bugün

ibnelik değil. o kişinin cesaretsizliğini kırmaya yardımcı olmak. itmezden önce, kulağına fısıldamak: "içinden geçen bu, istediğin bu, yapmak istediğin bu, hayatın bu noktaya geldi, bu noktadan ötesi, bu noktadan geri dönüş, sadece salaklık, sadece ve sadece gereksiz bir yaşama sevinci, sana yakışan, üzerinde eğreti durmayan ölümdür!
ruhunun ve bedeninin ne istediğini çok iyi biliyorsun sen. aynada gördüğün kanlı gözler, kirli sakallar, nasırlaşmış eller, sigara yüzünden tahriş olmuş boğazın, bileklerindeki 34 dikiş, boynundaki mosmor yağlı urgan izi, kalbinin üzerindeki kurşun yarası, midendeki yaralar...
ne beklersin ki daha? seni yaşama ne geri getirebilir ki artık? tanrı bile senin bu kadar çok yaşamanı istiyor sanma! tüm intiharların sonrası ölmemenin tek nedeni senin yeteneksiz ve başarısız olman. şimdilik hoşça kal..."
-hava nefis, dedim.

gloria uzaklara dalıp gitmişti, susuyordu. kıyı boyunca çok ötelerde minik ışıklardan bir küme vardı.

-orası malibu, dedim. sinema yıldızlarının plajı.
-şimdi ne yapacaksın? diye sordu sonunda.
-henüz karar vermedim. yarın mr. maxwell'i gidip görmeyi düşünüyordum. belki bir şeyler yapmaya ika edebilirim. gerçekten benimle ilgilenmiş gibiydi.
-yarın, hep yarın, dedi gloria. talihin karşımıza çıkaracağı büyük fırsat, hep yarına.

açık denizde balık avlamaya yaraya kamış oltalarıyla iki adam geçti. biri ardında, dört ayak uzunluğunda bir köpek balığı sürüyordu.

-bu yavru artık ağları parçalayamayacak, dedi öbürüne.
-sen ne yapacaksın? diye sordum gloria'ya.
-ineceğim bu atlıkarıncadan, dedi. bezdim bu kepazelikten.
-hangi kepazelikten?
-yaşamdan, dedi.
-neden kendini kurtarmayı denemiyorsun? her şeyi en kötü yanından alırsın.
-ahlak dersi verme, rica ederim, dedi.
-sana ahlak dersi vermiyorum, ama tutumunu değiştirmen gerekir. şaka etmiyorum. sana rastlamadan hayatta başarı kazanamayacağımı düşünemezdim hiç. başarısızlığı hiç aklıma getirmemiştim. oysa şimdi....
-kim öğretti sana bu güzel söylevi? diye sordu. senin sözlerin değil bunlar.
-ya benimse...

bakışı malibu yönünde kıyıyı izledi.

-birbirimize bir takım hikâyeler anlatmak neye yarar, dedi bir süre sonra. nereye vardığımı biliyorum.

okyanusu seyredip hollywood'u düşünüp gerçekten buralara mı geldiğimi, yoksa bir dakika sonra uyanınca kendimi arkansas'ta gün doğmadan gazete tomarımı alabilmek için merdivenleri dörder dörder inerken mi bulacağımı sorarak sustum.

-alçak! alçak! dedi gloria. bana böyle bakmaktan bıkmadın mı? biliyorum beş para etmediğimi…

'gloria haklı' dedim kendi kendime. 'çok haklı. beş para etmez..'

-dallas'ta ölmediğime çok pişmanım, dedi.

bu sözlerine hiç cevap vermedi; ne kadar doğru söylediğini ve dallas'ta ölmemesinin çok yazık olduğunu düşünerek okyanusu seyretmeye devam ediyordum. böylesinin gloria için çok daha iyi olacağı kuşkusuzdu.

-işe yaramaz biriyim ben. kimseye verecek şeyim yok, diye devam etti. bana böyle bakma artık' dedi.
-sana hiçbir şekilde bakmıyorum, dedim. yüzümü göremezsin.
-görüyorum işte, dedi.

yalan söylüyordu. yüzümü göremezdi. çok karanlıktı.
-dönmekle daha iyi etmez miyiz? dedim. rocky seni görmek istiyordu'
-o alçak, dedi. ne istediğini biliyorum, ama asla istediğini elde edemeyecek. ne o, ne de başkası.
-anlamadım?
-bilmediğini söyleyecek değilsin herhalde?
-neyi bilmediğimi? diye sordum.
-rocky'nin istediğini.
-ha! dedim. evet, tabii. ancak şimdi geldi aklıma.
-bütün erkeklerin aradıkları şey bu. ama karşı çıktığım yok. demek istediğim tam olarak bu değil, bir de faka bastığımı düşün.
-yalnız bunu düşünmüyorsun değil mi? diye sordum.
-evet. şimdiye kadar hep durumu idare edebilim. ama bir çocuk doğurduğumu düşün. büyüyünce ne olacağını düşünebiliyor musun? tıpkı bizler gibi biri.

'haklı' dedim kendi kendime. 'çok haklı. tıpkı bizler gibi biri olacak'...

-ve bunu hiç istemiyorum, dedi gloria. nasılsa benim işim bitti. ölü olsam benim için daha iyi, geri kalanlar için de. yaklaştığım her şeyi yıkıyorum. sen söyledin.
-ne zaman söyledim böyle bir şeyi?
-birkaç dakika oluyor. bana rastlamadan önce hayatta başarı kazanamayacağını hiç düşünmediğini söyledin. ne yapalım, suç bende değil. elimden bir şey gelmez. bir kere kendimi öldürmeyi denedim, tekrarlama cesaretini bulamadım. insanlığa bir hizmette bulunmak ister misin? diye sordu.

cevap vermedim. mendireğin kalkıp indiğini hissedip söylediği her şeyin doğru olduğunu düşünerek okyanusun kazığa çarpışını dinliyordum.

gloria çantasını karıştırdı. eli tekrar göründüğünde küçük bir tabanca tutuyordu. bu tabancayı daha önce hiç görmemiştim, ama şaşmadım. hiç şaşmadım hem.
-al... dedi tabancayı bana uzatıp.
-istemiyorum. yerine koy onu, dedim. hadi, çabuk, dönelim, üşüdüm...
-al şunu da biletimi tepeden zımbala, dedi tabancayı elime tutuşturarak. öldür beni. beni sefaletimden kurtarmanın tek çaresidir bu.

(küçükken yaz mevsimini büyükbabamın arkansas'taki çiftliğinde geçirirdim. bir gün fırının önünde büyük annemin kocaman bir demir kazanda sabun yapışını seyrederken büyükbabam avluyu geçti, telaşla yanımıza geldi.

-nellie ayağını kırdı, dedi.

büyük babamın ardından çiti aştım ve çift sürmekte olduğu tarlaya geçtim. ihtiyar nellie yere uzanmış, hâlâ sabana koşulu, kişniyordu.

bakakaldık ona, sadece durup baktık. büyükbabam chickanauga ridge savaşında taşıdığı tüfeğiyle geri döndü.

-ayağı çukur girdi, dedi nellie'nin başını okşayarak.

büyükannem başımı öteye çevirdi. ağlamaya başladım. bir tüfek sesi duydum. koştum, kendimi yere atıp nellie'nin başını kollarımla sardım. bu hayvanı çok seviyordum. büyükbabamdan nefret ediyordum. kalktım ve ona doğru yürüdüm, bacaklarını durup dinlenmek bilmeksizin yumruklamaya koyuldum... aynı gün, daha sonra, nellie'yi sevdiğini ama vurmak zorunda kaldığını anlattı.

-ona yapabileceğim en büyük yardımdı, dedi. bir işe yaramazdı artık. onu sefaletinden kurtarmanın tek çaresiydi bu...)

tabanca elimdeydi.

-peki, dedim gloria'ya. ne zaman istersen.
-hazırım.
-nerede?
-burada. yandan başıma ateş edeceksin.

koca bir dalga çarptığında mendirek hopladı.

-şimdi mi?

gloria'yı öldürdüm.

medirek yeniden hopladı ve büyük bir emme sesiyle okyanusa doğru çekildi.

tabancayı korkuluğun üzerinden denize fırlattım.

polislerden biri benim arkada oturuyor, diğeri sürüyordu. hızla ilerliyorduk, canavar düdüğü ötüyordu. bizi uyandırmak için dans maratonunda kullandıkları da bu tür bir canavar düdüğüydü.

-onu neden öldürdün? diye sordu arkada benimle oturan polis.
-istedi de ondan, dedim.
-dediğini duydun mu harry?
-ne kadar da yardımsever, itoğlu it.
-söyleyebileceğin başka bir neden yok mu? diye sordu arkada oturan polis.
-atları da vururlar...dedim.

(bkz: they shoot horses don t they)
(bkz: yapıcam kız seni kraliçe yapıcam)
bazen farkında olunmadan da bazı kişilerce tek kelimesine kalmış olaylarda duygusal bakımdan çöküntüde olan kişiye söylendiğinde gerçekleşebilecek olandır. tek kelimesine kalmıştır oysa hayat, anlamsızdır o olmadan, bir insanın en duyarsız haliyle, tek kelimeyle koparmaktır aslında hayattan onu.
çok büyük ibneliktir.
bize bi kötülüğü dokunmuşsa ayrı meseledir tabi.
kısasa kısasa karışmam ben.
belki de o uçurumun kenarında zevk için duruyor insanımız.
ya da hani çatıda çalışan ustayı aşağı itmek gibi bişey olur bu, yo yo.
(bkz: saçmalıyorum)
"worms armageddon" geldi aklıma. uçurumun kenarındaki kurtçuğu aşşağıya ittirmek. (bkz: gb)
dürüstlüktür.

bazıları vardır ki düşmenizi diler ve dolaylı olarak bunu sağlarlar. düşmanınızın siz gözünüzün içine baka baka itmesi daha kafidir.
uçuruma arkası dönük olması lazımdır gözünün içine bakmak için.
(bkz: zor zor)
(bkz: ucurumun kenarına getirdin ömrümü)
güncel Önemli Başlıklar