bugün

mantık ve dünya gerçekleriyle değil de duygusallıkla yapılan karşılaştırmadır. işimizi doğru yapmadığımız için hep ah yazık oldu, hakkımızdı ama olmadı sözleriyle hayıflanır dururuz. kazanılan zaferlerin ardından sağlıklı analizler yapılmadığı için de bir sonraki maçta aynı hatalar bağıra bağıra gelmektedir. hoşgelmiş sefa getirmiş ne diyelim.
türk insanını yönlendirenlerin ezik yapıda olmasından kaynaklanır.

misal almanya-türkiye maçı... biz-onlar şeklinde maç anlatmasın diye isyan ettirir bu spikerler beni. yorumcular ayrı andaval. neymiş haken şuralıymış, buralıymış, faulü vermemiş, almanlar yere yatıp zaman geçirmişler... adamlar penaltısını da aynı adam vermedi. ne oldu? sustu amcam.

neymiş almanya hak etmediği bir galibiyet alıp finale çıkmış. ulan sen 3 maçını bala kazanıp adamların karşısına çıktın zaten. o zaman hakemler süperdi. hırvatistan maçında golden sonra bitirseydi yine dünya türklere karşıydı. golü atacak zamanı verdi kral oldu. ne ala memleket... eziğiz lan işte. türk milleti gazla çalışır ve eziktir. bunlar gerçekler. futbol örneğini verdim ki konu daha net anlaşılır. ne de olsa en hakim olduğumuz konu. sonra türkler barbar dedi diye mahkemelere çıkartırlar adamları... biraz objektif ol bakalım o konuda; savaş meydanlarına baltalarla, silahlarla indi lan adamlar. milli futbol takımının maçını kurtuluş savaşına çevirdiler silahlarla. turistleri, en prestijli şehrinin meydanın bir .ikmediği kaldı adamların. annelerinin yıllarca taktığı örtüyü, devlet meselesi yaptılar. hani objektif bakış? "ver ayarı alttan çekil kenara objektifliği".

yabancı müzik dinleyen adamlara hala kötü gözle bakan insanlar var lan bu ülkede. sadece futbol değil yani. türkün türkten başka dostu yoktur mantalitesinde 60 yıldır yaşayan bünye var. ne objekifi ne deklanşörü?

yarışma programlarıyla, şişirme haberlerle, uydurma filmlerle, eksik tarih bilgileriyle ilerleyen, yalpalaya yalpalaya yürüyen insanların oluşturduğu, dışa kendisini kapatmayı marifet sanan insanların ülkesinde ne objektifliği allasen? program adı olur o bu ülkede.

(bkz: kendine karsi objektif olmak)
en buyuk sebeplerinden birisi ise turkiye sinirlari disina hic cikmamasidir. oturdugu yerden tum dunya hakkinda yorum yapabilmesinin de kaynagi budur. farkli kaynaklardan bilgi edinmemesi veya edinememesi ise baska bir sorundur. ama bir amerika gorseler cok farkli dusunmeye baslarlar ve objektif insanlar derneginin krali olurlar.
tüm insanlar için geçerli olmamakla birlikte, türk insanının kapalı zihin yapısından çok duygusal oluşundan kaynaklandığına inandığım olaydır.

maç yorumları, ilişkiler, siyaset vb. konulara hep duygusal bakıyoruz. inandığımız bir insanın peşinden sorgulamadan gidebiliyor, her zaman maçta en iyi oynayan bizmişiz gibi davranabiliyoruz. işin aslı başka olsa da, görmeyi yediremiyoruz kendimize. çünkü objektif bakınca karşılaştığımız manzara bizi üzebiliyor.

türk insanının özünde var kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek... o yüzden objektiflik uzak bize. bilinç, eğitim, bakış açısının da üstünde, genetik duygusallığımız var bizim! yine de:

(bkz: istisnalar kaideyi bozmaz)
menfaatkar, işine gelmeci bir yapımız olaması nedeniyle bire bir gider. En eğitimlimizden tutun en eğitimsizimize kadar kendine göre objektif yorumlaması vardır. Asıl objektif yaklaşımda bulunanlarada dönek, fırdöndü diye takma adlar takılır ve sevilmezler. çünkü onun yaptığı yorum kendi menfaatlerimize zarar vemektedir.
(bkz: sınıflara ayrılmış objektif yorum)
okumamaktan ileri gelmektedir. isterseniz gazete satışlarına bakın 70 milyon ülkede neredeyse 5 milyon gazete satılıyor ama kimi görürseniz her konuda yorum yapmaya çalışır. okumayan insandan sağlıklı yorum beklemek hata zaten. bu insanların çoğu başkalarından duyduğunu kendi düşüncesi gibi savunup başkalarına aktarır. belki klasik bir laf olacak ama hakikaten eğitim şart. bu kelime de söylenen söylene içi boşaldı, anlamsızlaştı. belki de en güçlü kelimemizi kaybettik.
insanların okudukları gazetelerin her dönem değişen iktidarın huyu suyuna gitmek adına ve sermayenin gazabına uğramamak adına objektif yorum yapamamalarından kaynaklanan ve yerleşik emperyalist-kapitalist egemenlerin medya tekellerinin , basın organlarının piyasaya hakim yapısından ve medyanın toplumu siyasi iktidarın politikaları doğrultusunda değiştirme ve gerçekleri karartma özelliğinden müzdarip insanların içinde bulunduğu durumdur. O vakit bağımsız kalmayı başarabilmiş birkaç gazeteye ve internet sitelerinden makalelere , kitaplara ulaşmak artık zaruri olmuştur.
doğan medyasının işine gemleyen haberleri yazmaması sonucu gelişebilecek durum.
artık genlerimize işlemiş ''öyle oluversin efendim''ciliğin yan etkisidir. türk filmlerindeki efektlerin dünya standartlarında olmadığından bahsedersiniz ''öyle oluversin efendim daha yeni gelişiyor türk sineması'', halkımız hiç bir olayda sakin davranmıyor, linç kültürü artıyor, ''öyle oluversin efendim, trabzon'da bildiri dağıtanlar vardı gördüler bak!'', bekarete önem vermek yada vermemek modernlik değildir, bu iki görüşün birbirine saygısı modernliktir, ''hadi be sende, gavatlara yer yok burda, buda öyle oluversin..''

bu kadar çok ''öyle oluversin'' deyince tabiki ortada empati, karşıt görüşe saygı falan kalmıyor, e birde üstüne toplumdan başka bir insan olma fikri ürkütücü gelince objektiflik falan kalmıyor eh napalım, öyle oluversin
(bkz: huyumuz kurusun)
(bkz: kime göre neye göre)
objektiflik doğası gereği bi kesim için subjektiftir her zaman. bir sosyaliste göre tutucu müslümanın yazdıkları, ırkçıya göre anarşistin söylemleri, kapitaliste göre komünistin söylemleri kabul edilemez, yanlıdır, diğer bir deyişle herkesin objektiflik perspektifi kendi baktığı penceresinden gördüğü kadardır. burda da eğitimin rolü önemli, genel olarak eğitim sistemi ''verdiklerimi al, geri kalanlara ihtiyacın yok, benden farklı söyleyen herkes yalancıdır, söyledikleri yalandır, tek doğru benim söylediğimdir'' mantığında işlediğinden farklı fikirleri yok sayan, bu söylemleri hiç söylenmemiş gören yapıda. bu durum daha çok dinci yapılanmalarda olsa da milliyetçi yapılanmalarda da durum pek farklı değil. ve bu eğitim bilinçaltına öyle bir yer etmiş durumda ki, farklı düşüncelere gönül verilmiş olmasına rağmen bu tutuculuk gene devreye giriyor ve bu sefer de kendi düşüncesinden farklı olanları yoksayma eğilimi gösteriyor. (bkz: dervişin fikri neyse zikri de odur) burda da yorumu yapan kişiye çok iş düşer, eğer düşüncelerini kabul ettirmek ya da en azından kafalarda bir soru işareti bırakmak istiyorsa içi boş cümleler yerine argümanlarla, kaynaklarla, ortaya attığı iddialara karşı görüşler olduğunda iddialarını doğrulayabilecek altyapıya sahip olmakla bunu başarabilir. aksi halde yapılan ajitasyondan başka birşey olmaz. karşı tarafa düşen misyon da tahammül sınırlarının geniş olması gerekliliğidir. şöyle ki, bir insan olaya kendi bakış açısıyla bakmak ister ve farklı görüşlere tahammülsüzlük gösterirse siz ağzınızla kuş tutun o yobazlığından* vazgeçmez, yaşam sebebi odur çünkü kendi bakış açısında, hayat damarlarından birini kendi eliyle kopartamaz.

hülasa her yorum subjektifdir, önemli olan subjektif yorum yaparken konuya hakim olup olmama meselesidir, yorumunu dayandırdığı temeller, argümanlardır. eğer temeller sağlamsa karşı taraf ancak mihrabı yıkmayı başarır, minare sağlam kalır. aksi takdirde ise, yani bigi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya kalkılırsa biri çıkar ve ağzınızın payını verir.
bir tarafa bilenerek yetiştirilmiş olmakla ilgili yapamama durumu. her şey zıttı ile kaimdir'i yanlış yorumlamış/ve haliyle yanlış yorumlatılmış ebeveyn faktörünün terlikle/şamarla*şekillendirmesi sonucu yaşanıyor olan bu hal "18 yaşındayım, artık bana karışamazsın. terk ediyorum evi!" diyemeyen sünepenin kanıksatılmış kimliğidir.

dedem cemal gürsel'e en ağır küfürleri ederdi. o yaşta bulsam cemal'i, o ruh haliyle ben bile ..kerdim belki. yapamasam da dedeme götürürdüm ikna edebilirsem. ağır oldu bu bu be...hafifleteyim: yetişkin şimdi yazılacakları kabul etmeyecek olsa da, ebeveyn etkisi hayatının eğilme döneminde mecburiyet-edimsel koşullanma- esasına dayalı olarak üzerinde yok sayılamayacak denli baskındır. bu ülkede evlat, diğer coğrafyalardakinden çok daha bariz bir şekilde yontulmaya maruz kalan kişiliksiz öznedir. erkek egemen toplum kurallarından doğan erki arkasına almış ve kendi özel kuvvetleriyle birleştirmiş bir babanın dünya görüşünü mot a mot kabullenmeyi reddetmiş averaj bir tip henüz mekiğinden inip aramıza teşrif etmemiştir.

bu yetişkinler sonraları ayn rand'e rastlayıp, "ben"i keşfe çıkmış, kişisel nitelikler kazanımına yönelmiş ve anaforlarda debelenip durmuşlardır. bu debelenme esnasında zihinde akseden tek sada: "ben sana demiştim eşşoleeşşek!"
olayların son damlasına kadar doğru olan durumdur. ama göt sıkışınca, menfaat kalmayınca tarafsız da olabilirler.
(bkz: objektivite diye bir şeyin olmaması)

(bkz: relativite)
(bkz: hermeneutik)