bugün

ah dostlarım hayat ne zor...

mevsimler tablosundaki en çok sonbaharı severdim ilkokulda, nedeni benim bir insanı sevmeme izin verilmemesi ve incir reçelininde benden erken davrananlar tarafından sahiplenilmesi değildi elbette, şimdi sepya olarak tabir edilen ve benim o zamanlar tulunju olarak adlandırdığım renklere haiz kurumuş yaprakların gökyüzünde savruluşu ve bekgırandda odun kıran bir babanın, üstlerinde kazaklarla koşuşturan çocukların oluşturduğu melenkolik/romantik tablonun ruhumda karşılık bulmasıydı.

evet henüz sonbahar gelmedi lakin aşırı sıcaklardan olmalı dün yürürken yerlerde sararmış yapraklar dört bir yana savrulmak ufak bir rüzgar bekliyorlardı ve ben yeniden çocuk olmuş sırtımı karatahtaya dönmüş mevsimler tablosunu inceliyordum, ha bir de bir zaman çizelgesi vardı di mi? hani ortaçağ ile yeniçağ arasında, ata binmiş sakallı ve tuhaf bir burna sahip, üstünde müsamere kostümlerine benzeyen bir kıyafet olan birinin olduğu ve etrafına bir çokj kişinin toplandığı bir resim ve de altında "istanbul'un fethi" ibaresi.
ta o çocuk aklımla kavrayamamıştım dünya üzerinde bu kadar şehir olmasına, ki içlerinde monako, venedik, paris gibi çok güzel şehirler olmasına, hatta onunda ötesinde karayip adaları gibi doğal güzellikler varken istanbul'un fethi niye bu denli önemseniyordu?
neyse işte tarih çizelgesi beni cezbetmiyordu, ben mavsimler çizelgesinde takılı kalmıştım..

birazdan bir taksi bulabilmeyi başarmış ve her halinden müşteriler araçta yokken arabada sigara içtiği anlaşılan bir şoförün, maşala-bişalla yazılarıyla donattığı taksisiyle optimum'a doğru yola çıkmış ama bu inanılmaz kötü kokan araçla varmak istediğim noktaya ulaşabileceğim konusunda ciddi tereddütlerim vardı, camı açtım temiz havayı içime ciğerlerime çektim.

araçtan inerken, bu kötü kokan ticari aracı kullanan ve muhtemelen fakir ailesi de kendisi gibi kültürsüz yetişecek adamın taksimetreye bile bakmasına bıle fırsat vermeden bir ellilik fırlattım ve üstü kalsın dedim.

kızlar beni komşufırın'da bekliyorlardı ve her hallerinden onları biraz beklettiğim için hiçte memnun olmadıkları analşılıyordu.

buse: nerdesin orospu ağaç ettin bizi yaa!
fctegk: bekleyin tabi, ben sizi azmı bekliyom haha, ee naber kızlar, çok beklettim mi?

oturduk lafladık ve yerküre üzerinde görülmemiştir ki dört sıkı dost bir araya gelsin ve konu aşka gelmesin, nitekim yine bir sürpriz olmadı ve konu aşka geldi.

serap: naptın sen kaan'la görüşüyor musun?
fctegk: ya biz hep aynı bir küs bi barışık, ya beni boşverin de duygu sen yeni aşk yapmışsın ?
buse: ooo duygu hiçte bişey söylemiyorsun, valla darıldım bak.
duygu: ya daha bir şey yok, kim söyledi fctegk sana ya, face'den mi gördün?
fctegk: biliyorsun ben bilirim her şeyi haha.
serap: e çocuk kim nereden çıktı?
duygu: berkant var ya, patronun oğlu...
serap: berkant? şu geçen tanıştırdığın çocuk?
duygu: evet
buse: ya o biraz vasat bir tip değil mi?
fctegk: aşkın gözü kör derler...
duygu: ya aslında bende duygularımdan emin değilim...
serap: eee?
duygu: ya aslında, gaye hanım işi bırakıyor gelecek ay, bende onun yerine geçmeyi istiyorum..
buse: hee tamamen duygusal yani hahaha.
duygu: ya öle deme ya...
serap: hadi seni gidi seni, eee buse sende bi haberler var mı?

birazdan kalkmış mağazaları dolaşıyorduk, muhtemelen dışarıda hala sarı yapraklar vardı, ama asıl sararan benim içimdeki dünya algısıydı.

***
sırf patronun oğludur diye, sevilmeyen, özel duygular hissedilmeyen ve de yakışıklı olmayan biriyle beraber olmaktır.
(bkz: benim bi arkadaş var veriyo allah seni inandırsın)
fakir, parasız tipsiz birisiyle yatmaktansa paralı olana vermektedir. Kaderimize küfrettirmektedir.
fakirden alıp zengine vermektir.
ruhlarını kendi çıkarları için satan insan örneği.

akademik kadro alabilmek için bölüm başkanıyla yatta yatanınıda bilirim ben.
ahh sözlük ahhh