bugün
- icardi1905 silik olsun kampanyası16
- evlenmezsek yaşlanınca ne yapacağız sorunsalı9
- ali erbaş11
- susmayan durmayan israile gemi ticareti9
- icardi190510
- online olup entry girmeyen yazarlar8
- bebek kokusu8
- anın görüntüsü18
- bülent uygun15
- haçta iken sevgili ile sevişmek günah mıdır10
- chp genel merkezi önündeki aşırı üks araçlar10
- yakışıklı erkeği çirkin gösterecek şeyler11
- chp'li o tekin'in öcalan'ın fotosu ile pozu21
- sözlük yazarlarının pankekleri14
- çirkin erkeği yakışıklı gösterecek şeyler10
- belediyeler el değiştirince bütün foyalar döküldü23
- ismail kartal12
- akp seçmeni14
- sivasspor'a verilen penaltı27
- sinemaların batma aşamasına gelmesi22
- patiswiss17
- 23 nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı14
- bir kadında ilk baktığınız yer neresi19
- 22 nisan 2024 sivasspor fenerbahçe maçı31
- trollerin karışması8
- fenerbahçe12
- yoga eğitmeni uzun boylu motorcu şamatacı erkek9
- her yaptığı yemeği paylaşan kızın amacı8
- profesyonel fotoğraf makinası tavsiyeleri10
- türk kızlarının beğenmediği erkek tipi13
- inmesi binmesinden daha zor olan şeyler14
- stanleywhite10
- kalbin sadece bir kişiyi seveceği saçmalığı9
- junkman8
- siklememenin getirdiği huzur9
- fenerbahçe'nin bu sene de şampiyon olamaması8
- galatasaray9
- bakire misin diye soran erkek12
- xdearm8
- johnny bellington16
- icardi1905'in adam gibi adam olması15
- binali yıldırım'ın servet15
- mersinden kıbrısa yüzmek12
- sözlükte fake alacak kadar ezik olmak8
- güzel kızların size abi demeye başlaması11
- arda güler9
- türk kızlarının zenci sevdası13
- bir insan sizi ne kadar kırabilir13
- şu anda çalan şarkı11
- sevgili kendim12
Türkiye'yi anlamak konusunda bir tek benim kafam karışık sanıyordum ki; hafta sonunda ilber Ortaylı'nın verdiği mülakatı okuyunca içim rahatladı, bu konuda yalnız olmadığımı anladım. Ortaylı; 'Türkiye'de yükselen milliyetçilik filan yoktur' dedikten sonra 'Türkiye neyse odur' demiş. Bence Türkiye'yi en iyi anlatan cümle 'neyse odur'dur.
Ben de bilim adamı olmadığım için aynı çözümlemeyi; 'Böyle gelmiş böyle gider. Türkiye'de hiçbir şey değişmez. iyiye de gitmez kötüye de' diyerek yapıyorum. Yani bence de 'Türkiye neyse odur' da ben henüz maalesef 'neyse' kısmının üzerinde bir fikir oluşturamadım.
'Sui generis' yani 'kendine özgü' bir ülkedir burası. Ne en büyük felaket ne de en büyük güzellik değiştirebilir bizi. Tersine, biz başımıza gelen felaketi dahi değiştirip yaşarız. Bu değişmezliğimiz ve dayanıklılığımız nedeniyle bize dışarıdan gelen her türlü fikir ve akım burada yok olup bitmiştir.
Bunlar arasında demokrasi, Marksizm, faşizm de vardır. Gelen fikir, daha önce ne kadar güçlü olursa olsun sınırlarımız içine girer girmez çözülmeye ve şekil değiştirmeye başlar, bir türlü 'mutant' haline gelir. O yüzden bizde demokrasi filan yoktur, demokrasinin 'mutant'ı vardır. Bu dayanıklılığımız ve değişmezliğimiz nedeniyle Türkiye ilelebet payidar olacaktır. Bu ülke bölünemez yok da edilemez. Şeriat devleti filan da olmaz, kimse merak etmesin...
Bu dayanıklılığımızın nedenini, isterseniz tarihi inceleyerek anlayabilirsiniz. Ben farklı bir yol izledim. Gerçi benim de Türk tarihini anlatan birçok kitabım var artık. Binamız sınırları içinde var olan çok sayıdaki büyük Türk büyüklerinden bir tanesi, bana 'Göktürkler', 'Eski Türkler' gibi başlıklara sahip olan birçok kitap hediye etti. Bu iki isim, verdiği kitaplar arasında en eğlendirici olanlara aitti. Gerisini siz düşünün... Arkadaşlara 'ben eğer bu kitapları bir gün okumaya başlarsam beni direkt tımarhaneye kaldırın' dedim. O zaman kaldırmasalar da nasılsa kitapları okuduktan sonra kesinlikle delireceğim için erken davranmakta yarar vardı. Bazı arkadaşlarım çalışmalarıma 'Eski Türkler'den değil, insanlığın kökenini okuyarak başlamamı tavsiye etti. Ancak bana göre, bu bile işleri daha da karıştırmaktan başka işe yaramayacaktı. Çünkü paleoantropoloji bilimi bile Türkler karşısında çaresiz kalacaktır büyük ihtimalle.
Yani anlayacağınız ben 'Türkiye neyse odur' sonucuna bilimsel çalışma yaparak değil kültürel gözlemleme yoluyla vardım. Önceki gün binamızın arka kısmına bakan penceremin önünde bazı arkadaşlara söylev veriyordum. Dışarıdaki manzaranın ne kadar da Auschwitz'deki toplama kampını andırdığını anlatıyordum. Çok sayıda olan büyük Türk büyüklerinden bir tanesi 'Şimdi manzara güzel. Daha önce görecektiniz burayı' dedi. Gayet tabii ki meraklanarak ve bir manzaranın daha çirkin nasıl olabileceğini anlamadığımdan 'o zaman ne vardı' diye sormak zorunda kaldım ve adam maalesef anlatmaya başladı. O zamanlar binaların tam ortasında çok yüksek bir elektrik direği varmış. Yazar odalarına çok yakın olan bu direk yüzünden bazı yazarlar, fazla elektrik yüklemesi nedeniyle henüz ismi konulamamış yaratıklara filan dönüşmüşler... Sonra bir gün şikayet üzerine yetkililer gelmiş, (bu da enteresan tabii ki, bir şikayet üzerine yetkililerin gerçekten gelmesi de ilginç bir gelişme) ve direği söküp gitmişler.
'Peki sonra ne oldu' dedim. Hiçbir şey olmamış, hayat aynen devam etmiş. Düşünebiliyor musunuz; birçok yöne doğru elektrik dağıtan bir direk sökülüyor ve hiçbir yer etkilenmiyor, hayat aynen devam ediyor. Böyle bir şey Batı'da bir ülkede olsaydı, ilk önce o şehirde daha sonra belki de tüm ülkede ve en sonunda tüm Avrupa'da elektrikler kesilir, hayat felç olurdu.
Böyle bir şey Türkiye'de neden olmuyor? Çünkü elektrik dağıtım sistemi de Türkiye koşullarına adapte olmuş. Bu, demokrasi fikrinin Türkiye'ye geldiğinde 'mutant' olmasına benziyor. Aynı sürecin teknik düzeyde yaşanması değişimin olmayacağının kanıtı. Yetkililer gelmeden önce elektrik direğinin neden orada olduğu da, kaldırıldıktan sonra elektriklerin neden kesilmediği de meçhul. Bu gibi banal sorunlarla kimse uğraşmıyor, burada hiçbir şey olmaz abi. Türkiye bu, 'neyse o.'
serdar turgutun bir yazisi
Ben de bilim adamı olmadığım için aynı çözümlemeyi; 'Böyle gelmiş böyle gider. Türkiye'de hiçbir şey değişmez. iyiye de gitmez kötüye de' diyerek yapıyorum. Yani bence de 'Türkiye neyse odur' da ben henüz maalesef 'neyse' kısmının üzerinde bir fikir oluşturamadım.
'Sui generis' yani 'kendine özgü' bir ülkedir burası. Ne en büyük felaket ne de en büyük güzellik değiştirebilir bizi. Tersine, biz başımıza gelen felaketi dahi değiştirip yaşarız. Bu değişmezliğimiz ve dayanıklılığımız nedeniyle bize dışarıdan gelen her türlü fikir ve akım burada yok olup bitmiştir.
Bunlar arasında demokrasi, Marksizm, faşizm de vardır. Gelen fikir, daha önce ne kadar güçlü olursa olsun sınırlarımız içine girer girmez çözülmeye ve şekil değiştirmeye başlar, bir türlü 'mutant' haline gelir. O yüzden bizde demokrasi filan yoktur, demokrasinin 'mutant'ı vardır. Bu dayanıklılığımız ve değişmezliğimiz nedeniyle Türkiye ilelebet payidar olacaktır. Bu ülke bölünemez yok da edilemez. Şeriat devleti filan da olmaz, kimse merak etmesin...
Bu dayanıklılığımızın nedenini, isterseniz tarihi inceleyerek anlayabilirsiniz. Ben farklı bir yol izledim. Gerçi benim de Türk tarihini anlatan birçok kitabım var artık. Binamız sınırları içinde var olan çok sayıdaki büyük Türk büyüklerinden bir tanesi, bana 'Göktürkler', 'Eski Türkler' gibi başlıklara sahip olan birçok kitap hediye etti. Bu iki isim, verdiği kitaplar arasında en eğlendirici olanlara aitti. Gerisini siz düşünün... Arkadaşlara 'ben eğer bu kitapları bir gün okumaya başlarsam beni direkt tımarhaneye kaldırın' dedim. O zaman kaldırmasalar da nasılsa kitapları okuduktan sonra kesinlikle delireceğim için erken davranmakta yarar vardı. Bazı arkadaşlarım çalışmalarıma 'Eski Türkler'den değil, insanlığın kökenini okuyarak başlamamı tavsiye etti. Ancak bana göre, bu bile işleri daha da karıştırmaktan başka işe yaramayacaktı. Çünkü paleoantropoloji bilimi bile Türkler karşısında çaresiz kalacaktır büyük ihtimalle.
Yani anlayacağınız ben 'Türkiye neyse odur' sonucuna bilimsel çalışma yaparak değil kültürel gözlemleme yoluyla vardım. Önceki gün binamızın arka kısmına bakan penceremin önünde bazı arkadaşlara söylev veriyordum. Dışarıdaki manzaranın ne kadar da Auschwitz'deki toplama kampını andırdığını anlatıyordum. Çok sayıda olan büyük Türk büyüklerinden bir tanesi 'Şimdi manzara güzel. Daha önce görecektiniz burayı' dedi. Gayet tabii ki meraklanarak ve bir manzaranın daha çirkin nasıl olabileceğini anlamadığımdan 'o zaman ne vardı' diye sormak zorunda kaldım ve adam maalesef anlatmaya başladı. O zamanlar binaların tam ortasında çok yüksek bir elektrik direği varmış. Yazar odalarına çok yakın olan bu direk yüzünden bazı yazarlar, fazla elektrik yüklemesi nedeniyle henüz ismi konulamamış yaratıklara filan dönüşmüşler... Sonra bir gün şikayet üzerine yetkililer gelmiş, (bu da enteresan tabii ki, bir şikayet üzerine yetkililerin gerçekten gelmesi de ilginç bir gelişme) ve direği söküp gitmişler.
'Peki sonra ne oldu' dedim. Hiçbir şey olmamış, hayat aynen devam etmiş. Düşünebiliyor musunuz; birçok yöne doğru elektrik dağıtan bir direk sökülüyor ve hiçbir yer etkilenmiyor, hayat aynen devam ediyor. Böyle bir şey Batı'da bir ülkede olsaydı, ilk önce o şehirde daha sonra belki de tüm ülkede ve en sonunda tüm Avrupa'da elektrikler kesilir, hayat felç olurdu.
Böyle bir şey Türkiye'de neden olmuyor? Çünkü elektrik dağıtım sistemi de Türkiye koşullarına adapte olmuş. Bu, demokrasi fikrinin Türkiye'ye geldiğinde 'mutant' olmasına benziyor. Aynı sürecin teknik düzeyde yaşanması değişimin olmayacağının kanıtı. Yetkililer gelmeden önce elektrik direğinin neden orada olduğu da, kaldırıldıktan sonra elektriklerin neden kesilmediği de meçhul. Bu gibi banal sorunlarla kimse uğraşmıyor, burada hiçbir şey olmaz abi. Türkiye bu, 'neyse o.'
serdar turgutun bir yazisi
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar