bugün

Cumhuriyet gazetesi yazarı barış terkoğlu'nun dün yayımladığı yazı.

--spoiler--
Anne ölürse ateşli günlerde başa konan ıslak bez de ölür. Baba giderse cepteki hiç bitmeyen son harçlık da kaybolur. Sevgili ayrılırsa yataktan zıplayarak kaldıran heyecan da diner. Ya vatan arkada bırakılırsa? Kimi annesiz, kimi babasız, kimi sevdasız yaşamayı öğrendik, yurdundan ayrı olmayı da öğrenecek miyiz?

Birer birer gidiyorlar. Ama birikmek “birler” ile olmuyor mu? Türkiye’yi terk edenlerin sayısı 2017 yılında bir önceki yılın neredeyse bir buçuk katı oldu. 253 bin 640 kişi valizini toplayıp gitti. Geçen yıl daha da arttı. 323 bin 918 kişi “ardına bakarak” ülkesini terk etti.

Bir zamanlar göçenler, Avrupa’nın ucuz işgücü ihtiyacını karşılayan işçilerdi. “Gelin” diye çağrılmışlardı. Şimdi ise en büyük grup 25-29 yaş arasındakiler. Üniversitelerini bitiriyorlar, valizlerini toplayıp göçüyorlar.

AKP-FETÖ, daha doğrusu islamcı- liberal ittifakın, Cumhuriyeti yıkım sürecinde en açık halini gördük. “Elit düşmanlığı” diyerek birikime savaş açtılar, vasatlığı marifet kıldılar. Mimariden, şiirden hatta yemekten anlamayı “ayıp” yaptılar. 1. Dünya Savaşı’nda Almanya ya da 2. Dünya Savaşı’nda Japonya yıkıldı. Yine ayağa kalktı. Çünkü insan birikimi yaşıyordu. Türkiye Cumhuriyeti’ni dahi kuranlar Osmanlı’nın sağ kalan elitleriydi.

Biriktirilecek en büyük hazine insandır. Bugün yaratılan, yarın yaratır. Şimdi 25 sene dil öğrettiğimiz, tıp öğrettiğimiz, sanat öğrettiğimiz, mühendislik öğrettiğimiz insanlarımızın çoğunu başka vatanlara yolculuyoruz. Yazık oluyor, yıkılıyoruz.

Gittikleri yerlere ait değiller

Peki, gidenler neler yaşıyor? Bugünlerde Bahar Çuhadar’ın “Yeni Ülke Yeni Hayat” kitabını okuyorum. Türkiye’yi terk eden 11 insan yeni yaşamlarını kendi ağızlarından aktarıyor.
“Keyifleri yerinde” demeyin...

Japonya’ya yerleşmiş Alev, “Başka bir ülkeye yerleştiğinizde, o zamana kadar edinmiş olduğunuz bilgiler, deneyimler adeta çöp oluyor. En basitinden Türkiye’de markete gitsem reyonlarda neyin nerede olduğunu bilirim” diyor ve süt bile alırken yaşadığı başarısızlıktan bahsediyor.

Londra’ya yerleşen Aysel, “isterseniz burada ev sahibi olun, daimi vizeniz olsun, vatandaş olun... Ben bu ülkeye ait olmadığım hissini her an yaşıyorum” diye anlatıyor geçmeyen yabancılığını.

“Nerelisin” dediklerinde artık “Freiburg’luyum” diyen Almanya yolcusu Burçin tamamlıyor:
“En çok bisiklet sürerken sizi durdurup bisikletinizin çalıntı olup olmadığını numarasından kontrol ediyorlar. Mesela önünüzde tipinden Alman olduğu anlaşılan bir bisikletli varsa genellikle onu es geçip sizi durduruyorlar”.

Vatan, evlerin toplamından fazlasıdır. Millet, insan kalabalığından başka bir şeydir. Çin’e yerleşen Cenk, “Bir yemekten çok bir sofranın hasretini yaşıyorum” dediğinde bunu anlıyorsunuz. Tayland’a yerleşen Seda, rüyalarını halen Türkçe gördüğünü anlatıyor. Onun “sevişirken konuştuğun dil yuvandır” sözünü Kanada’ya yerleşen Seda’nın “Türkiye’ye dönüp dönmeme kararından önce, nerede öleceğime karar vermem gerekiyor” ifadeleri tamamlıyor.

Avrupa başkentlerinde dönerci açan eski göçmenlerle aralarında kültürel bir uçurum var. Gittikleri ülkelerin dillerini biliyorlar ya da öğreniyorlar. Ama Londra’da yaşayan Kutay’ın “Güldükleri her şeyi anlayamayabiliyorum. Bazen bir laf geçiyor ofis ortamında, millet gülüyor, ben kalıyorum” sözleri dil öğrenseler de neyin eksik kaldığını özetliyor.

Evet, kafaları rahat. Ama eğer hazır bir işe terfi edip gitmemişlerse birikimlerinin gerisinde başlıyorlar. Mimar Sinan’da tiyatro eğitimi almış, defalarca sahneye çıkmış Serkan, huzurevini anlatıyor:
“inanılmaz zordu. 150 kilo ağırlığındaki bir kadını tek başına, önce uyandıracaksın; genital bölgesini, tuvaletini temizleyeceksin, ilaçlarını vereceksin, yıkayacaksın. Hadi altını temizlemeye falan alıştım ama 150 kilo ne demek, iki ayda sırtım mahvoldu. iki ayın sonunda kuruma tekrar gittim. ‘Bu işi yapamayacağım, başka iş arıyorum’ dedim. Kadın bana çemkirdi. ‘Seni kursa yolladık, sana bir sürü yatırım yaptık, bu işi yapacaksın!’ dedi.”

Ne garip! Almanlar göçmen tiyatrocuya verdiği 2 aylık huzurevi eğitiminin hesabını soruyor. Biz ise 25 yıl eğittiğimiz insanın gidişini umursamıyoruz.

Yetişmiş insan verip çöp alıyoruz

Benim en çok dikkatimi çeken yurtdışına giden Türklerin zorlandığı mesele oldu. Çoğunluğu, Batı’nın çöp sistemini görünce şaşkınlık yaşıyor. Bizde tüm çöpler aynı poşete, aynı kutuya atılıyor. Onlar ise plastikleri başka, camları başka, gıda atıklarını başka, metalleri başka çöpe atıyorlar. Zorlandıklarını anlatıyorlar ama “çöpler geri dönecek” diye içleri rahat ediyor. Ben ise “o iş öyle değil” diyorum. Neden mi?

Basit bir araştırma ile görülüyor ki “çöp dönüştürmenin maliyeti” nedeniyle gelişmiş ülkeler çöplerini Türkiye’ye gönderiyor. BBC’nin aktardığına göre Türkiye, Kasım 2017 - Ekim 2018 döneminde sadece ingiltere’den 80 bin ton plastik çöp aldı. Bir yıl öncesine kıyasla yüzde 33’lük bir artış vardı. WWF’nin 2019 Akdeniz Plastik Atık Raporu’na göre 2018 yılında Çin’in plastik atık alımını kesmesi, pazarı farklı ülkelere kaydırmıştı. Türkiye’nin çöp ithalatı, dünyadaki atık ticaretinin yüzde 3 buçuğunu oluşturuyordu.

Böylece Türkiye, çöp ithalatçılarında ilk 10’a girdi. Greenpeace’in 2016-2018 Plastik Atık Ticareti Raporu’na göre ise 2018’in sonunda Türkiye, toplam 436 bin tonla dünyanın en büyük 8. plastik çöp alıcısı oldu. Türkiye’ye en fazla plastik çöp ihraç eden 10 ülke ise tanıdık: ingiltere, Belçika, Almanya, ABD, Hollanda, ispanya, italya, Slovenya, Fransa, Japonya.

Uzatmayayım...

Yıllarca eğittiğimiz, yetiştirdiğimiz, biriktirdiğimiz insanlarımızı önce kendi ülkelerine yabancılaştırıyoruz, sonra başka ülkelere hediye ediyoruz. Karşılığında ise gittikleri ülkelerin çöplerini alıyoruz. Bu durumdan en çok şikâyet eden ise çöp ithalatıyla gelirleri azalan sokaktaki atık toplayıcıları!

Bir ülkenin birikiminin o ülkeyi terk etmesinin geri çevrilemez bir yıkım olduğunu kime anlatacaksınız? Dün Soros’un “Türkiye’nin en iyi ihraç malı ordusudur” programını, bugün Çanakkale’de Kanadalı Altın CEO’sunun “Türkler taş taşımakta çok iyiler” programını “yerli ve milli” diye satanlara mı? Ne mutlu ki bugün Çanakkale’de, bir musibet sayesinde, “ülkemizin kaynaklarını emperyalistlere ve taşeronlarına peşkeş çektirmeyeceğiz” diyen binlerce insan, yurtseverliğin ölmediğini bize gösteriyor.

Gidenler için de kalanlar için de yaşanabilir bir ülke yaratmaktan başka bir yolumuz var mı?

--spoiler--

Geçen gün de bahadırhan dinçaslan'ın yazısını paylaştım.

https://mbdincaslan.com/i...ilari/item/630-bolsalvolu

avrupalının yüzüne bakmayacağı, basit bir renault clio için bile dünyanın parasını ödüyorsun. çocuğun aptalca eğitim almasın diye vasat kolejlere yıllık en az 10 bin lira para ödüyorsun.

akıl almaz vergilerinizle, hurafelerle donattığınız eğitim sisteminizle, liyakatten uzak atamalarınızla, torpillerinizle yolsuzluklarınızla vatanı yaşanmaz hale getirdiniz.

insanları umutsuzluğa sürüklediniz.

ama merak etmeyin, bu yaptıklarınızın hesabı sorulacak. yanınıza kalmayacak bunlar.
Ülkeden dışarıya çıktığınızda sizleri nelerin beklediğini öne süren yazı. Eğer ekonomik açıdan rahat bir yerdeyseniz kültür farkını atamıyorsunuz, yabancılık hissediyorsunuz. Belirli bir işe yerleşemezseniz ise ne iş olsa yaparım hesabı zorlu bir hayat yaşıyorsunuz. Buraya kadar anlatılanlara dikkat çekince kişi batı hayranlığı deyin işsizlik deyin adı ne olursa olsun emek verilen yetiştirilen insan bu ülkeden gitmekte, gitmek istemekte ben dahil. Neden kimse işin bu noktasına odaklanmıyor? 16-17 sene yatırım yaptığın insanı kaybediyorsun hatta yatırım yapıp geri dönüşüm almaya başladığın veriminin zirvesinde bir 10 yıllık yazılımcı hiç mi umurunda değil. Bu kadar kör olmayın arkadaşlar. Giden kimse keyfinden gitmek istemiyor. Bu ülkeyi herkes için yaşanabilir kılmalıyız.
Türkiye'yi terk edenler ne yaşıyor bilinmez (inşallah yakında öğrenilecek) ama gözlemlerime.göre ülke dışına çıkıp da geri dönüşte bazı insanlar adeta pazartesi sendromu yaşadığını söylemek haksızlık olmaz.

Bazı insanlar laylaylom içinde gezdiği yerleri Sosyal medya da paylaşmış like almış ve dönüşte "şuraya gittim aay inanılmaz" muhabbeti yapıp birilerini çatlamasına neden olacak olmanın heyecanı içinde olması yanında, yine çoğunluk suratında hafta donu tatili sonrası sevmediği işte çalışan insanın pazartesi iş başı yapması ifadesi var.
Yurt dışına yerleşenlerin ifadeleridir.

Bu yazıların tamamen sipariş olduğunu düşünmekteyim.

Zaten ülke yurt dışı gibi oldu ipini koparan geliyor bunu anlamak için ayağımıza kadar hizmet getirdilerr.

Bu suriler niye hiç mahçup değil ya da gocunmuyor mk o zaman. Adamlar bizden rahat. Hemen benimsediler.
devletin halkının mutluluğunu önemsediği refah ve yüksek yaşam standartlarının olduğu bir ülkede.
türkleri aşağılamak için "enjoy i'm vaccinated" maskesi takmaları isteniyor.
yeğenim bizim orda kurulu düzenimiz var yoksa geliriz siz çok şanslısınız sizi kıskanıyoruz.
nerede yaşarlarsa yaşasın türkiye'deki herhangi bir vatandaştan daha mutlu olacağı muhakkaktır.
youtube'da bir çift vardı, onları takip ettim birkaç ay. bir firmaya 100-150 bin tl para verip ingiltere'ye gittiler. ikisi de sporcu. galiba londra'da spor merkezi açacaklardı. londra'da bir ev kiraladılar. hükümet bir oda veya 1+1 şeklinde kiralık ev tutmalarına izin vermedi. çünkü 1-2 yaşında bir çocukları vardı. çocuğun yaşam alanı olması için 2+1 evi zorunlu tuttu. belediyeye bir sürü para yatırdılar, su, elektrik, yol..vs. adı altında. Corona olduğu için iş bulamadılar. kadın hastalandı, ingiltere'de tedavi çok pahalı olduğu için (bir röntgen filmi için 1.500 tl ye yakın para istiyorlardı) türkiye'ye gelip tedavisini oldu. sonra tekrar ingiltere'ye döndüler ama yüzlerinden mutsuzluk, hayal kırıklığı ve ümitsizlik okunuyordu. veee sonunda tekrar türkiye'ye taşındılar, taşınmak zorunda kaldılar, pes ettiler. üç dört ay pahalı (350.000 tl den bahsediyorlardı) bir tatil yapmış olduk dediler. sonra youtube kanalını kapattılar galiba. çünkü bir daha onları göremedim.

eğer çoook paranız yoksa yurtdışına ailecek gitmek kadar aptalca bir şey olmadığını bu örnekte görmekteyiz. bakın başka bir örnek anlatayım, yani yurtdışı hayalini ve orada 'tutunmayı' başaran bursalı bir ailenin başarısını.

adam irlanda'ya yerleşmeye karar veriyor. türkiye'de 'evrensel' bir mesleği var yani berber. evrensel mesleği olduğu için kendine güveniyor. tek başına irlanda'ya gidiyor. bir berberin yanında çalışmaya başlıyor. birkaç sene bu şekilde tek başına yaşayıp çevreyi tanıyor, imkanları, fırsatları değerlendirmeye çalışıyor ve para biriktiriyor. sonra çalıştığı berberden ayrılıp kendine bir berber dükkanı açıyor. yanına birkaç çırak alıyor. işi yavaş yavaş genişletiyor. ufak bir ev satın alıyor. sonra sadece oğlunu yanına alıyor onu çırak yapıyor. sonra damadığını çırak olarak alıyor. en son, bak bu çok önemli en son eşini, kızını ve torunlarını irlanda'ya taşıyor. iyice yerleşmeden hiç kimseyi götürmüyor. youtube'da adamın kızını takip ediyorum, iki katlı lüks dubleks evde oturuyor. refah içinde yaşıyor.
(bkz: türkiye yi terk edenler neler yaşıyor/#45586254) birkaç gün önce şöyle bir entri yazmıştım. bugün tesadüfen youtube'da bir gencin amerika macerasını anlattığı bir video ile karşılaştım. yine aynı hikaye, ailesiyle çoluk çocuğu ile yurtdışına gitmenin nasıl felaketler doğurduğunu ve tam vazgeçip türkiye'ye dönecekken bir yardım eli sayesinde dönmediklerini anlatıyor. video şu:

https://www.youtube.com/watch?v=2lCOYjznVkI

Yurtdışına gidecekler:
1)Ailenizle gitmeyin
2)Çok paranız olsa da olmasa da ailenizle gitmeyin.
3)gideceğiniz ülkenin iş imkanlarını ve en önemlisi barınma imkanlarını araştırın.
4)yurtdışına gittiğinizde -türkiye'de konumunuz geliriniz ne olursa olsun- vasıfsız, üçüncü sınıf bir vatandaş seviyesine düşeceğinizi kabul ederek gidin. (Şimdi suriyeliler ve afganistanlılarla ilgili siz ne düşünüyorsanız almanlar, ingilizler, amerikalılar da kendi ülkelerine gelen göçmenler hakkında aynı şeyi düşünüyorlar, bunu mutlaka aklınızda bulundurun. medeni ülkeymiş bik bik bik... hayal kurmayın.)
5)üçüncü sınıf (ikinci sınıf olanlar rus, macar, bulgar, yunan göçmenler diyebiliriz) göçmen olduğunuz için isterseniz ateistliğin doruğuna çıkın siz türk ve müslümansınız ve buna göre muamele göreceksiniz. ayak işleri yapmaya alışın.
6)düzeni kurmanız ve kendi ülkenizdeki standartları yakalamanız bir 10 yılınızı kesin alır. bunu göze alarak gidin.

neyse ara ara buraya entri girerim artık. madem göç edeceksiniz doğru dürüst edin efenim.
hayatını yaşıyor.

amerikadayım herkes saatlik 30 dolar civarı kazanıyor. türkiye de aylık ortalama 200 300 dolarmış çok üzücü.