bugün

Kısaca:

Bloody Chamber Angela Carter'ın feminist hikâyelerinden biridir. Hikâye Charles Perrault'un hikayesi olan bluebeard'den esinlenerek yazılmıştır.

Fakir olduğu için zengin ve kendisinden yaşça büyük daha önce üç kere evlenmeiş bir adamla evlenen anlatıcımız 17 yaşındadır. Eşi Marquis anlatıcımıza kalenin anahtarlarını verir ve ona bir tek oda hariç bütün odalara girebileceğini söyler. Kendini "lovely prison" diye adlandırdığı koskoca şatoda yalnız hisseden anlatıcımız annesini arar ve ağlamaklı bir şekilde konuşur. Merakına yenik düşen anlatıcımız girmemesi gereken odaya girer ve orada Marquis'in daha önceki 3 eşinin ölü bedenleriyle karşılaşır. O anki dehşetten dolayı anahtarı düşüren anlatıcımız ne kadar yıkasa da üzerindeki kanı bir türlü yok edemez. iş seyahatinden erkenden dönen Marquis'in anahtarı ister ve onun odaya girdiğini anlar. Anlatıcımızı tam öldüreceği sırada annesi gelip Marquis'i silahla öldürerek onu kurtarır.

Hikâyedeki ölüm sembolleri:

-kan, çiçekler, aynalar, düğün odası, bekaretin kaybolması, anahtar üzerindeki kan.

-Düğün odası tamamıyla zambaklarla doludur. Zambak ölümü sembol ederken aynı zamanda yeniden canlanmayı, saflık ve masumiyeti de temsil eder.

Bluebeard'deki gelini ağabeyleri kurtarırken, Carter'ın kadın bir kahraman seçmesinin nedenleri:

-Anlatıcının annesi hikayenin kahramanıdır. Hikâyede bir baba sembolü yoktur fakat Marquis anlatıcımıza bir eşten çok babadır ve kendini tanrı gibi görmektedir. Kızının ağlaması anneyi harekete geçirmiştir (maternal telepathy). Marquis'i öldürerek sadece kızını kurtarmakla kalmayıp onun ayinlerini sona erdirmiştir. Marquis'in ölümünden sonra anlatıcımız kör biriyle evlenmiştir. Bu da önemli bir unsurdur. Önce kendisi Marquis'in oyuncağıydı ve ona bağlıydı şimdi ise kendisine bağlı olarak yaşamak zorunda olan birini seçmiştir.
güncel Önemli Başlıklar