bugün
- balayını italyada yapmak isteyen nişanlı12
- boşuna yaşıyorum hissi16
- chp'li o tekin'in öcalan'ın fotosu ile pozu30
- karımın çok mutlu olacağı gerçeği13
- patiswiss24
- evlilik9
- merfulu8
- sözlük kızlarının ayakkabıları18
- 23 nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı15
- kalbin sadece bir kişiyi seveceği saçmalığı16
- ups boobss nerelerde ramazan da bitti8
- bir kadında ilk baktığınız yer neresi23
- siklememenin getirdiği huzur12
- yakışıklı erkeği çirkin gösterecek şeyler16
- ruh okuzu8
- türk kızlarının beğenmediği erkek tipi20
- anın görüntüsü11
- modern kadinin ucuz ve kolay ulasilabilir olmasi9
- futbolcu ismiyle nick almak14
- escort fiyatlarının güncellenmesi8
- eloande'ye koca buluyoruz kampanyası10
- evlenmezsek yaşlanınca ne yapacağız sorunsalı11
- her yaptığı yemeği paylaşan kızın amacı10
- murat kurum kurudu gitti8
- arda güler12
- icardi190511
- icardi1905 silik olsun kampanyası20
- haçta iken sevgili ile sevişmek günah mıdır11
- yunanistan bizden çalsa rahatsız olmayacağınız şey11
- akp seçmeni16
- kadınların boşanmış erkeğe bakışı9
- online olup entry girmeyen yazarlar9
- bebek kokusu10
- fenerbahçe'nin bu sene de şampiyon olamaması23
- sözlük kızlarının don renkleri9
- karınıza range rover alır mısınız18
- susmayan durmayan israile gemi ticareti10
- ali erbaş11
- bülent uygun15
- chp genel merkezi önündeki aşırı üks araçlar10
- güzel kızların size abi demeye başlaması12
- çirkin erkeği yakışıklı gösterecek şeyler10
- belediyeler el değiştirince bütün foyalar döküldü23
- ismail kartal12
- sivasspor'a verilen penaltı27
- sinemaların batma aşamasına gelmesi22
- 22 nisan 2024 sivasspor fenerbahçe maçı31
- trollerin karışması8
- fenerbahçe11
- sözlük yazarlarının pankekleri13
kara yakındı önce, hem çok yakın,
elimi uzatsam tutardı.
yıldızsız teknemdi inip çıkan gece,
kurumuş gece, kum, kömür, arduvaz...
kara yakındı önce, hem çok yakın,
denizleyin inip çıkan önümde
bir tanrının atardamarı.
açtım, yorgundum ama uykum yoktu.
günlerce yekesiz yelkensiz
ne de çok kuş takılmıştı ardımıza,
ne çok harman gördüm köpükten beyaz...
açtım, yorgundum ama uykum yoktu.
güneşler hala sağımda solumda,
sürer gibiydi açık deniz.
deniz en ince hayvanı belleğin
nerden kalktım, o rıhtım, o çan...
bilmiyorum o gök kıyı nereye gitti!
bir masal şebboyu çarmıhtaki yaz.
deniz en ince hayvanı belleğin
bir kuşluk vakti tanrının sevdiği
görünür zaman yaratan.
canlı mıydım? o uğursuz kıyıda
öldüğüm gün de bilemedim.
hep o sallantı, o devinim, o avcıl
bayrak, bir aş tenceresi, bir az
küfür, karı kız öyküleri, sonra
dipteki ölülerin fısıl fısıl
konuşmalarını dinledim.
doğdum mu? nasıl? belki bir tezlik
yeli kımıldadı, kan gibi.
ağaç ve kızak, demir, yağ, halat, katran,
boya kutuları, sünger, tel ve gaz...
derken gün kokulu yüreğimdi ilk
yapının boş gömütünde dikili
sabırsız kaburgama çarpan.
ruh, şarabı gördü üzümden önce
süt, kan olmak için devinir
tohum bildi herkesten önce ekmeği
gün, denizi salıvermeden batmaz.
ruh, şarabı gördü üzümden önce
ağaç ne diye kalktı çiçeklendi,
denize inmesi nedendir?
ah yalnızlığın gömük kapıları,
aysız ayışığı gibiydim,
geceleyin gece, gündüzleyin gün
gibi suyun altınavuran yalaz.
ah yalnızlığın gömük kapıları
bir yağmuru dinlercesine bütün
anları iç içe bilirim.
bir tekne her zaman düşüncelidir.
bizimle demirledi gece.
karaya çıktı tayfalarım uykulu.
pruvamda çok acayip bir yıldız
konmak istercesine gider gelir,
suları budanmış bir yolculuğu
sürdürmek isterdi kendince.
kara yakındı önce, ödağacı
kokusu sarmıştı geceyi.
ve bir kuş bağırdı çağırdı tepemde,
fosforlu sesi kabarık ve ıssız.
lale rengindeydi şimşeğin dalı,
ve güneydoğunun yangını pembe
nakışlı bir çanak gibiydi.
unutmak istemiyorum bunları,
göğün damarlarını gördüm,
fırtına kırının yaban keçisini,
koşar küpeşteme saçsız sakalsız...
ağaç gibi yırtılan karanlığı,
koca kulaklı lodosu, o fili,
ah yay biçimdeydi ölüm.
yalnızlıktır denizin tek yasası,
aşkın altın yasasıdır o.
bir gün kum uaynır, ay gıcırdarsa
çalınırsa bir gün gömük kapımız
kalamazsın sabaha inen suda,
kalk kürek, yola düşmenin sırası
aşkın altın yasasıdır o.
kükürt rengindeki ağzı gecenin
üfürdü huysuz karanlıkta
sintineme düşçül bir ateşböceği
kömürdüm, tahtaydım, kurumuş anız,
o böcek oldu yangımı teknemin,
anladım kuşun, yıldızın gizini,
başladım usuldan yanmaya.
söndüremezdi kimse bu ateşi,
kıyıdan kesilmiş sularda,
kara hem yakındı şimdi, hem çok uzak
bir yanyanaydım onunla, bir yalnız.
devirdim bütün yüklediklerimi
ve demiri uykuda bırakarak
bindirdim eskil kayalara.
parçalanıyordum kimse bilmeden,
ateştim cevizin içinde,
ve bir gece içinde bilmeden öldüm.
ey gece, nereden yol bulacağız,
ey yaralı göğsüme düşen yelken,
ya sen kürek, solmuş rüzgar gülüm,
ya sen ne diyeceksin, söyle!
deniz durdu, mumyası yıldızların
erir gün görmüş kayalıkta,
ve yürüdü sabah, denizin ineği.
ölünce ne yapsak sabah oluruz...
ah kara yakındı ve darmadağın
kuşları durmuş zaman kadar eski,
taşları hüzün olan kara.
kopmuş uykunun iskeletiyim ben,
artık yelin göğsü olamam.
gördün mü ölümün gözündeki mor rengi,
söyle, ölüp dirilen tanrı, temmuz,
ay yapraklarının indiği bu dam,
eski düşleri taşır mı yeniden,
koca karınlı kuşlar gibi.
bir yanda parçalanmış teknem durur,
sert tütünüyle gün bir yanda.
kara yakındı önce, hem çok yakındı,
elimi uzatsam tutardı ama
yalnızlıktır denizin tek yasası,
bütün ölüler unutulur,
yaşayanlar kalır tek başlarına.
akşamleyin kaptan, birkaç gemici
gelip dizildiler kıyıya.
tutunacak bir tekne arar gibiydi
ayağı kayan meltem ve cigara
içerek konuştular gizli gizli,
bense dalgın bakıyordum, boşuna
koparılmış süsendim sanki.
çalıştılar bir hafta, ağustosun
altısında bütün iş bitti.
kesik baş çapa, iplerim, küreklerim
kumsalda şaşkın bir yığındır şimdi.
tüter el ayak, tüter ıslak odun,
denizin uzaklardan getirdiği
yabancı, anlamsız bir şeyim.
melih cevdet anday
elimi uzatsam tutardı.
yıldızsız teknemdi inip çıkan gece,
kurumuş gece, kum, kömür, arduvaz...
kara yakındı önce, hem çok yakın,
denizleyin inip çıkan önümde
bir tanrının atardamarı.
açtım, yorgundum ama uykum yoktu.
günlerce yekesiz yelkensiz
ne de çok kuş takılmıştı ardımıza,
ne çok harman gördüm köpükten beyaz...
açtım, yorgundum ama uykum yoktu.
güneşler hala sağımda solumda,
sürer gibiydi açık deniz.
deniz en ince hayvanı belleğin
nerden kalktım, o rıhtım, o çan...
bilmiyorum o gök kıyı nereye gitti!
bir masal şebboyu çarmıhtaki yaz.
deniz en ince hayvanı belleğin
bir kuşluk vakti tanrının sevdiği
görünür zaman yaratan.
canlı mıydım? o uğursuz kıyıda
öldüğüm gün de bilemedim.
hep o sallantı, o devinim, o avcıl
bayrak, bir aş tenceresi, bir az
küfür, karı kız öyküleri, sonra
dipteki ölülerin fısıl fısıl
konuşmalarını dinledim.
doğdum mu? nasıl? belki bir tezlik
yeli kımıldadı, kan gibi.
ağaç ve kızak, demir, yağ, halat, katran,
boya kutuları, sünger, tel ve gaz...
derken gün kokulu yüreğimdi ilk
yapının boş gömütünde dikili
sabırsız kaburgama çarpan.
ruh, şarabı gördü üzümden önce
süt, kan olmak için devinir
tohum bildi herkesten önce ekmeği
gün, denizi salıvermeden batmaz.
ruh, şarabı gördü üzümden önce
ağaç ne diye kalktı çiçeklendi,
denize inmesi nedendir?
ah yalnızlığın gömük kapıları,
aysız ayışığı gibiydim,
geceleyin gece, gündüzleyin gün
gibi suyun altınavuran yalaz.
ah yalnızlığın gömük kapıları
bir yağmuru dinlercesine bütün
anları iç içe bilirim.
bir tekne her zaman düşüncelidir.
bizimle demirledi gece.
karaya çıktı tayfalarım uykulu.
pruvamda çok acayip bir yıldız
konmak istercesine gider gelir,
suları budanmış bir yolculuğu
sürdürmek isterdi kendince.
kara yakındı önce, ödağacı
kokusu sarmıştı geceyi.
ve bir kuş bağırdı çağırdı tepemde,
fosforlu sesi kabarık ve ıssız.
lale rengindeydi şimşeğin dalı,
ve güneydoğunun yangını pembe
nakışlı bir çanak gibiydi.
unutmak istemiyorum bunları,
göğün damarlarını gördüm,
fırtına kırının yaban keçisini,
koşar küpeşteme saçsız sakalsız...
ağaç gibi yırtılan karanlığı,
koca kulaklı lodosu, o fili,
ah yay biçimdeydi ölüm.
yalnızlıktır denizin tek yasası,
aşkın altın yasasıdır o.
bir gün kum uaynır, ay gıcırdarsa
çalınırsa bir gün gömük kapımız
kalamazsın sabaha inen suda,
kalk kürek, yola düşmenin sırası
aşkın altın yasasıdır o.
kükürt rengindeki ağzı gecenin
üfürdü huysuz karanlıkta
sintineme düşçül bir ateşböceği
kömürdüm, tahtaydım, kurumuş anız,
o böcek oldu yangımı teknemin,
anladım kuşun, yıldızın gizini,
başladım usuldan yanmaya.
söndüremezdi kimse bu ateşi,
kıyıdan kesilmiş sularda,
kara hem yakındı şimdi, hem çok uzak
bir yanyanaydım onunla, bir yalnız.
devirdim bütün yüklediklerimi
ve demiri uykuda bırakarak
bindirdim eskil kayalara.
parçalanıyordum kimse bilmeden,
ateştim cevizin içinde,
ve bir gece içinde bilmeden öldüm.
ey gece, nereden yol bulacağız,
ey yaralı göğsüme düşen yelken,
ya sen kürek, solmuş rüzgar gülüm,
ya sen ne diyeceksin, söyle!
deniz durdu, mumyası yıldızların
erir gün görmüş kayalıkta,
ve yürüdü sabah, denizin ineği.
ölünce ne yapsak sabah oluruz...
ah kara yakındı ve darmadağın
kuşları durmuş zaman kadar eski,
taşları hüzün olan kara.
kopmuş uykunun iskeletiyim ben,
artık yelin göğsü olamam.
gördün mü ölümün gözündeki mor rengi,
söyle, ölüp dirilen tanrı, temmuz,
ay yapraklarının indiği bu dam,
eski düşleri taşır mı yeniden,
koca karınlı kuşlar gibi.
bir yanda parçalanmış teknem durur,
sert tütünüyle gün bir yanda.
kara yakındı önce, hem çok yakındı,
elimi uzatsam tutardı ama
yalnızlıktır denizin tek yasası,
bütün ölüler unutulur,
yaşayanlar kalır tek başlarına.
akşamleyin kaptan, birkaç gemici
gelip dizildiler kıyıya.
tutunacak bir tekne arar gibiydi
ayağı kayan meltem ve cigara
içerek konuştular gizli gizli,
bense dalgın bakıyordum, boşuna
koparılmış süsendim sanki.
çalıştılar bir hafta, ağustosun
altısında bütün iş bitti.
kesik baş çapa, iplerim, küreklerim
kumsalda şaşkın bir yığındır şimdi.
tüter el ayak, tüter ıslak odun,
denizin uzaklardan getirdiği
yabancı, anlamsız bir şeyim.
melih cevdet anday
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar