bugün

mesleki ahlak kurallarına uymayan, cahilliğini attığı her adımla daha da ortaya koyan, körleştirici ulusalcılık paranoyasının son veciz örneklerini vermiş, milliyetçi tarih anlayışının kendisini bir tür bilimsel sapıklık içine sürüklediğini görmek istemeyen memur profesör yusuf halaçoğlu'nun, başkanı olduğu türk tarihi kurumu'nu düşürdüğü durumun adı.

tahripleri onarma çabası için:

(bkz: tarih vakfı)
türkiye'de olmayan kurumdur. bilimsel bir teze nedir bu öfkeniz? ata'na maymun derken, bilimsel tez, burda ırkcılık. bsg.
Tarih Vakfı'ndan konuyla ilgili olarak kamuoyuna açıklama:

27.08.2007

Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu'nun son günlerdeki açıklamaları üzerine, aralarında Prof. Dr. Edhem Eldem (Boğaziçi Üniversitesi) , Prof. Dr. Şevket Pamuk (Boğaziçi Üniversitesi) , Prof. Dr. ilhan Tekeli (ODTÜ), Prof. Dr. Mete Tunçay (Bilgi Üniversitesi) , Prof. Dr. Uygur Kocabaşoğlu (izmir Ekonomi Üniversitesi) , Doç. Dr. Esra Danacıoğlu (YTÜ), Doç. Dr. Suavi Aydın (Hacettepe Üniversitesi) , Yrd. Doç. Dr. Ferdan Ergut (ODTÜ), Yrd. Doç. Dr. Oktay Özel (Bilkent Üniversitesi) gibi tarihçilerin bulunduğu Tarih Vakfı eski ve yeni Yönetim Kurulu üyelerinin imzasıyla yapılan basın açıklaması aşağıdadır.:

Halaçoğlu'nu, tarihçi olmanın sorumluluğuyla hareket etmeye çağırıyoruz

Tarihçilerin birincil görevi mesleklerini kötüye kullanmamaları dır. Tarihin suiistimali, son tahlilde ahlaki bir soruna işaret etmesi nedeniyle, bir tarihçi için affedilemeyecek kusurların başında gelir. TTK Başkanı Halaçoğlu'nun 15 ila 16. yüzyıllarda, bugün "Kürt" olarak görünen kimi aile ve aşiretlerin "Türkmen" olduklarına ilişkin bulgularının olduğunu açıklaması ve buradan yola çıkarak vehmettiği siyasal ve kültürel sonuçlar, söz konusu suiistimalin en açık örneğidir. Ünlü (ve muhafazakar) tarihçi G. R. Elton'un lisans düzeyinde tarihçi adaylarına öğretilen şu sözünü Halaçoğlu'nun da aklında tutması gerekiyor: "Geçmişin hemen her yorumu için, bir yerlerde mutlaka bazı belgeler vardır. Yeter ki, diğer belgeler görmezden gelinsin".

Meslek ahlakına ilişkin bu çok kritik noktanın da ötesinde, TTK Başkanı'nın, üzerine kelam ettiği milliyetçilik ve etnisite çalışmalarının son 30 yılından da habersiz olduğu anlaşılmaktadır. Dünyanın bütün saygın tarihçi ve sosyal bilimcileri elbette birçok konuda tartışmalarını sürdürmektedirler. Ne var ki, son 30 yılın birikimleriyle üzerinde neredeyse tam bir mutabakat oluşturdukları alanlar da var. Bunların başında, ulusal ve etnik kimliğin dinamik, değişken ve en nihayetinde öznel bir durum olduğu bilgisi yer alır. Kimlikler tarih içinde değişir, dönüşür, farklılaşır. O nedenle bazı Kürt aşiretlerinin uzak geçmişte Türkmen kütlesi içinde gözükmesinin, kimlik bakımından bir anlamı yoktur. Onlar bugün kendilerine ne diyorlarsa, hangi dili konuşup aidiyetlerini hangi çerçevede açıklıyorlarsa, kendilerini nasıl hissedip tanımlıyorlarsa, odurlar. Modern sosyal bilim yaklaşımı bunu sorgulamaz. Kaldı ki, kendisine bugün Türk diyen toplulukların içinde de geçmişte Kürt kütlesi içinde yer alanlar mevcuttur. Buradan da siyasal ve kültürel bir sonuç çıkmaz. Ayrıca Halaçoğlu'nun ifşaatı yeni bir şey de değildir. Bunlar çoğunlukla bilinen konulardır. Örneğin Urfa'daki Karakeçili ve Türkmen aşiretleri, büyük ihtimalle uzak geçmişte -adlarının ele verdiği vechile- Türkmen kütlesi içindeydiler. Ancak bugün tamamen Kürtçe konuşup o yörenin bütün Kürt topluluklarına teşmil edilebilecek bir yaşam biçimini paylaşmaktadırlar. Şimdi onlara gidip "siz aslında Türksünüz, haydi asıl kimliğinize dönün" demek, sadece ırkçılıkla izah edilebilecek bir tutum olur. Bunun gibi, eğer bu tutumu esas alırsak, bugün kendisine "Türk" diyen yüz binlerce insanın üç-dört kuşak öncesinde kendisini başka etnik kimliklerle tanımlayan kişiler olduğu dikkate alınırsa, onların eski mensubiyetlerini esas alan çeşitli milliyetçiliklerin de onları "geri çağırmasını" doğal karşılamak gerekir. Ama bu doğallık sayıltısı sadece milliyetçiliğin ve ırkçılığın temel kabulleri açısından doğru sayılabilecek, akademik, bilimsel ve insani bakımlardan kabul edilemez bir durum olacaktır. Nitekim Todor Jivkov döneminde Bulgar hükümeti benzer bir tutum takınarak, kendisine "Türk" diyen insanlara, siz aslında "Bulgar ve Hıristiyandınız, sonradan Türkleştiniz" diyerek kendilerince "asıl kimliklerine" geri çağırmış ve bu yönde kabul edilemez baskılar uygulamıştı. Halaçoğlu'nun bugün söylediği şeylerle bu tutum arasında yaklaşım ve temel mantık açısından hiçbir fark yoktur.

Halaçoğlu, ötekileştirici bir bakışla kendi ırkçılığına dayanak arıyor

Halaçoğlu, Alevi Kürtler içinde, tehcire uğramamak için Alevileşen Ermenilerin bulunduğunu da söylemiştir. Bu açıklamayla kendince aşağılayıcı bulduğu "Ermeni" kimliğiyle "Alevi Kürt" kimliği arasında bir paralellik kurmaktadır. Söyleyenin zihniyeti konusunda oldukça açıklayıcı olabilecek bu iddiaların bilimsel hiçbir anlamı yoktur. Tarih boyunca farklı etnik gruplara mensup pek çok insan çeşitli nedenlerle -toplumsal, iktisadi veya güvenlik kaygılarına bağlı- başka gruplara geçiş yaparak onların içinde erimeyi tercih etmişlerdir. Bazı Ermenilerin de bu biçimde Alevi Kürt gruplar içine girdikleri ve bu gruplar içinde asimile olmaları mümkündür. Ancak bu Halaçoğlu'nun ima ettiği gibi Ermenilikle Alevi Kürtlük arasında tam bir paralellik bulunduğu anlamına asla gelmez. Zira yine pek çok Ermeni Osmanlı vatandaşının tehcirden kurtulmak için Müslümanlaştığı ve Sünni grupların içine katıldığı da bilinen bir gerçektir. Halaçoğlu'nun bunları yeni keşiflermiş gibi açıklaması ise ikinci bir garipliktir. Sonradan Müslümanlaşıp Türkleşen Ermenilerin kendi özel hikayelerinin yansıdığı pek çok yayın bulunmaktadır. Ayrıca bir diğer gariplik, kişilerin belirli etnik kimliklere mensubiyetlerinin ya da o etnik kimliklerle geçmişte belirli soy bağlarının bulunmasının, onları doğrudan doğruya bugünün sorunları karşısında eski aidiyetlerinin gerektirdiği düşmanca tutumlara sevk edeceği düşüncesidir. Halaçoğlu'nun ima ve açıklamalarının altında yatan leitmotiv'lerden birisi de budur. Bunun açık adı ırkçılıktır. Halaçoğlu elinde "Ermeni dönme"lerinin listesinin bulunduğunu da açıklamıştır. Bu açık bir tehdittir. En başta ciddi bir bilimsel etik ve ahlak bakımından çok sorunlu bir duruma işaret etmektedir. Bir bilimadamına yakışıp yakışmadığı bir yana, resmi bir kurumun başında bulunan bir kişinin böyle şeyler söylemeye hakkı yoktur, zira bu sözler o kurumu bağlar. Ayrıca o kurumun başında olmanın getirdiği araştırma avantajlarını bu şekilde kötüye kullanmak, en hafifinden adli bir vakadır. Ayrıca Halaçoğlu'nun bütün sözleri "Ermeni olmak"ın kötü bir şey olduğu temel kabulüne dayanmaktadır. insanlar kimliklerini seçmezler, içine doğdukları topluluğun kimliğini "edinirler". Bu ne bir suçtur, ne de kaçınılabilecek bir şeydir. Belirli bir topluluğu belirli karakter ve tutumlarla özdeşleştirmek de açık bir ırkçılıktır. Türk Tarih Kurumu'nun başında bulunan kişinin sözleri en başta Türkiye vatandaşı olan Ermenilere yapılmış büyük bir haksızlık ve saldırıdır. iddia sahibinin işgal ettiği mevki düşünüldüğünde, Ermeni yurtaşlarımızın bizzat devlet tarafından potansiyel tehlike ve sorun olarak görüldüğü izleniminin doğabilecek olması, tablonun vahametini daha da artırmaktadır.

Halaçoğlu'nun yaklaşımı tarih metodolojisi açısından sorunludur

Halaçoğlu, bugünkü bazı Kürt topluluklarını n 15-16. yüzyıllarda Türkmen olduğunu söylüyor. "Acaba aynı topluluklar 10. yüzyılda ne idiler?" sorusuna verilebilecek bir cevap varsa ve bu cevap anlamlıysa, Halaçoğlu'nun tespitlerinin de bir anlamı olur. Halaçoğlu ne etnisite ne de aşiret konusunda bilgi sahibidir. Etniklik, durumsal ve değişkendir, yukarıda belirttiğimiz gibi... O yüzden, örneğin bahsettiği topulukların, yani Türkmen olanların belki de 10. yüzyılda hiç umulmadık bir kimlikle karşımıza çıkması mümkündür. Kaldı ki, aşiretler etnik topluluklar değildirler. Daha çok siyasal örgütlenmelerdir. Günün koşullarına göre, kimi Kürt aşiretleri büyük Türkmen toplulukları içine girerek ittifak etmiş; bazen de tersi olmuştur. Yani "Aşiretli" olmak için aynı etnisiteden olmak gerekmez. Örneğin bugün Midyat bölgesindeki bazı köylerde yaşayan Hıristiyan-Süryani yurttaşların kendilerini bir Kürt aşiretine mensup saymaları hiç şaşırtıcı değildir. Zira aşiretli olmak başka şeydir, etnik kimlik başka şeydir. Bunun gibi, belirli bölgelerde birbiriyle çatışma halinde bulabileceğimiz Türkmen aşiretleri olduğu gibi, aynı bölgede bir Türkmen ya da Kürt aşiretine karşı ittifak etmiş Türkmen ve Kürt aşiretleri de görebiliriz.

Halaçoğlu'nun hayal ettiği, kan üzerine kurulu bir "Türk" kimliği mümkün değildir

19. yüzyıl boyunca Anadolu'ya Kırım'dan, Kafkaslar'dan ve Balkanlar'dan 4 milyonu aşkın göçmen geldi. Bugün Türkiye nüfusunun çok büyük bir bölümünün, belki de yarıdan fazlasının kökenlerinde 19. ve 20. yüzyıllar boyunca gelen göçmenler vardır. Bugün kendilerini Türk olan kabul eden bu insanların pek çoğunun kökenlerinde Türkmen boyları yoktur. Göçmenlerin yakın tarihimizdeki güçlü yeri, Türk kimliğinin Halaçoğlu'nun yaptığı gibi kan ve ırk üzerine inşa edilmesinin mümkün olmadığını bir kez daha gösteriyor.

Halaçoğlu'nun "tarihçi"liği sorgulanmalıdır

Netice olarak, Halaçoğlu'nun bu son örnekte bir kez daha ortaya çıkan, tarihçilik ve bilim insanlığı açısından bu sorunlu ve tartışmalı durumuyla TTK'yı nerelere sürüklediğini kamuoyunun takdirine sunuyoruz.

Bu vesileyle, bir anayasal kurum olarak TTK'nın konumunun, yeni anayasa hazırlıklarının eşiğinde olduğumuz bu günlerde yeniden ele alınmasını yararlı bulduğumuzu belirtmek istiyoruz.