bugün

Maruz kaldığımız şeyler değişiyor olsa da sonuçta hepimiz insanız; bir varlığımız, bir ruhumuz, bir aklımız, bir kalbimiz var. Bir can ve bir ten... Biz gündelik telaşlara kapılarak gözden kaçırıyor olsak da, esas hikâye bunun etrafında dönüyor. Biz kalbimizden geçenlere kulaklarımızı tıkıyor olsak da insanlığımızın nabzı orada atmaya devam ediyor.

Canımızın sıkıntısını hiçbir şeyle bastıramıyor, üstümüze çöken ağırlıkları bir türlü kaldıramıyor oluşumuzun altında kendimizden uzaklığımız var. Bizi kendimizden uzaklara sürükleyen her şeyin sonu yalana çıkıyor çünkü. Ne kadar cilalanmış, ne kadar allanıp pullanmış, ne kadar sarhoşlukla yoğrulmuş olsa da yalanlar özümüzü kendilerine inandıramıyor, çarpıntılarımızı teskin edemiyor. Bütün oyalanmaların, bütün avuntuların, bütün cafcaflı yalanların mutlaka bir son kullanma tarihi var. Duygular öteleniyor, kaygılar unutkanlıklara terkediliyor, derinlere gömülüyor ya da her şeyin arkasına saklanıyor olabilir. Ama bilinmeli ki yalanla kurulan her düzen temeli sağlam olmayan bir yapı gibi geçici olmaya mahkûm...

insana ve hayata uzun süre dikkatle baktığınızda bütün bu gündelikler dökülüyor yavaş yavaş üstünden, kalabalık bir gezegen ve ıssız bir insan kalıyor sadece ortada. En çıplak haliyle hayatın hikâyesi bu... Gerçeğin kapımıza dayanması ve er ya da geç kendi yalanlarımızla yüzleşmememiz kaçınılmaz. Ama bu yüzleşmenin vakti, her şey için çok geç kalmış olacağımız bir güne denk düşebilir. Bütün yalanların farkına vardığımız ve fakat hakikate hiç vaktimizin kalmadığı bir güne... Kim ister kendiyle böyle yakıcı bir randevuyu?

Gerçek kapımızı çalmadan kendi idrakimizle biz gitmeliyiz ona. Yalanlarımızdan arınarak... Bu noktaya kadar arınamaz isek varlığımızın üstünü örten örtülerden; ne hakikatin peşine düşecek mecalimiz, ne yalanla yüzleşmeye cesaretimiz olur. Hayatın tafsilatında boğulup gideriz.

Yalanlarla yüzleşmek gibi bir derdimiz olmalı hepimizin. Hayatımızı köşe bucak saran yalanların yaftalarını boyunlarına asabilirsek, içimizde bir hakikat kıvılcımı çakar diye umut edebiliriz.

Karanlığı aydınlıktan, aydınlığı karanlıktan biliyor, tanıyor değil miyiz? Yaşadığımız zamanın yalanlardan örülü bir zaman olduğu artık aşikâr... insanı ve hayatı gerçek yüzleriyle görmekte çok zorlandığımız bir zamandayız. Bugünün insanı ilgilerini rutine bağlamış, vaktini güncelin çerçöpüyle meşgul eden bir insan... Kendine bakmaktan korkan, varlığının sesine kulaklarını açacak cesareti olmayan bir insan... Kendi kuyruğunu kovalayan kediler gibiyiz hepimiz. Buna itiraz etmek, bundan rahatsız olmak, buna isyan etmek gerekiyor. Ama kuru kelimelerle değil, hayatı baştan aşağı değiştirerek aslına rücû ettirecek sağlam bir iradeyle...

(bkz: gökhan özcan)