bugün

Kaleyi ya kuşatacaksın ya da içine sızacaksın. Ben ikisini de yaptım. Ne dışarı kaçabildi, ne de yardım isteyebildi. Bir kadını hiç bu kadar çaresiz görmemiştim. Bana güveniyordu, büyük hata! Hatalarından ders almalı insan. Ders alması için bir hata yapması gerekiyordu tabi. Bu benim suçum mu? Zorlamadım ben hiç kimseyi. Kendi rızasıyla oldu. Bıçakladım ama kendimi savunmak için. Üstüme saldırdı, aksini ispatlayamaz; bizden başka kimse yoktu.

*10 Ekim 2013 - Mesafe*

Yakalanıyordum az daha. Sınav için nota ihtiyacı vardı, takip ettim her zamanki gibi. Kağıdı hazırlamıştım zaten. Fotokopi odasına gitti Fidan’la beraber. Yasin’e Fidan’ı, Ahmet’e de Hazal’ı aramasını söyledim. Kalabalık olduğu için odanın dışarısında konuştular, ben de fotokopileri çeken çocukla konuştum ve kağıdı ona verdim. Sınav notlarının arasına atacaktı… “Yanından geçtiğim her gün seni daha çok özlüyorum” yazıyordu. Neyse, Fidan’ın konuşması kısa sürdü ama. Kağıdı verirken gördü beni, anladığını sandım. Sonra bir arkadaşı geldi yanına, hemen uzaklaştım oradan. Oyalanmak için bir arkadaşımı aradım. Fotokopi odasından çıkıp kantine geçtiler, ben de peşlerinden gidip yan masalarına oturdum. Beş dakika sonra kalkıp tost ve çay siparişi verdi Hazal, ben de çay istedim, yan yanaydık. Tepsi aldı masaya götürebilmek için. Siparişin hazırlanmasını beklerken Ahmet geldi, oyaladı onu. Bu sırada ben de ikinci kağıdı farklı bir tepsiye bantladım ve onun tepsisiyle değiştirdim. Çayımı alıp masama geçtim sonra. “Afiyet olsun” yazıyordu onda da. Basit şeyler bunlar ama kadınların hoşuna gidiyor böyle gizli hayranlıklar.

*Doğu - 3 Ekim 2013*

Bunaltıcı bir dersten sonra evine döndü Hazal. Yorgunluğunu atmak için duşa girdi gelir gelmez. Soğuk suyun altına bıraktı kendini; sıcağa karşı faşistçe bir eylemdi bu! Rahatlamış bir şekilde kabinden çıktı ve rahat bir şeyler giyindi üzerine. Hayır, erkek arkadaşı gelmeyecekti! Yoktu zaten öyle biri. Ev arkadaşının evde olmadığını fark edince merak etti, ev arkadaşı sonuçta. Telefonunu almak için çantasını açtı, kendisine ait olmayan bir kağıt parçasını gördü. ikiye katlanmıştı, bembeyaz ve satırsızdı. Zaten katlanmış olan kağıdı bir daha katladı, sonra “ne yapıyorum ya ben?” dedi kendi kendine. ilk defa geliyordu başına böyle bir şey, heyecanlanmıştı. Kağıdı açtı, yazıyı görünce şaşırdı önce. Kısa bir süre sonra, şaşkınlık ifadesi yerini tebessüme bıraktı.

“Her şey çok güzel olacak.” -Y.

Sadece “Y” yazıyordu imza olarak. “Adı Y ile başlayan kim vardı bizim sınıfta?” diye düşündü. Tam bu sırada ev arkadaşı geldi.
-Fidan! Bizim sınıfta adı Y ile başlayan biri var mı?
-Yasin var ama 3. Sınıf o, iki dersini yükseltmeye alıyor. Ne oldu ki?
-Baksana şuna, çantamda buldum.
-Ay kızım! Yasin mi yazmış, hoş çocuk aslında. Numarası var bende, vereyim istersen?
-Hayır ya, o mu bilmiyorum. Yarın anlarız.


*Umut – 4 Ekim 2013*

Bir cümleydi sadece Hazal’ı uykusundan eden. Gökyüzü mavisi bir hayal; her şeyin çok güzel olabilme ihtimali. Karanlıklar içinde parlayan bir umut bu. Gece, kendini ifşa eden bir ışık gibi değil; nereden geldiği belli olmayan bir ses olabilir ancak. Korku salıyor biraz, küçük bir tıkırtıdan ibaret olduğunu biliyorsun ama; önemsiz bir tahta gıcırtısı, pencereyi saydamlaştıran bir rüzgar… Yastığı çevirdi Hazal, soğuk tarafında uykuya teslim oldu, dünya bir kez daha kendi etrafında dans etti ve sabah doğdu.

Okula gitmek için hazırlandı uyanır uyanmaz, vazgeçemediği kahvaltısını yapmadı. Kırmızı yerine beyaz renkte oje sürdü, saçlarını toplamak yerine özgür bıraktı, kırmızı rujunu tercih etti, asık suratlı maskesini çıkardı; tebessüm belirdi yüzünde, ışık belirdi gözlerinde. Siyah mıydı gözleri, yoksa kahverengi mi? Ela belki de…

Karşılıklı günaydınlaşmalardan sonra Yasin’in yanına oturdu iki kız. Ders başlamak üzere olduğu için dersten sonraya bıraktılar konuyu. Hoca derse ara verdikten sonra, kızlar kantinden yiyecek bir şeyler alıp sınıfa döndüler, Yasin ise tuvalete gitmişti, onlardan sonra geldi sınıfa. Ders tekrar başladı. Hazal, ders kitabının arasına, sayfayı kaybetmemek için kalemini koymuştu. Ders başladığında konuyu takip etmek için kitabı açtı tekrar ve yeni bir ipucu ile karşılaştı.

“Her insan gizli bir aşığı olsun ister.”

imza yoktu bu sefer ama aynı kişiden olduğu belliydi. Yasin de gördü bu notu, şaşkın şaşkın baktı üçü de.

*Anlam - 5 Ekim 2013*

Haftasonu alışverişi için evin yakınlarındaki markete gitti Hazal. Rutin öğrenci listesi; çubuk makarna, mantı, yumurta, yoğurt, salça, kelebek makarna, hazır çorba, sıvı yağ, ince uzun makarna…
Eve döndükten sonra aldıklarını yerleştirmeye başladı teker teker. Önce, şekli farklı ama tadı aynı olan makarnaları poşetinden çıkarıp yerleştirdi. Buzdolabına koyacaklarını çıkarmaya başladı. Aklının bir köşesinde gizli aşığı vardı, dikkatsizliğinin kurbanı oldu ve yumurta kutusunu düşürdü. Birkaç tane yumurta kırıldı ama onun dikkatini çeken başka bir şey vardı. Kağıda sarılmış bir müzik çalar. Yine bir yazı beliriyor Hazal’ın gözlerinde:

“Bu şarkıyı dinliyorsan, bunun bir anlamı olsun.”

Tek bir şarkı vardı içinde, kulaklığını takıp dinlemeye başladı.

*Takip – 6 Ekim 2013*

-Yasin değil bence, defterine bakmıştım, yazısı farklı.
-Anlaşılmasın diye değiştirdi belki de?
-Yok ya o değil, tavırlarından belli ederdi.
-Neyse, neden bu kadar çok düşünüyorsun ki? Hoşuna gidiyorsa, yüzünü güldürüyorsa, tadını çıkarmalısın bence. Kim olduğunu öğrendiğinde bir anlamı kalmayacak ki. Elbet bir gün karşına çıkacaktır herhalde.
-Biliyorum ama merak ediyorum, elimde değil.
-Tamam konuşuruz bunları sonra, Ahmet’ler Portakal’daymış, bizi de çağırıyor.
-Gidelim o zaman, evde oturmaktan iyidir.

Kalabalık bir kafe idi burası. Emekli olup günlerini kıraathanede harcayan insanlardan ne farkı vardı buradakilerin? Gürültülü kalabalıkta arkadaşlarını buldular ve çay sipariş ettiler. Çayın kalabalıkla arası iyidir ne de olsa. Konuşacak konu bulamayan Ahmet boş bir tavla bulup masaya getirdi ve Hazal ile oynamaya başladılar. 4-5 dakika sonra çaylar geldi; 3 tanesi ince belli bardakta, diğeri ise fincanda. Fincan olanı Hazal’ın önüne koydu garson.

-Ben fincan istememiştim ama.
-Siparişiniz böyle yazılmış, değiştireyim isterseniz?
-Gerek yok, teşekkürler.

Hazal sıcak çayından yudumlarken “kızım burada galiba!” dedi Fidan. “Kim?” der gibi kafasını salladı diğeri. Fidan, fincan tabağındaki kağıdı gösterdi.

“Arkadaşın zar tutuyor”
Hazal etrafına bakındı kendisini izleyen var mı diye. Sonra garsonu çağırıp kağıdı gösterdi ve kimin gönderdiğini sordu. “Bilmiyorum, mutfaktan aldığım gibi getirdim.” cevabını aldı. Bugün de kendisini yalnız hissetmedi, özlüyordu ama.

*10 Ekim 2013 - Batı*

-Yunus Demir sen misin?
-Evet, siz kimsiniz?
-Polis. Giyin gel, bizimle karakola gelip ifade vereceksin.
-Ne ifadesi?
-Hazal işlek ile ilgili.
-Hazal mı? Ne oldu ona.
-Bırak bu bilmiyorum ayaklarını. Takip ediyormuşsun kızı gizli gizli. Öldürüldü, haberin yok mu.
-Benimle ne ilgisi var? Beğeniyordum, sadece bu.
-Giyin gel, bekliyorum.

***

-Ne zaman oldu bu anlattıkların?
-7 Ekim.
-Cinayet saatinde neredeydin?
-Ne zaman olmuş ki?
-7 Ekim, akşam saat 9-10 civarı.
-Arkadaşlarımlaydım.
-Evet, Ahmet ve Yasin. Anlattılar her şeyi, evde değilmişsin o gün. Gece 1’de dönmüşsün. Lan oğlum sen istanbul’da okuyorsun, Edirne’de ne işin var? 2 hafta önce gelmişsin buraya. Kayıtlar burada. Bir kızı takip ediyorsun, kız ölüyor. Kız öldükten 1 gün sonra da gidip bilet almışsın Muğla otobüsünden. Orada ne işin var?
-Arkadaşlarım var orada da, çağırdılar. Takılırız ded…
-Lan it! Konsomatris misin sen her çağıranın yanına gidiyorsun.
-Ne alakası var abi!
-Sen öldürmedin mi lan kızı?
-Hayır amirim, ben öldürmedim.
-Öldürmedin lan tabi, yaşıyor kız.
-Yaşıyor mu?
-Kızın ruhu ölmüş, kendi yaşasa ne olur. Tecavüz etmişsin, bıçaklamışsın. Hiç mi korkmadın lan bunları yaparken? Yırtarım mı sandın?
-Yeter be! Yıllardır bu o…pular yüzünden acı çekiyorum ben. Terk ettiler, aldattılar, paramı yediler. Sabrım taştı, erkekliğime yediremedim!
-Senin ben erkekliğini s…
-Karar verdim ben de. Ümit verdim, umut verdim. Sonra da faydalanıp ortadan kaldırmak istedim.
-Bu kızın günahı ne ki intikamını ondan alıyorsun?
-Benim günahım neydi bu kadar acı çektirdiler?
-Senin bu dünyaya ayak basman günah lan. Gelip ifadeni alacaklar. Tecavüzcülerin koğuşunda ünlendin be şimdiden. Edirne’nin en büyük i.nesi geliyor dedik. Orada kendini asacak ip de bulamazsın.

*7 Ekim 2013 - Arzu*

Kapının zili çaldı. Fidan gitti kapıyı açmaya. Karşısında elinde bir dal gül ile bekleyen genç bir adam vardı. “Hazal evde mi?” diye sordu ve kendini tanıttı: “Yunus ben.”

-Hazal! Gelir misin.
-Efendim?
-Seni soruyor arkadaş, Yunus’muş adı.
-Yazıları yazan bendim. Konuşalım mı biraz?
-Tabi, gel içeri.
-Tamam beni de Ahmet’ler bekliyor zaten, sizi yalnız bırakayım.
-Tamam Fidan, geç kalma fazla.

Hazal’ın odasına geçtiler. Oturup sohbet etmeye başladılar. Gözleri gülüyordu Hazal’ın, yeni bir hayata bakıyordu sanki ona bakarken. Daha yeni tanışmışlardı ama yanındayken güvende hissediyordu kendini. Başına geleceklerden habersizdi. Güzel günler yaşayacağını düşünerek gülümsüyordu. Elbet bir gün…

(bkz: söykü dergisi sayı 19 çiçek)
not: tüm hakları "tanzamanitanyeri" adlı yazara aittir. izinsiz kullanılamaz.

dzt: imla.
görsel
enteresan bir şekilde çok profesyonel olurlar. fark ettiğiniz gibi uzaklaşmak gerekir...
güncel Önemli Başlıklar