bugün

hayatında ünivesite kapısından geçmemiş anadolu evlatlarının üniversitede yaşadığı şaşkınlık halidir şöyle ki; elinizi ayağınızı koyacak yer bulamazsınız biraz etrafı tanıyınca o kulüp senin bu topluluk benim balıklama katılırsınız , kısa zamanda çok insanla tanışmayı marifet sayabilirisniz, bir kaç yıl içinde geçer ama.
gidilmese görülmese de "bizim olan" köylerin, uzak kasabaların, sadece haritadaki yerleri ve plaka kodlarıyla bilinen şehirlerin hayata yenik başlayan çocuklarından, eğitimin, eğitimcinin, okulların, dershanelerin değil, daha çok allah vergisi yeteneklerinin, isteklerinin, evet mucizelerin sayesinde sıyrılanları, gün gelip de üniversite kapısından içeri adım attıklarında bu payeyle ödüllendirilirler: taşralı!

"merkez"in sadece espri malzemesi olarak bildiği bir şiveyle konuşurlar belki. çoğunluka kötü giyinirler. dinledikleri müzikleri başkadır, hikayeleri başkadır...ve bu "başka"lıkları yüzünden, omuzlarında kader gibi taşıdıkları "uzak"lığı artık üniversitede yaşarlar. üniversiteli olmanın, belki büyük bir şehre gelmenin çok şeyi değiştireceğini düşlerken, aslında hiçbir şeyin değişmediğini görürler ve daha kötüsü bundan sonra da değişmeyeceğini hissederler.

yeni bir şey yoktur, çok çok önceden başlayan sendrom üniversitede de sürmektedir. artık taşralı genç sonrasında ne yapsa biraz eksikliktir hissettiği, biraz yabancılaşma kendine ve hayata...ortama uyum sağlayıp, trendi yaşasa, alemlere aksa ne olur üniversite hayatı boyunca; yalnızlığı seçip, kendi gibi olmayana uzak kalsa ne olur? nihayetinde zaman geçecek, üniversiteden de en zor hayat derslerini alarak mezun olup gidecektir gencimiz. gençlerimiz.

bu sendrom hep devam edecektir.