bugün

19 şubatta çıkması beklenen ancak 14 şubatta çıkarak * hepimizi sevindiren,canımız ciğerimiz radiohead'in 8.stüdyo albümü

http://www.thekingoflimbs.com/

Albüm adını Wiltshire'daki Savernake ormanında bulunan 1000 yıllık bir meşe ağacından alıyor.
deliler gibi beklediğim albüm. eminim ki 2010'lu yıllara da müthiş bir giriş yapacak bu albümle radiohead.
19 Şubatta internetten siparişe sunulacak olan, 9 Mayıs'ta ise fiziksel satışa sunulacak olan özlemle beklediğim albüm. Bu yılın en güzel hediyesi oldu bana. mutluluktan midemde kelebekler falan uçuşuyor şu an. şu an aptal gibiyim, gülümsüyorum etrafa, kalbim atıyor falan. naptılar bana ne oldu. hala şoktayım.
albümle ilgili haber ve albüm kapağı olması muhtemel resim:

http://www.ntvmsnbc.com/id/25182733
daha albüm çıkmamasına rağmen içindeki şarkılardan biri internete verilmiş olan albümdür.

lotus flower
[http://www.facebook.com/photo.php?v=10151084701853485 ]
pre-order edenlerin şu anda indirebildiği albümdür. ayrıca albümdeki şarkılar için:

(bkz: bloom)
(bkz: morning mr magpie)
(bkz: little by little)
(bkz: feral)
(bkz: lotus flower)
(bkz: codex)
(bkz: give up the ghost)
(bkz: seperator)
yine müthiş. yine yıllarca dinlenir cinsten. yine başka dünyalarda gezdiriyor insanı. kid a'e benziyor eleştirilerini sıkça okuyacak olsanız da zannımca yanlış zira herhangi bir radiohead albümü için edilecek laf değildir "benziyor". * 8 şarkılık olması biraz hevesi kursakta bırakır cinsten ama albümü bitirdikten sonra bir daha başlatıyorsunuz sonra bir daha. çıtırından "albüm için ne dediler" yaparsak;

ömer üründül:
-radiohead artık başka bişi yapıyor sayın üründül, bambaşka güzel
+çok.

bülent arınç:
-bizim kültürümüzde böylesi yok ama güzel.

behzat ç.:
-harun; amirim bu albüm'de sanki kid a havası hakim
+saçma sapan konuşma la

kısacası çok güzel dinlenmeli mutlaka.

yazar'ın favorisi:
(bkz: little by little)
albümü yeni dinledim, ayrıntılı yorumları sonra yaparız, özetle,

bu müzik bu dünyadan değil..

ağlamak istiyorum

ağlamak sözlük

mutluluktan..
dün gece sabaha kadar dinlediğim albümdür kendileri... en sevdiğim tarafları anathema gibi tek düze şarkıları yapmamaları.

give up the ghost ve bloom iyidir iyi.
süper olay.
little by little parçasıyla kalbimi kazanan albüm.
iyidir iyi.
an itibariyle 1 kez dinlediğim albümdür.ve izlenimlerim şunlardır.

daha ilk şarkısından, farklı dünyalardan gelen bir albüm olduğunu kanıtlıyor .

kid a gibi olmuş sanki ,çok beğendim .şarkılardaki tonlar harika .

ve birde codex gibi bir şarkı varki bu albümde adamı alıp götürüyor .

lotus flower,little by little,give up the ghost da beğendiğim parçalardan.
kendisi hakkında inanılmaz eleştiri yazıları bir bir internette kendine yer bulmaya başlamış albüm. avaz avaz'da şöyle inanılmaz bişi var misal
radiohead'in tarzının yavaş yavaş chill out'a kaydığını gösteren albümdür.
bu albümün yan etkilerinin yaşattığı haz tek kelimeyle müthiş. aşırı dozda alınız.
her dinlediğimde daha da güzelleşen albüm. şu anda söyleyebileceğim bu albümü in rainbows'tan daha çok sevdiğim kesindir. in rainbows harikaydı. ama herkes biliyordu ki radiohead in rainbows'tan daha zor, daha iyi albümler yapabilir. bu manada radiohead yaratıcı özüne döndüğü için acccayip mutluyum. çok mutluyum hem de. müzik eleştirmenleri genelde albümün eleştiri yapması çok zor bir albüm olduğunu belirtmişler, bu da radiohead'in artık ne seviyede olduğunu herkese gösteriyor.

the king of limbs ben bir radiohead albümüyüm diye çığlık atıyor. bu albüm radiohead'in bugüne kadar çıkardığı bütün albümlerden tılsımlar taşıyor. ama yepyeni bir yola girmiş müzik aynı zamanda. kid a'in yaratıcılığı, elektronik mükemmelliği, pablo honey, the bends'in çocuksuluğu ve samimiyeti, amnesiac'ın gerginliği, hail to the thief'in kendinden emin, kontrollü enerjisi, ok computer'ın duygusallığı.. hepsinden birer tılsım var albümde. belki de en çok kid a'den tılsımlar var. ama aynı zamanda albüm hiç biri.. radiohead bu tılsımları ardında bırakıp daha başka diyarlara yelken açıyor yine. grup, bütün ürettiklerini kutsuyor ve onları ustalıkla başka bir şekle sokuyor. nazikçe, sabırla törpülüyor hepsini parlatıyor. ve kendi ürettiklerinden yine nazikçe uzaklaşıyor.

dinleyiciler genelde albümü beğenmemiş gibi görünüyorlar, daha doğrusu kararsız görünüyorlar. radiohead yıllardır farklı şeyler yaratmanın peşinde. ok computer, the bends çoktan geride kaldı. bazı dinleyiciler bunu ısrarla kabul etmek istemiyor ve albümü büyük hayalkırıklığı olarak görüyorlar, sanki radiohead ilk defa böyle bir şeye kalkışmış gibi, anlaması zor. bu grup 25 tane ok computer çıkarsaydı kime ne faydası olacaktı çok merak ediyorum. zaten ok computer tarzının en iyisi en güzeli, bir eşi daha yok olmayacak da. bu kadar zorlamanın bir alemi yok ki. onu kendi güzelliğinde bırakın kalsın öyle. bu tür albümleri kıymetli yapan şeylerden biri de zaten tekrar edilmemiş olmaları.

aynı şeyi pj harvey için de yapıyorlar. pj'den hala rid of me falan çıkarmasını bekliyorlar. dinleyicilerin eskiye olan tutkusu ve bu tutuculuğu müziğe hiç bir katkı sağlamıyor. pj harvey bu durum için "zaten yapabildiğim bir şeyi tekrar yapmak istemiyorum. çünkü güvende hissetmek istemiyorum" diyor. aynı hisleri muhtemelen radiohead de yaşıyor. kendilerini tekrar etmek istemiyorlar işte bunun tartışılacak başka bir yanı yok. üstelik radiohead kendini çoktan aştı artık, sadece bir rock grubu değil, tam anlamıyla müzik grubu. eskiler eskide kalsın orda güzeller.

radiohead'in zaten ispatlayacak hiç bir şeyi yok bu piyasaya. kimseyi memnun etmek zorunda değiller. uzun zaman önce klasik şarkı tanımını değiştirdiler. dinleyicinin kanıksadığı algılara meydan okudular ve onu başka bir dünyaya götürdüler, bilmediği dünyalara. sadece dinleyicilere değil, diğer müzisyenlere ve gruplara da rehberlik etti bu yeni diyarlarda radiohead.

ne aldıkları ne alacakları ne de almayacakları ödüller umrumda, ne satışları ne de başka bir şeyleri. radiohead benim için hep 1 numara olacak. benim vazgeçilmez sihirli ve sonsuz dünyam olacak, bana hep yeni sonsuzluklar gösterecek. bu böyle gidecek..

Radiohead'in her biri üyesini kazalardan belalardan her türlü acayiplikten koru Yareppim. Müzik dünyasının başından Radiohead'i eksik etme Yareppim..

Amiiiiin..
aksine sözlük! akustikle yazılımı en iyi birleştirdikleri albüm olmuş! ellerinden öper türkiye'ye de bekleriz artık lan!
http://www.theuniversalsigh.com/
(bkz: super collider)
(bkz: the butcher)
daha önce internetten satın alanların supercollider ve the butcher'ı indirebileceği albüm. Wav formatında 350 megabayta 8 şarkı indirmişken yeni eklenen iki bonus şarkının 180 mb olması da ilginç geldi bana.
benim için bir kez daha yalnız geçen bir 14 şubat gününde albümün çıkacağı haberi verilmişti. O gün ne kadar sevinmiştim anlatamam sanki o özel günde sevgilim oluvermişti albüm. Ne yazık ki 19 şubat günü albümü indirdiğimde yaşadığım hayal kırıklığı beni yerden yere vurdu ve albümle erkenden ayrılmak zorunda kaldık. O güne kadar iyi bir ilişkiydi fakat gerçekleri görünce büyük hayal kırıklığı yaşadım. Sevdiğim birkaç şarkı da olmadı değil, mesela little by little hoş şarkıymış. Sonradan çıkardıkları the butcher ve supercollider biraz da olsun moralimi düzeltti.
önceki günlerde grub özel bir seri için tüm şarkıları çaldı (#12396110)
pek çok radiohead hayranına sevgililer gününde güzel bir hediye olan şarkı. yani sizin sevgiliniz olmasa bile bu grup sizin sevgiliniz.
2012 grammy ödülleri'nde, en iyi alternatif albüm, en iyi rock şarkısı (lotus flower) ve en iyi rock performansı(lotus flower) dalları da dahil olmak üzere 5 adaylığı olan radiohead albümü.
albümün pitchfork'ta yayınlanan, mark pytlik tarafından yazılmış ve 10 üzerinden 7.9 almış incelemesinin tarafımdan yapılmış ve yani boktan olma ihtimali yüksek çevirisi:

http://www.bilirkisiheyet...e-king-of-limbs-2011.html

madem in rainbows'taki müziğin dört yıldır kendi çalışma mekanizmasıyla ön plana gelme imkanı vardı, öyleyse, aslında dürüst bir iş problemi çözme girişimiyle sarmalanmış bu albüm unutulmaya meyyal. istediğin-kadar-öde sistemi sadece radiohead'in alicenaplığı değildi; sarsılmış müzik endüstrisiyle yüzleşmek için yöneltilecek tek ve en önemli soruyu sormak için tanınırlıklarını ve daha yeni kazandıkları bağımsızlıklarını kullanıyorlardı: download çağında çıkan bir albümün grubun fanları için değeri nedir?

geçen hafta pazartesi günü duyurulan ve sonra da planlanandan bir gün önce kızgın fanların önüne bir sığır bifteği gibi fırlatılan, grubun sekizinci albümü yardım kutusu modelinden vazgeçiyor ama yine de kendini müziği nasıl tükettiğimiz ve müzikle nasıl ilişki kurduğumuz hakkındaki kavramları sorgularken buluyor. 37 dakika süren sekiz hafif parça barındıran the king of limbs, radiohead'in 40 dakika seviyesinden az süren ve aynı zamanda modern albüm ile ep arasındaki belirsizliğe düşen ilk albümü. daha da ötesi, eğer radiohead müzikleri hakkında yeni bir soru sormak istiyorsa bu kasten kısa kesilmiş ve neredeyse meydan okuyucu duruyor.

thom yorke, ağustos 2009'da the believer dergisine "hiçbirimiz o uzunçalar kayıt şamatasına girmek istemiyoruz" diye konuştu. "ciddi bir külfete dönüştü. in rainbows'ta işe yaramıştı çünkü o zaman nereye gittiğimiz konusunda sabit fikirliydik. ama hepimiz dedik ki muhtemelen bir daha böyle bir işe girişemeyeceğiz. başımıza bela olur." bu bir radiohead üyesinin alenen albüm formatını inkar etme hayali kurmasının ilk örneği değildir ama en ikna edicisi olabilir. the bends, ok computer, kid a, amnesiac ve in rainbows kalıbında kayıtlar yapma stresinden kurtulmak için açıkça taahhüt şartlarını değiştirmekten daha iyi bir yol olabilir mi?

radiohead'in sekizinci kaydı the king of limbs, dikkat çekici bir şekilde, üzerine düşünülmüş ve uyumlu, aynı zamanda evvelki albümlerindeki spektrumun dışında bir yerde duran bir müzik bütünlüğü sunma girişiminde. büyüleyici akustiklerinin yahut grubun pazardaki dekorunun zedelenmemesi için söylemiyorum lakin kendi kilometre taşlarının çoğunun aksine, grubun yeni gelenekler oluşturmak için bütün beklentilere meydan okumasının zerre kadar mantığı yok.

onun yerine, çoğunlukla ufak duran ama grubun daha önce keşfedilmiş yönlerinin doğal evrimi olan sekiz şarkı var elimizde. açılışı yapan "bloom", radiohead'in robotik birer sıkıntılı davul döngüleri ve ritmik bir düğüm halindeki dökülen klaksonlar sekansıyla geri dönüşünü duyuruyor. "morning mr. magpie", eski bir canlı versiyon akustik balladın daha bir huzursuz formda yeniden biçimlendirilmesi. parçanın neşeli yapısı buzlu parlak bir yüzeye dönüşüyor. dağılan gitar formlarıyla birlikte tıkırdayan, fışırdayan perküsyon çalışması "little by little" kulağa döküntü ve sağlıksız geliyor. bu arada, "feral" parçasında yorke'un sesi eğilip bükülüp, camdan daha keskin ses çıkaran üzeri örtülmüş davul şablonuna karşı stereo kanalı etrafında vızıldayıcı şekilde yankılanan, james blake-vari kıvrılmalara evriliyor.

albümün bu daha ritmik yarısında, elektronik perküsyonü -tabii ki- ağır, ama bir de davulcu phil selway'in dengesiz zaman işaretleri üzerine kurulu abartı vurgularla birlikte şekilleniyor. daha öncelerden gelen kapsamlı grup enerjisi, bu arada, sanki kendi küçültülmüş bir versiyonuna doğru azalmış. "bodysnatchers"ı kotaran grup bu değil; bu adamlar, şarkıların çekip koparan bunaltısına uygun düşen kesin, neredeyse bilimsel bir kısıtlamayla çalıyorlar.

daha yumuşak, daha hayalci olan ikinci kısımda cisimler, ritimlerin geri plana çekilmesi ve daha geleneksel şarkı yapılarının ön plana çıkması ile saldırıya geçiyor. büyük ihtimalle bir ballad olmadığı ve nakartı olduğu için albümden önce single olarak yayınlanan "lotus flower", yorke'u sinsi, tiz modda akılda kalıcı olmayan hooklar* savurur halde yakalıyor. albüm, önce allak bullak flanşlanmış** piyano akorlarının, uzun, ağlamaklı ses titremelerinin ve en davetkar haliyle yorke'un ön plana çıktığı "pyramid song"un uyuşturulmuş kuzeni "codex" ve sonra akustik, gitar öncüllü, yıkılmak üzere olan harikulade armoni duvarına tiz sesler doluşturan call-and-response*** "give up the ghost" ile devam ediyor. son parça "separator", aklıselim, orta tempoda, 1990'lar radiohead'i ile neil young dokunuşundan ilham almış gitar çalışmasıni birleştiren ve başladığı karmaşık patırtıdan kilometrelerce uzakta hoş ve basit bir notayla kapanış. tam bir yığıntı olan ilk yarıyla kıyasladığımızda albümün siz farkına bile varmadan bitişe ulaşan son geniş bölümünde, bütün o açık alanla ilgili tatmin edici bir şey var. albümün 37 dakikasından bile daha hafif hissettiren iyi ambalajlama numarası.

yani: sekiz parça, hepsi harcadığınız vakte değer ve hatta the king of limbs muhtemelen radiohead'in en çok anlaşmazlık yaratan kaydı diye kabul edilebilir. forumlarda ve sosyal medyada yapılacak bir tarama, birçok hayal kırıklığına uğramış fanın elde ettikleri harikuladelik ile elde edeceklerini düşündükleri deha arasındaki boşlukta mana aradığı izlenimini veriyor. albümü genel olarak değerlendirdiğimizde kafaların karışmasının normal olduğu o boşluk. orası radiohead'in en alışılagelmiş arazisi ve grup faydalı ürün vermeye devam ediyorken grubun imzası olan tamamen değişme tutkusu cevapsız kalıyor.

* hook: Bir parçanın dinleyicinin dikkatini çeken, kulağına takılan, en akılda kalan melodik bölümü.
** flanş : "flange" Bir ses dalgasının kopyasının, orjinaliyle görece küçük bir zaman farkı oluşturacak şekilde mikslenmesi sonucu yaratılan bir etkidir
*** call-and-response : Solist bir cümle söyler, buna enstrümanla cevap verilir ya da bir enstrüman melodik bir cümle çalar, askıda bırakır, buna cevap olarak çözülen bir melodi çalar.

orjinal metin: http://www.pitchfork.com/.../15149-the-king-of-limbs/