. aslında, bu cümleyle bu entryi bitirebilirdim. ama yapmayacağım. evrende merak edilmesi gereken tek konu ölüm olduğu için kendimce irdeleyeceğim.
ölüm, nasıl bir duygudur acep? duygu mudur ya da? peki ya, gerçekten yok olacaksa beden? ölündüğünde ruh, bir kristal vazo gibi buzdan zemine düşüp paramparça olacaksa?

peki ya cehennem yoksa?

yoksa ya harbiden öbür dünya?

bu konuların tanrı'ya inanıp inanmamayla bir alakası yok. veya dinlerdeki, sofistike inançlardaki takva boyutuyla da bir alakası yok.
sadece soruyorum ben. düşünüyorum. binlerce yıl önce, sorulan şeyleri soruyorum. düşünülmüş şeyleri düşünüyorum. ölümlü olan insanlık için üzülüyorum. canımı acıtıyor ölümler. içimi kanatıyor, toprağın altına indirmek birilerini.

mısırlılar denemiş. mumyalamışlar efendilerini. ama nafile. eninde sonunda yok olmaya mecbur bedenlerimiz. biliyorum, çok düşünmek ve sorgulamak, ben öldüğümde bedenimi hafifletmeyecek.
tabutumu taşıyanların omzundaki yükün ağırlığını düşürmeyecek. yine de soruyorum. düşünüyorum. dibi var mıdır bu dünyanın bilmiyorum ama yedi katlı cennetin dibi'nde, ölmeden ölümü anlamaya çalışıyorum.

cennetin dibi olan bu dünyada, cehennem olsun diye dua ediyorum. birileri cezasız kalmasın diye. öz kızına tecavüz eden yavşaklar, orospular, fahişeler, yalancılar, puştlar, itler, g.ötler, a.mcıklar... cezasız kalmasınlar diye.

beynimdeki cehhennem sonum. biliyorum. ve ben, düşüncelerle o cehennemi yakmak için çabalıyorum. varlığımın bedeli ölüm olduğu için haybeden yaşıyorum.
bir kismi ölümden önce, yasayarak ödenen bedeldir.
(bkz: üstü kalsin)
büyük hazine filminde geçen şifre cümlesi.
adam şifreyi söylüyor "varolmanın bedeli" ?
heyecanla "ölüm" "ölüm" diye bağırıp laptop un başında toplanıyorlar. böyle bi sahneydi yaklaşık olarak. derinliği bozmak istemem ama. neyse.