bugün

son günlerde bir şarkı ile çok güzel açıklanabilecek ilişkilerdir.

bir şey eksik o da enerji
yok ki aramızda sinerji
tutmayınca tutmuyor işte
seninki yaptı bana alerji.
hiç gergin olmaması gereken ilişkilerdir. araplardan bize ne yahu. kendi ırkdaşları sahip çıkmıyor.
son olaydan sonra geri döndürülemez şekilde bozulmuştur, bundan böyle bu ülkenin silahlı kuvvetleri israil'den silah alamaz ve bu şekilde içerdeki israillilerden kurtuluşumuz hızlanır.
Son yaşanan uluslararası sulardaki saldırıdan sonra bu ilişkinin hiç bir zaman iyi olayacığının bütün ülkeler farkında ama Türkiye farkında değil.kınamak nedir ya.bu nasıl bir olay.
-anne ben dün birisini öldürdüm.
-seni kınıyorum evladım.
-saol anne.
bugün ki bm raporu sonucu kilitlenme noktasındaki ilişkilerdir. türkiye 5 maddelik bir yaptırım uygulama kararı almıştır.dış işleri bakanımız ahmet davutoğlu şöyle bir açıklama yapmıştır: (açıklama mfa.gov.tr'den alıntıdır.)

değerli basın mensupları,

bugün yapacağım açıklamanın nedenini hepiniz çok iyi biliyorsunuz.

israil, bundan yaklaşık 15 ay önce, 31 mayıs 2010 günü, gazze’ye insani yardım götüren 32 ülkeden yüzlerce yolcunun katıldığı uluslararası yardım konvoyuna akdeniz’in uluslararası sularında silahlı bir saldırı düzenlemiştir.

israil askerleri, bu saldırıda, 8’i türk, 1’i amerikan vatandaşı olmak üzere 9 sivili öldürmüş, diğer birçok yolcuyu yaralamış, ayrıca gemi ve yolcuları zorla israil’e götürmüştür.

bu kişiler, israil’in elinde tutsak kaldıkları iki gün boyunca her türlü kötü muameleye maruz kalmışlardır.

değerli arkadaşlar,

bu hukuk dışı saldırının üzerinden yaklaşık 15 ay geçti.

ancak somut gerçekler değişmedi.

bunları tekrarlamakta yarar görüyorum.

israil’in bu saldırısı uluslararası sularda gerçekleşmiştir.

israil askerlerince öldürülenler masum sivillerdir.

katledilen insanlar, israil’in uluslararası hukuka ve insanlık değerlerine aykırı gazze ablukası altında zulüm gören filistin halkının feryadına ses veren, bu insanlara yardım götürmek isteyen sivillerdir.

savaş, insanlık tarihinin acı bir gerçeğidir.

ve savaş, herşeyden önce, en kutsal değer olan insanın yaşam hakkına karşı en ağır tecavüzdür.

nitekim, bütün medeniyetler, savaşın dahi belirli kurallara bağlanması için ‘adil savaş’ kavramını geliştirmiştir.

bunun içindir ki, bm şartı’nda askeri güç kullanımı çok sıkı şartlara bağlanmıştır.

yine, yaşam hakkının kutsallığına olan inançtandır ki, savaşın meşru olduğu hallerde dahi, masum sivillerin öldürülmesi savaş suçu olarak kabul edilmiştir.

israil ise, savaşta değil, barış zamanında; askeri değil, sivil bir yardım konvoyunda; zalim bir abluka altında inleyen masum bir halka yardım götürmek için barışçıl bir eyleme katılan sivil insanları katletmiştir. tablo budur!

üstelik bunu, kendi topraklarında, karasularında değil, uluslararası hukukun en temel ilkelerinden biri olan seyrüsefer serbestisinin hakim olduğu uluslararası sularda gerçekleştirmiştir.

israil’in işlediği suç basit bir suç değildir.

çiğnenen uluslararası hukuktur.

çiğnenen insanlık vicdanıdır, en temel insani değer olan yaşam hakkıdır.

değiştirilemeyecek bir gerçek vardır.

o da, yardım konvoyundaki bir gemideki sivilllere saldırmanın, silahsız kişilere ensesinden defalarca ateş edip öldürmenin, bir insanlık suçu olduğudur.

hiçbir kisve bu suçu örtemez, mazur gösteremez.

bir hususun daha bilinmesi gerekmektedir.

hiçbir devlet, hukukun üstünde değildir.

dünya artık değişmektedir.

sivil insanları katledenler, insanlığa karşı suç işleyenler er ya da geç adalet önüne çıkmakta ve yargılanmaktadır.

ne mavi marmara’ya saldırı emrini veren israil hükümeti, ne de bu saldırıyı gerçekleştirenler, hukukun üstündedir ya da yargıdan masumdur. hepsi hesap vermek zorundadır.

kaldı ki, insanlık vicdanında zaten mahkum olmuşlardır.

değerli basın mensupları,

hatırlayacaksınız, türkiye olarak, işlenen bu açık suçun cezasız kalmaması ve adaletin yerini bulması amacıyla süratle harekete geçtik.

bu doğrultuda, bm güvenlik konseyi’ni israil saldırısının hemen akabinde, aynı gün acil toplantıya çağırdık.

bm güvenlik konseyi’nde ki orada yaptığım konuşmada her türlü hukuk anlayışını, insanlık vicdanını ve değerlerini hiçe sayan bu israil saldırısıyla insanlığın akdeniz’in sularında boğulduğunu belirtmiştim.

nitekim, bm güvenlik konseyi, 1 haziran 2010 gününün ilk saatlerinde uluslararası toplumun mutabakatıyla bir başkanlık açıklaması kabul etti.

bu açıklamayla güvenlik konseyi, israil’in silahlı güç kullanımı sonucunda meydana gelen bu trajedinin hızlı, şeffaf, muteber, tarafsız ve uluslararası standardlara uygun bir biçimde soruşturulması çağrısında bulundu.

diğer taraftan, cenevre’de yerleşik bm insan hakları konseyi de kabul ettiği bir kararla, son derece saygın ve alanlarında uzman hukukçulardan oluşan bir veri toplama misyonu oluşturarak saldırıyı soruşturma sürecine girdi.

bm genel sekreteri de güvenlik konseyi’nin çağrısı doğrultusunda bir soruşturma paneli oluşturdu.

türkiye olarak, panel ile tam bir işbirliği içinde olduk. soruşturma sürecini hızlandırmak için her türlü katkıyı sağladık, ulusal raporumuzu sunduk.

israil ise, panel’de yer almakla birlikte, çalışmalarını sürekli geciktirme anlayışıyla hareket etti.

yine hepinizin bildiği gibi, israil hükümeti’nden, bu saldırıdan dolayı resmen özür dilemesini, katledilen sivillerin ailelerine ve yakınlarına tazminat ödemesini talep ettik. ayrıca bm güvenlik konseyi başkanlık açıklamasında açıkça eleştirilen gazze’ye uygulanan ablukanın kaldırılması gerektiğini vurgulayageldik.

şartlarımız yerine getirilmedikçe de türk-israil ilişkilerinin normalleşmeyeceğini açıkladık.

diğer yandan ise, israil hükümetinin, türk halkından özür dilemek, saldırıda ölenlerin ailelerine ve yakınlarına tazminat ödemek perspektifiyle türkiye ile görüşmeye hazır olduğunu bildirmesi üzerine, farklı zamanlarda toplam dört tur görüşme gerçekleştirdik.

bu görüşmelerde, müzakereyi yürüten türk ve israil heyetleri arasında, ülkemizin özür ve tazminat taleplerimizi karşılayan anlaşma metinleri üzerinde birkaç kez mutabakat oluştu.

nitekim ilk kez 2010 aralık ayında israil’de gerçekleşen orman yangınına türkiye’nin katkısı üzerine israil başbakanı’nın talebiyle cenevre’de gerçekleşen görüşmeler neticesinde iki ayrı anlaşma metni üzerinde, ad referandum mutabakata varıldı. bu mutabakat israil başbakanı netanyahu tarafından da onaylandı. bilahare anlaşmanın imzalanması konusunda israil bakanlar kurulu içinde çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle bu anlaşma uygulamaya konulamadı.

bu süreçte, palmer komisyonu’nun raporunun yayınlanmasındaki ertelemelerin hepsi - bunu özellikle söylüyorum çünkü çok ciddi bir başka basın manipülasyonuyla karşı karşıyayız - israil hükümetinin, özür ve tazminat konusunda iç mutabakatı sağlamak için zamana ihtiyacı olduğunu bildirmesi üzerine, yani israil hükümetinin talebi sonucunda gerçekleşmiştir.

israil’in son defa önerdiği 6 aylık uzatma talebi ise tarafımızdan kabul edilmemiştir. çünkü bu uzatma taleplerinin hepsinin süreci zamana yayma amacı taşıdığı anlaşılmıştır.

gerek türkiye’nin gerek israil’in taraf olmadığı ve sadece başkan palmer ve yardımcısı uribe’nin imzalarını taşıyan raporun, henüz bm genel sekreterine resmen sunulmadan önce 1 eylül günü itibariyle basına sızdırılmış olması da, kuşkusuz bu bağlamda oldukça düşündürücüdür. ben bu konuyu dün birleşmiş milletler genel sekreteri ban ki-moon ile de görüştüm. kendisi bu raporun daha kendilerine ulaşmadan basına sızdırılmış olmasından dolayı büyük üzüntü duyduğunu belirtti. bu süreç zarfında basına sızdırmaların devlet ciddiyetiyle bağdaşmadığını düşünüyoruz.

ilk olarak belirtilmesi gereken, bu raporun sadece adı geçenlerin görüşlerini yansıtmakta olduğudur.

rapor, israil askerlerinin ve diğer yetkililerinin işledikleri suçları açık biçimde tespit etmekte ve dile getirmektedir.

bu bağlamda, israil’in abluka sahasından çok ileride bir mevkide, büyük bir askeri kuvvetle gemilere saldırmasının aşırı ve izah edilemez olduğu belirtilmektedir.

israil askerlerinin sebep olduğu ölüm ve yaralanmaların kabul edilemeyeceği, israil tarafından dokuz can kaybının hiçbirinin hesabının verilemediği, delillerin ölenlerin çoğunun yakın mesafe ve arkadan olmak üzere bir çok kez vurulduklarını gösterdiği kaydedilmektedir.

ayrıca, yolcuların ciddi anlamda kötü muameleye maruz kaldıkları, bu muamelenin fiziki darp, taciz ve tehdidin yanısıra kişisel eşyalara hukuk dışı elkonulması ile konsolosluk yardımı almalarına mani olunmasını da içerdiği açık biçimde vurgulanmaktadır.

raporda, gazze’ye yönelik olarak israil tarafından uygulanan insanlık dışı ablukanın ise hukuka uygun olduğu ileri sürülmektedir.

tabiatıyla bu yaklaşımın kabul edilmesi ne mümkün ne de söz konusudur.

bm insan hakları konseyi’nin alanlarında uzman ve son derece ehil hukukçulardan oluşan veri toplama misyonu, gazze ablukasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu açık bir biçimde ortaya koymuştur. geçen sene olayı müteakip yaptıkları çalışmada bu durumu açık bir şekilde tespit etmişlerdi.

bu yargı hem bm insan hakları konseyi’nce onaylanmış, hem de bm genel kurulu’nda kabul görmüştür.

hal böyle iken, panel’in başkan ve yardımcısı’nın, panel’e verilen yetkileri aşmak suretiyle, farklı ve son derece tartışmalı bir takım görüşler ileri sürmelerinin, hukuki olmaktan ziyade, bir takım siyasi saiklere dayandığı anlaşılmaktadır.

türkiye, panelin işleyişi ve güvenilirliğini de zedeleyici nitelikteki bu yaklaşımı hiçbir şekilde kabul etmemektedir.

türkiye bm güvenlik konseyinin oybirliği ile yaptığı başkanlık açıklamasının lafzı ve ruhuyla bağdaşmayan bu yaklaşımı şiddetle reddetmektedir.

bu doğrultuda konuyu uluslararası yetkili hukuki mercilere götürmeye kararlıyız.

değerli arkadaşlar,

israil’in bu hukuk dışı eylemine karşı tutumumuz ilk andan itibaren çok net ve ilkeli olmuştur. taleplerimiz bilinmektedir.

bu koşullar yerine getirilmedikçe israil’le ilişkilerimiz normalleşmeyecektir.

bugün geldiğimiz nokta itibariyle, israil, kendisine tanınan bütün fırsatları heba etmiştir.

artık, israil hükümetinin, kendini uluslararası hukukun üzerinde gören, insanlık vicdanını hiçe sayan gayrımeşru eylemlerinin sonuçlarına katlanmasının ve bir bedel ödemesinin vakti gelmiştir.

bu bedel, her şeyden önce türkiye’nin dostluğundan mahrum kalmaktır.

bu noktaya gelinmesinin tek sorumlusu israil hükümeti ve israil hükümeti’nin sorumsuz eylemidir.

bu çerçevede, hükümetimizce bu aşamada alınmasına karar verilen tedbirler şunlardır:

1. türk-israil diplomatik ilişkileri ikinci katip düzeyine indirilecektir.
ikinci kâtip düzeyinin üzerindeki tüm görevliler en geç önümüzdeki çarşamba gününe kadar ülkelerine gönderileceklerdir.

2. türkiye ile israil arasındaki askeri anlaşmalar askıya alınmıştır.

3. doğu akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan sahildar devlet olarak, türkiye doğu akdeniz’de seyrüsefer serbestisi için gerekli gördüğü her türlü önlemi alacaktır.

4. türkiye, israil’in gazze’ye uyguladığı ablukayı tanımamaktadır. israil’in 31 mayıs 2010 tarihi itibariyle gazze’ye yönelik olarak uyguladığı ablukanın uluslararası adalet divanı’nda incelenmesini sağlayacaktır. bu doğrultuda bm genel kurulu’nu harekete geçirmek için girişimlere başlıyoruz.

5. israil saldırısının türk ve yabancı tüm mağdurlarının mahkemelerdeki hak arama girişimlerine tarafımızdan gereken her türlü destek verilecektir.

değerli basın mensupları;

burada bir hususu daha vurgulamak istiyorum.

biz türkiye olarak, her zaman çatışmayı değil, barışı; zulmü değil, adaleti hakim kılmak isteyen bir anlayışın temsilcisiyiz. dış politikamız bu temel anlayışa dayalıdır.

bunun içindir ki, nasıl bosna’daki, kosova’daki katliamlara karşı sesimizi yükselttiysek, gazze’ye yapılan insanlık dışı israil saldırıları karşısında da tepkimizi gösterdik.

bugün, israil hükümetinin bir tercih yapması gerekmektedir ve bu tercihi yapma vakti gelmiştir.

israil’i yönetenlerin, gerçek güvenliğin, ancak gerçek barışın inşa edilmesiyle mümkün olabileceğini görmeleri gerekmektedir.

yine anlamalıdırlar ki, gerçek barışın inşasının yolu, dost ülke vatandaşlarını katletmekten değil, dostlukların güçlendirilmesinden geçmektedir.

ancak, mevcut israil hükümeti’nin bu yalın gerçeği görmekten, ortadoğu coğrafyasındaki devasa değişimlerin sonuçlarını idrakten aciz olduğu da açıktır.

bu vesileyle, aldığımız ve alacağımız tedbirlerin sadece mevcut israil hükümetinin tutumuyla bağlantılı olduğunu özellikle vurgulamak isterim.

amacımız, tarihe mal olmuş türk-yahudi dostluğuna halel getirmek değil, bilakis, israil hükümetinin bu istisnai dostluğa sığmayan bir yanlışını düzeltmeye onları yönlendirmek, sevketmektir.

türkiye, bölgesel ve küresel barış ve istikrarı olumsuz şekilde etkileyen gelişmelerin önlenmesi, cereyan etmiş bulunan olumsuzlukların ise telafisi doğrultusunda her zaman samimi ve yapıcı bir tavır içinde olagelmiştir.

bu konuda talep ve beklentilerini başından beri net bir sekilde ortaya koymuş, üzerine düşeni yapmıştır.

tekrar altını çizmek istiyorum.

bugün geldiğimiz noktanın sorumlusu israil hükümeti’dir.

açıklama burada sona eriyor. özet geçmek gerekirse ahmet davutoğlu bütün suçun israil'de değil israil hükümeti'nde olduğunu söylüyor.
israil hükümeti gerekli adımları atmadı diyor olayın halklar arasında bir düşmanlıktan ziyade bürokratik olduğunu gösteriyor. burada lieberman'ın başı çektiği şahinler grubu hükümeti özür dilemesini şiddetler kınıyor. aksi takdirde israil de müttefiki ülkemizi kaybetmemek için özür dileyebilirdi. şimdi bazılarımız ülkemizin diplomatik olarak çok da güçlü olmadığını hatta israil'in bizi kaale bile almadığını savunabilir. açıkçası günümüz konjonktüründe dünyayı yöneten güçlü aileler yahudi kökenlidir, siyonisttir. yani zaten onlar tarafından yönetiliyoruz para bağlamında fakat ortadoğu'da güçlü bir türkiye planlarını alt üst etmese de bir domino etkisi yaratabilir ki bu etkinin en son örneğini mısır'dan başlayan özgürlük ateşinde gördük. bundan dolayı ileriye dönük birkaç tahminim şöyle :

- israil ile olan askeri ihalelerin askıya alınması israil açısından büyük bir kayıp değildir fakat bize bunun büyük bir kayıp olacağını söyleyecektir, hissettirecektir israil. bunun nedeni de bir parça olsun kendimizi güçlü hissetmemizi istemeleridir. bundan dolayı muhtemelen özür dilenecek fakat bu özür metninde aba altından sopa gösterilecektir. uluslararası hukuka tabi olmadıklarını söyleyecekler buna rağmen tazminat da ödeyeceklerdir fakat el konulan eşyalar geri verilmeyecektir. bu şekilde türkiye'nin sesi bir nebze olsun da kıstırılacaktır üstelik isteklerimiz yerine getirilerek.

umarım her şey türkiye açısından bir çıkmaza girmeden çözümlenir ve gazze'de ki insanlık suçu tıpkı diğer insanlık suçları gibi son bulur.
"ilişkimizi gözden geçirmeliyiz samet" durumundadır.
tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış temalı ilişkiler. israil bizim ülkenin yaptırımlarına ne de kulak astı ya adamlar kara kara düşünüyor eyvah türkiye bize yaptırım uyguladı diye. çağın şartları fikirleri değişmiş adamlar 200 yıl öncesinin kurallarıyla diplomatik ilişkileri yürütmeye kalkıyor bravoo...
2 eylül 2011 itibari ile kopma noktasına gelen hatta kopan ilişkilerdir.malesef..
sonunda sanırım türkiye israil den özür dilemek zorunda kalacak.
Mevcut şartlar altında insiyatif malesef israil in elinde.buna ragmen sert görünen ve tavır koyan türkiye nin denklemdeki yanlışı düzeltmesini umuyorum.
"bizden özür dileyin taaam mı? yoksa intihar ederim yea"dan ileri gitmemektedir malesef. adamlar senelerdir ağzımıza sıçıyo lan. hangi kuyuyu kazsan bu israil çıkıyo amk. ama strateji dehası olağanüstü adam dışişleri bakanı sayın prof. dr. ahmet davutoğlu'nun tek söylediği "yea özür dileyin yea".
türkiye'nin dünya çapında sözü geçen bir ülke olduğunu göstermesi açısından son olaylardaki tutumunun oldukça önemli olacağı ilişkilerdir. zira, israil'e haddini bildirmek arka bahçesi amerika'ya ve dünya çapındaki yahudi diasporasına da hadlerini bildirmek anlamına gelecektir. birleşmiş milletler tamamen milletlerarası hukuka yakışmayacak kararlara imza atmıştır ve israil'in müdahalesine olabilir görüş belirtmiştir. bu da türkiye'nin katlanamayacağı bir karardır.
bugün itibariyle, büyükelçilerimizi israilden çekmemiz suretiyle ilişkilerin ilerde daha bozulacağının sinyalini veren ilişkilerdir.
gittikçe bozulan ve bozulacak ilişkidir. Ehud barak şimdiden başlarına geleceği görmüş olacakki türkiye ile ilişkiler düzelecek diye avunmaya başlamıştır.

yahudiden dost* ayıdan kız alınmaz.
mehmet ali biran ın konu hakkındaki düşündüren yazısı...

--spoiler--
peki durum böyleyse, israil’e boyun eğdirmenin, bugünkü koşullarda imkansızlığı ortadayken, türkiye sesini yükselterek, hatta pazularını göstererek ne yapmak istiyor?
galiba işin içinde çok ince bir başka hesap var.

"şii iran'a karşı, sünni cephe liderliği mi?"

orta doğu’nun perde arkasında en çok tartışılan ve derinden derine pazarlıkları yapılan en önemli sorunlarının başında, nükleer güç durumuna girmeye hazırlanan şii iran geliyor.
başta suudi arabistan olmak üzere, tüm körfez ülkeleri, mısır ve ürdün korku içindeler. iran’ ın giderek artan nüfuzunun, yakın bir gelecekte, kendileri için büyük bir tehlike yaratacağına inanıyorlar. iktidarları her an tehlikede olan bu ülkelerin yöneticileri, arap baharı ne kadar melteme dönüşse bile, demokrasi beklentileri yanı sıra, bir şii tehdidini kaldıramayacaklarını çok iyi biliyorlar.
türkiye’yi yanlarına çekebilmek, sıkı sıkıya bir sünni cephesi oluşturmak istedikleri ve bu niyetlerini de erdoğan-davutoğlu ikilisine sık sık açıkladıkları biliniyor.
abd için de, iran bölgedeki en büyük tehlikeyi oluşturuyor.
washington, irak üzerindeki etkinliği her geçen gün artan bir iran’ın, nükleer güce kavuştuğu andan itibaren, bölgede fırtınalar estireceğine ve tüm dengeleri alt üst edeceğine inanıyor. eğer bugün türkiye toprakları dahil olmak üzere, nato çerçevesinde bir füze kalkanı oluşturuluyorsa, bunun en önemli nedenlerinden biri de iran’ dır.
tüm politikalar, bir şii ittifakını önlemeye yönelik oluşturuluyor.
ak parti iktidarının da en önemli kaygısı, olası bir sünni- şii sürtüşmesidir. ağırlığını böyle bir sürtüşmeyi önlemek için kullanmayı planladığı bilinen bir gerçek.
işte şimdi kendi kendimize şu soruyu sorabiliriz…
türkiye, israil ile sertleşerek sünni dünyasının halklarını daha da yanına çekmek, bir cephe oluşturmak mı istiyor?
hem türkiye, hem de bölgedeki birçok uzman bu analizi yapıyor ve ankara’nın, yeni israil politikasıyla kendine bölgede daha etkin bir imaj sğlamak istediğini ileri sürüyorlar. kimse, başbakan’ ın sözlerini, türkiye’nin israil’i tehdit etmek veya çatışma arama niyeti olarak yorumlamıyor.
bu konuda anahtarı elinde tutan washington, farklı bir politika izliyor.
bir yandan, türkiye’nin iran’a karşı sunni bir cephede rol almasından memnun. öte yandan da, hem netanyahu-libermann koalisyonunun biraz dayak yiyip kendine gelmesini, hem de türkiye’nin israil ile sürtüşmesinin belirli bir çizginin ötesine geçmemesini istiyor.
--spoiler--
kamuoyunda sık sık bozulan ama kapalı kapılar arkasında hiç bozulmayacak-bozulamayacak ilişkilerdir.

ne oldu? israile posta koyduk, artistlik yaptık arkasından israil'i iran'dan korumak için füze kalkanına onay verdik. o postalar gazı almak, gündemi değiştirmek içindi.
şu an pek önemli değildir.
asıl önemli olan israil-iran-amerika üçgenidir. inanın o üçgen içinde çok ilginç şeyler oluyor. birbirerine takıyorlar sanırım.
görsel
görsel
2001 yılındaki 1,3 milyar dolar seviyesinden 2010 yılında ilk defa 2 milyar doların üzerine çıkarak 3,5 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. 2011’in ilk üç ayı itibariyle türkiye’nin israil’e ihracatı 579,3 milyon dolar, israil’den ithalatı ise 397,3 milyon dolar seviyesindedir."

yaptığım alıntı tepav'in bir makalesinden. zaten arka plandan ticaret yapılıyordu. sanırım bir milletvekilli çıkıp aga israil'e sövüyorsunuz ama ne ticaret almış başını gitmiş gibisinden bir şeyler söylemişti fakat ciddiye alan olmamıştı tabii.

israil'in özrü tamamen türkiye'nin bulunduğu bölgeden kaynaklıyor. suriye'nin tehdidinin yanında türkiye'nin tek şartı vardı. o da patriot füzelerini sınıra koyması koşuyla israil'in özrü. patriot füzeleri önce olan bir şey olsada anlaşma bu yöndedi bence. nevruz kutlamasında abdullah öcalan'ın verdiği mesajdan sonra israil'in özrü çok tesadüf dimi?
pek sıkı fıkı, pek bir yakın ilişkidir. *
masada karşılıklı birbirine gülümseyip de masanın altından birbirinin ayağına basmaya çalışan iki insan gibidir.
Yani düşmanlar ama dost gibi görünmek zorundalar.
ortadoğunu'nun abisi kim olacak kavgasından ibaret bir ilişki.
masada karşılıklı birbirine diş gösterip de masanın altından birbirinin ayağına sürtünerek kur yapan iki insan gibidir.
yani dostlar ama düşman gibi görünmek zorundalar.
tam tersi dostlar ama ara ara düşmanmış gibi görünmek zorundalar ilişkisi.

serde islamlık var, milletini islamı kullanarak yöneten bir liderin alenen dost olması tabii ki beklenemez.