bugün

Sevan nişanyan türkçe’nin zengin bir dil olduğundan en azından 20-25’nci sırada geldiğinden bahsederdi ki sanırım bu konuda sözü dinlenebilecek kişilerden biri odur. Azra erhat’ın eski yunanca’dan çevrilen metinlerinde çevrilen diğer dillerdense türkçe’ye daha iyi oturduğundan ve daha başarılı yansıdığını da okumuştum.
ingiliz vatandaşı bir günde ortalama 2000 civarı kelime kullanırken türk vatandaşı 400 kelime ile işini görebiliyor.
Aslında iki dil bilenlerin değil de dilbilim, felsefe ve tarih bilenlerin daha iyi anlayacağı bir husus.

Birincisi bir cermen dili olan ingilizce'nin beslendiği kaynak oldukça sağlam. Bunun nedeni ilkin yerleşik yaşam, Hristiyanlık ve diplomasidir. Kaldı ki paganlık da yazı ve yazıtlar hususunda getiriye sahiptir. Fakat konu bundan ziyade zayıflık ile işaret edilenin yanlışlığı.

Dillerin zayıflığı yahut güçlülüğünün kelime sayısıyla ilişkili olduğu çok eskiden yıkılan ve artık avama kalan bir inanış. Dillerin kuvveti öncelikle o dile sahip toplumun düşünce deneyimine uygunluğu ve yeterliliği ve sonra bunun ifadesi ile ölçütlendirilir. Birçok kriter mevcut olsa da temel olanları bunlar.

Kelimeler, bir düşüncenin deneyimini temsil eden yapılardır. Bunlar cümleye geldiğinde bir diğer kelimeyi işaret ederek onunla bir bağlamda anlam kurar ve ifadeye dönüşür. Foucault ve derrida ifadelerin kuvvetini belirleyen şeyin ayrıntılı açıklamalar değil, yalın göstermeler olduğunu söyler.

Bir kelime o toplumun bir olay, olgu yahut şeyi nasıl anladığını gösterir. Ve mühim olan da tam buradadır: en iyi anlama.

Bir örnek verelim: doğa kelimesi.

Düşüncenin dile dökülmesi hususunda en iyi toplumlardan birisi antik Yunan medeniyetidir. Felsefede, bilimde ve sanatta kullandığımız birçok kelime ya doğrudan ya da dolaylı oradan köken alır. Doğa kelimesi antik yunancada "phusis"tir.

Phusis, phos, yani ışığa getirmek kökünden gelir. Fakat burada antik yunancada phos doğrudan ışık değil, açığa çıkaran, doğuran anlamındadır. Phos, türetilerek phusis olur ve bu da doğa demektir. Kelimenin etimolojik anlamı ışığa çıkmış/çıkaran, kullanım anlamı ise doğadır.

Gelelim Latince ve ingilizcede natura kelimesinin bununla alakasına. Bu iki dilde de natura yukarıdaki anlam bütünlüğünü sağlamaz. Burada natura salt bir şekilde doğada bulunanların tamamı anlamına gelir.

Farkı fark edelim: birisi doğa, diğeri doğada bulunanlar. Hangisi doğru bir işaret? Elbette antik Yunancadaki.

Türkçeye baktığımızda doğa kelimesi toğmak kökünden gelir. Yeni bir bebeğin doğması, güneşin doğması gibi... Türkçe dilini inceleyen uzmanlar bir bebeğin doğması ile güneşin doğmasını aynı kelime ile ifade etmenin yetersizlik olduğunu söyler mi? Hayır. Çünkü güneş doğdu demekle, bebek doğdu demek arasında doğmak türünden bir fark yoktur. ikisinde de kastedilen "ortaya çıkmak, açığa çıkmak"tır. Doğa da aynı şekilde.

Şimdi dikkatli bakın bir ingiliz güneşin doğuşuna ne der: sunrise. Bu yükselmesi demektir. Bir Türk güneşin doğuşu der. Bir ingiliz bebeğin doğuşunda born kelimesini kullanır, bir Türk yine doğmak der.

Burada "aaa ingilizce ne kadar zengin ve Türkçe ne zayıf öğk" denilemez. Burada düşünce deneyimi, işaret ve anlama farkı vardır ki Türkçedeki hali düşünüş açısından daha doğrudur. (heidegger, derrida, Foucault vs... Bakabilirsini. Kaynak anlamında değil, zaten dilbilim bu insanlarla söylediklerime vardılar)

Dolayısıyla yukarıda bahsedilenlerin hiçbirisi türkçenin zayıflığı ile ilişkili değildir. Ne Birden fazla durumu bir kelimeyle ifade etmek fakirlik ne de birden fazla kelime ile ifade etmek zenginliktir. Kelime çokluğu bununla alakalı değil.

Gel gelelim ki zayıflığı hususunda bir şeyler söylenebilir. Bunun nedeni de dil değil, o dili konuşan toplumlardır. Bugün Türkçe ile felsefe yapılmıyorsa, hiçbir Türkçe konuşan insan felsefe yapmıyor demektir, yani literatür ve küresel bazda.

Söyleyeceklerim bu kadar değil. Ama yazmaktan yoruldum ve hastayım. Durum zaten ortada. Sadece dillerin kuvvetleri böyle ölçütlendirilmez.