bugün

büyüyünce sözlük yazarı olacak ayrıcalıklı bir tıfılın nasıl büyüdüğünü, herhangi bir travma durumunda çocukluğuna inmek için gerekli bilgileri toplayabilmek maksadını güden bir çalışmayla öğrenilebilecek ve sözlük yazarlarına sunulabilecek çocukluk hikayeleridir. ben başlıyom! *
der meister

tekirdağ'da doğup büyümüş bulunmaktayım. çocukluğumda, 10 yaşına kadar ailevi durumumuzun süper olması hasebiyle tam bir piçtim. babam hala yediğim hamburgerlerin istanbul'a yol olduğunu söyleyip başıma kakmakta. babam toplantılara giden artist bir tipti, annem ev hanımıydı. babam her toplantıdan çikolata çörek börek + bir ferrari bir de kamyonla gelirdi. kamyon ve tırlara bayılırdım, şimdi de kendimi euro truck simulator ile tatmin ediyorum. kazma kürek setlerim, filom; dozerlerim, kamyonlarım vardı hep.

kıvırcık saçlı beyaz tenli uzun boylu ve çok zeki bir çocuktum. lincoln gibiydim lan aynı. 5 yaşında yatağımda süt içerek radyo dinlerdim. birinci sınıfa başlamadan bir hafta önce ömer mısır sever cümlesiyle annemlerin yatak odasında okuma hayatıma başladım; çok iyi hatırlıyorum. aynı akşam babam yeni bir araba almıştı.

bana değil, kendine. yeşil bir opel astra. lan o zaman astra bile yoktu, nerden çıktı hala merak ediyorum. belki de yanlış hatırlıyorumdur. şişkin bir direksiyonu vardı, pek sevimliydi; erekte olmuş gibiydi. ufakken de çekingendim, ama hayat doluydum o zamanlar. şimdiki gibi püsük değildim. müthiş basketbol oynardım, 8 yaşındayken babamı falan yenerdim tek potada. babam da odunun teki değil lan, basketbolla ilgilenen 1.80 boyunda adam. hey yavrum hey. meğer bilerek yeniliyormuş, vay mna koyim dedim.

vukuatlarım oldu. izmit'te, anneannemlerdeydim hep zaten. okul yok birşey yok. asya tur tanrım; değirmendere mabedimdi. dondurmacı ümit usta can yoldaşım, hastalık sebebimdi. üç arkadaşım vardı orada, ikisi kız biri erkek. küçükken de pezevenktim ben, etek falan kaldırırdım. pipim ısınırdı. niye lan derdim, bilemezdim neden.

asya tur hayranlığımı efe tur başlığına girdiğim ilk entrymde anlatmıştım, ayrıca anlatmaya gerek yok. zaten o başlıkta tek entrym var ama yeni bir tane girmem durumunda sakatlık çıkmasın diye söyleyeyim dedim.

vukuatlarımın en önemlisi kafamı bahçe demirine sıkıştırmam ve mahsur kalmamdı. akabinde arabada unutulma maceram da vardı. katliam bazındaysa 3 pet şişe dolusu arının hunharca yakılarak katledilmesinden sorumlu tutuldum. öldürdüğüm kuş ve böceğin haddi hesabı yoktu ama avrupalı arkadaşlar sağolsun koruyup kolladılar beni. öyle işte.
(bkz: sözlük yazarlarının otobiyografileri)
küçükken çok usluydum ben, hep söz dinlerdim, hiçbir oyuncağımı kırmazdım. istediğim bir oyuncak alınmadığında asla ağlamazdım, öyle çok oyuncak istemişliğim de olmadı benim hiç. annemin elini tutmadan uyuyamazdım. ve annemle babama kızdığımda onlara verdiğim tek ceza uyurken iyi geceler dilememek olurdu hep. ama nasılda üzülürdüm içten içe öyle davrandığımda. sadece pırasa, ıspanak ve zeytin yememek konusunda direndim onlara karşı. hala da direnirim..*
garip. başka diyecek birşey bulamıyorum.
sorumululuk almadan ama mutlu geçmişti. benim yerime işlerimi apacak bir sürü insan vardı etrafımda. hala var sayıları azaldı belki ama bunların bana uzun vadede fayda sağlamadığını gördüm.
rahat bir on yılımı hulahop çevirip seksek oynamakla geçirdim. başka hiçbir faaliyetim yoktu.
Çok sevdiğim akvaryum balıklarımı onlarda süt içsin, onlarda sakız ciğnesin, onlarda dondurma yesin diyerek bazılarinıda tek tek akvaryumdan cıkarıp televizyon izlemeye götürmüş tüm iyi niyetimle onlarcasıni katletmiş bir cocukluk dönemidir.
benim çocukluğum çok güzeldi aslında. hep bir şeyler isterken hatırlıyorum kendimi. bu istekleri karşılamada birinci mercii olan babam daima meşguldü. işten güçten arta kalan zamanı ya kahvede arkadaşlarıyla fayans döşeyerek, okeye dönerek geçirirdi ya da televizyonun karşısında ense yaparak.. en önemli atraksiyonumuz bahçede yaptığımız mangaldı. o bahçeyi bugün mumla arıyoruz ailecek...

mesela çocukluğumun yaz tatillerinin dönüşü hep zor olmuştur. okulda, evet tatilde ne yaptınız çocuklar ? sorusuna verdiğim cevaplar standarttı. bu tatilimi evde geçirdim. kuran kursuna gittim. arkadaşlarla at gibi top oynadık. bir de antalyaya tatile giden en can arkadaşımın tatilden dönmesini bekledim. it oğlu it her sene antalyaya gider gelince yaptıklarını anlatır, ben de babama anlatırım. kimden duyuyor bu çocuk bunları der babam biraz da fırçadan sonra siktir git lan odana der ve ben de odama giderim.

bugünkü bekleme gücümü, kuvvetimi çocukluğuma borçluyum. o değil de ne beklerdim be...
çok yağmurlu geçti kuru günler göremedim vesselam.
Tuhaf bir cocukluktu.
Bisiklete binmedim.
Hiç bisikletim yoktu.
3 yaşından beri amcamla yaşıyorum.
Ailenin en kucugu olarak beni o yetistirdi.
Kendisi evlenmiyordu. Eski savcilardan.
Şimdilik kitap yazıyor.
Hep onunlaydim.
Hukuk davaları sayfaları arasında kaybettim çoğu eğlenceyi.
Onunla arkadaş gibiydik. Hala da öyleyiz.
Hiç sormadım niye beni aldin yanına diye.
Merak da etmiyor değildim.
Onunla sürekli balığa giderdik.
O kitap okurdu,ben oltayı tutardım.
Balık denk gelmezdi.
O gelir alirdi hemen balıklar atlardi oltaya.
Bisikletin üzerine kötü olurdu bu hep benim için.
Okudugu kitapların son sayfalarini okurdum hep.
Çeşitli yerlerde geçti.
Mersin, antalya, hollanda vs.
Gittiğim her yerde annem babam yoktu.
Ve onların beni ozlemedigini dusunurdum.
Çünkü ben onları ozleyemiyordum.
Ozlemek nedir bilmezdim.
Büyüdüm futbol çağına geldim.
Çevredeki en güzel oynayan cocuklardandim.
Beyin travmasi geçirdim... Pek oynayamadim.
Yıllar geçip buyurken ben oynadığım son saklambaç oyununda kaybettiğim çocukluğumu aradim.
Hala da arıyorum...
Yaşanamamış, hayatın her anında deli gibi özlenmiş hep başkalarınınkine özenilmiş çocukluktur.
ezerlerdi amk ama şimdi hiç bir s*k*m yapamıyorlar .
(bkz: yazarların çocuklukları/#21618070)
Sorunlu bir dönemdi. Yaşıtlarımla anlaşamazdım. 5 yaşındayken en yakın arkadaşım 15 yaşında olunca bayağı bir sıkıntı oluşturmuştu.
sürekli birilerinden kaçmakla geçen çocukluktur. kar topu diye kardan adamın kafasıyla 403 camı indirirsin şoföründen kaçarsın, bakkalı bekçiyi sarhoşu kızdırırsın onlardan kaçarsın, ibnelik olsun diye kapıcının camından içeri torpil atarsın ondan kaçarsın. heyy gidi günler...
Eylül

Yapraklar dökülürken, bir gece vakti geldim bu diyara. Başlarda gelmek istememişim. Çabuk bağlanırım çünkü ben. Günlerce hastanede gelişimi beklemişler. Oralı bile olmadığımı söylüyorlar. Sonunda zorla koparmışlar yerimden yurdumdan beni. Hiç fikrimi sormadan... belki de ben daha mutluydum oralarda?

Gelmeden önceki 9 ayda neler yaşadığımı, neler düşündüğümü, neler duyduğumu hatırlamıyorum. Ama güzel şeyler yaşamış olmalıyım ki hiç ağlamamışım. Ne kadar mutlu bir çocuk olduğumu anlatıp dururlardı. Tabi mutluluk göreceli...

Hep masallarla büyüdüm ben. Ama pamuk prensesler, kül kedileri değil. Gerçek masallarla. Her masalda aslında hayatın mükemmel olmadığı anlatıldı. Belki de bu yüzden çabuk gördüm bu dünyanın hoşumuza gitmeyen o gri yüzünü ve daha çabuk büyüdüm yaşıtlarımdan.

Uzun sürmeyen bir çocukluğun tek güzel yanı nedir bilir misiniz? 25 yaşınıza gelseniz dahi lunaparkta büyüklerin çekindiği o oyuncaklarda çığlık atmanın size çok normal gelmesidir. O çocuğun kimi zaman içinizde canlanması, sonra yorulup durgunlaşmasıdır. Kimileri buna karmaşa der, kafalarındaki kalıba uymadığınız için anlayamazlar. Kimileri şımarıklık...

Ancak çocukluğunu sizin gibi yaşamış biri atılan o kahkahanın ne kadar içten geldiğini, ne kadar masum olduğunu anlayabilir.

Kalanların hepsi sizi yargılayacaktır. Takmayın, ben takmıyorum. Herkes bizim kadar mutlu olamıyor, ve bu dünyada bizim gibi gözlerinin içi gülen insanlara ihtiyaç var. Unutmayın bir amacımız var bizim, mutlu olmak. Hayata, kötü insanlara inat. Öyle çok mutlu olmak ki, etrafımızdakileri de mutlu etmek.

Bu dünya mutsuzların dünyası. Salmayın kendinizi, bir gün daha çok insanın dudaklarının kenarında asılı bir gülücük olacak.

-----------

Eylül + 1

ilk 8 ayım biraz zor geçti benim açımdan. Erken yürümüşüm, erken konuşmuşum. Zaten hep tez canlı olduğumu söyler durulardı. Özgürlüğüme de düşkünmüşüm eskilerde.

Şöyleki bir yaşındayken evden kaçmışım. Babaya anne, anneye baba deyip çekirdek ailemizi kandırmış, yollara düşmüşüm. Bizimkiler farklı odalarda diğerinin benle oynadığını sanarak bir güzel vakit geçirmişler.

Dışarıda yağmur...

Eylül çocuğuyum ben, sarı sonbaharı da yağmurları da severim. Bu güzel havada evde oturulur mu diye düşündüm sanıyorum, çok hatırlamıyorum zira.

Ana caddeye çıktığımda mahallenin çocukları görüp tanımışlar.

Şu anda bir çingenenin çocuğu değilsem, mahallenin bıçkın delikanlıları sayesindedir. Yoksa benim anne baba tırt. Bir yaşındaki çocuk yarım saat kayboluyor, haberleri olmuyor, yaparken iyiydi.

Çocuklar apar topar eve getirip kapıyı çaldıklarında ve cılık su içerisinde annemle babama pis pis güldüğümde kaybolduğumu anlamış bizimkiler.

Sonraki 2 sene kapı hep üzerime kilitlendi. ilk kaçma girişimim böylelikle başarısızlıkla sonuçlandı. Ve bu bedeli daha 1 yaşındayken çok ağır ödedim.

-----------

Eylül + 2

Bir gün hastaneye gidiyoruz babamla, diyor kardeşin oldu aman da ne şanslısın falan. Ben durumu anlamıyorum tabi.

Bizim dönem ayrı bir gerizekalıydı sanki, tüm ilgiyi o aldığı halde hiç kıskanmıyorum kendisini. Ne bileyim zaten tombik bir şey, üstüme otursa öldürür falan, pek yaklaşmıyorum da yakınlarına. Altına yapıyor anneme ispiyonluyorum, maksat pislik olsun. Nasılsa hatırlamayacak kerata.

-----------

Eylül + 3

Susam sokağı dönemleri, tipitip tatlı geliyor, sulugözü daha çok seviyordum o yüzden. Sulugözün gözlerimi yaşartması gerektiğini düşündüğümden çiğnerken özellikle gözlerimi kırpıştırıp göz yaşı akıtmaya çalışıyoruum. Sen 3 yaşına kadar çocuğun üzerine kapı kilitle, sonra kendisinden zeka pırıltıları bekle.

Sayı saymayı susam sokağından öğrendim. Yaş olmuş üç, annem bulaşık yıkıyor, koşuyorum eteğine yapışıp ona kadar sayıyorum, babam işten geliyor bacağına yapışıp ona kadar sayıyorum. Onlar da gülüp alkışlıyorlar falan. Benle alay ettiklerini anladığımda 18 yaşındaydım.

Oyuncak ettiler beni. Neyse sonra affettim onları, zaman her şeyin ilacı.

-----------

Eylül + 4

Bizim dönemde ipad falan yok gençler. Bildiğin sokakta toz toprak içerisinde top oynuyoruz.

Benim için mesela süngerli ayakkabı boyasının ilginç geldiği yıllardı o zamanlar. Ipad görsem büyük ihtimalle gavur icadı deyip eve sokmazdım. O derece.

Bayramda dayımlara gidiyoruz. Neyse evlerinin kapısının önünde bir sürü ayakkabı, biz de ayakkabıyı çıkartıp içeri giriyoruz. O zamanlar fakiriz, ayakkabıyı çıkartmadan girmeye de başladığımız günler geldi çok şükür. Yemişim iran halısını, tek kullanımlık olanlarından alıyoruz artık mesela.

Neyse bizimkiler içeri girerken benim gözüme kapının girişindeki süngerli ayakkabı boyası ilişiyor. Bu ne annea deyiveriyorum. Kadın tabi bilinçli, her soruma büyük insanmışım gibi cevap veriyor o zamanlar. Gerçi bu yaşadığımız olaydan sonra bıraktı o huyunu, birkaç sene benle konuşmadı ama neyse.

Ayakkabı boyası dibiciğim, bunun ucundaki süngeri ayakkabına bastırarak sürersen ayakkabılar tertemiz oluyor diyor. Oldum olası iyi bir insandım ben, böyle birine bir faydam dokunacak diye çırpınırdım. Neyse bizimkiler içeri giriyor, ben de kapının orda kalıp bu süpersonik buluşu inceliyorum. Zaten bilim adamları süngerli sıvı ayakkabı boyasını icat etti, sonraki sene uzaya çıktı.

Sonra diyorum, bayram bayram herkesin ayakkabısı tertemiz olsun. Başlıyorum kapının önünde duran ayakkabıları boyamaya. Kırmızısını, kahverengisini, beyaz ruganını, süetini hiç ayırt etmiyorum. Maksat hak geçmesin. Sonra da bir güzel kurumaya bırakıyorum. Hepsi bildiğin siyah oluyor.

Görevimi tamamladığımda içeri girip çaktırmadan tuvaletin lavabosunda ellerimi yıkayıp, çikolataların olduğu kaseyi kapıyorum, gidip annemin yanına oturup, kase kucağımda çikolataları yemeye başlıyorum. Kağıtlarını da aynı kaseye atıyorum. Maksat etraf kirlenmesin. Öyle de duyarlıyımdır.

Sonrasında ayakkabıları gören misafirlerin surat ifadelerini ve annemin tepkisini yazmak zor, ararsanız anlatırım uzun uzun. *

-----------

Eylül + 5

Sezen aksu’nun gülümse şarkısının hit olduğu yıllar. Evden kaçmalarım unutulmuş, babam kızım seni affettik evine geri dön falan demiş. Artık kapıyı da kilitlemiyorlar, mutluyum yani.

Nasıl bir çocukluk geçirdim, ne acılar çektim hatırlamıyorum ama bu şarkıyı balkonun demirlerinden sarkarak söylediğimi çok bilirim.

Bir kedim bile yok nedir arkadaş, yediğim önümde yemediğim arkamda, hala kedi istiyorum falan, mahallede kedi dolu oysa.

Bu arada susam sokağı olayını ilerletmişim, okula daha başlamadan okuma yazmayı sökmüştüm. Hey gidi. Annemin eteğine yapışıp hadi söyle, ne yazayım söyle falan diyorum, o derece.

-----------

Eylül + 6

70’lerin ve 80’lerin çocuklarını çok şanslı bulurum.

Yani Susam Sokağı’nı beklerken televizyon karşısında uyuklayan nesili...

Ortak bir payda vardı o dönemlerde. Zengini de fakiri de sokakta oynardı, şimdiki gibi zemini yumuşak malzemeyle kaplanmış özel parklar yoktu. Herkes yazın o sıcağında metal kaydıraktan kayarken neler hissedildiğini iyi bilirdi. Ya da bisikletten düştükten sonra kanayan dizlerini tedavi etmeyi. Bizim nesil önce kanayan dizlerini tedavi etmeyi öğrendi, sonra da kırılan kalbini. Yara sarmaya erken başladığımız için belki daha metanetli olduk şimdinin çocuklarına göre...
o zamanlar biraz acemiydim:

https://youtu.be/4vxjf36meRI
Kıvırcık sarı saçlı mavi gözlü bir çocuktum. Kaç defa eve mutsuz geldim sarı olduğum için. Sanırım hasta olduğumu düşünüyordum, şu an hatırlamıyorum. Tek hatırladığım anneme "niye herkes kara kara da ben sarıyım" diye yakındığımdı.
görsel
Bu basliga girdide bulunanlari kiskaniyorum cunku hic cocukluk fotografim yok.

Lutfen cocuklarinizin birgun geriye donup bakabilecekleri hatiralar saklayin onlara.
görsel
herkesin çocukluk yılları eşsiz anılarla doludur ama benim çocukluk yıllarımı yaşadığım mekan ve arkadaşlarım çok ama çok özeldi. yan yana 4 apartmanda oturan 6 kız, 6 oğlan çocuğu olmak üzere toplam 12 çocuk, bir apartmanın arka bahçesinde masal tadında bir çocukluk yaşadık. bahçe derken gözünüzde öyle çimenli, çiçekli, bol ağaçlı bir bahçe canlanmasın. tek ağacı iğde ağacı olan, geri kalan kısmı dazlak toprak bir bahçeydi ama orası bizim cennetimizdi.
birbirimizle nasıl o kadar çabuk haberleşip de o bahçeye bir anda indiğimizi hatırlamıyorum. bizim arkadaşlığımız öyle bir arkadaşlıktı ki biz okul ve gece yatısı dışında hep beraberdik. ortaklaşa topladığımız parayla yandaki oyuncakçı abiden aldığımız top sürekli patlar, yerine gider yenisini alırdık. voleybol, yakan top, istop oynardık. o iğde ağacının altında müzik dinlerdik. yazın yağan yağmurda kaçışıp aparmanın saçağı altında gökkuşağını izlerdik. kese kağıdında ayçekirdeği alıp yerler bir dolu kabuk olana kadar çitlerdik.
her birimizin yaş gününü karşı apartmanın altındaki pastanede ya da evlerde topluca kutlardık. biz, bir kaldırımı iki sıra halinde kaplayacak şekilde tunalı hilmi caddesi turları yapar, seğmenler parkına çıkardık.
hepimizin karnesi her zaman iyiydi. takdirname alamayıp da teşekkürname aldığımız bir yıl hatırlamıyorum. birbirimize derslerimizde de yardım ederdik. benim en kötü dersim olan matematik dönem ödevlerimi, babası matematik öğretmeni olan ve kendisi de sayılsalcı kafasına sahip olan arkadaşım yapardı; ben hazıra konardım.
çocukluk ve ergenlik yıllarını bilirsiniz, arkadaşlar hep rol model olurlar. biz birbirimizin rol modeliydik. aynı tür müzik dinler, aynı tarzda giyinirdik. hepimiz memur çocuğu olduğumuzdan olsa gerek imkanlarımız hep aynıydı, evlerimizdeki eşyalar bile benzerdi.
hepimiz üniversite sınavını ilk girişimizde kazandık. hatta içimizden 3 kişi tıbbı kazandı.
bizim ailelerimiz de birbirlerini tanırlardı. dolayısıyla biz dışarı çıktığımızda gözleri hiç arkada kalmazdı. bilirlerdi ki biz hep beraberiz, biz birbirimizi dışarıdan gelecek kötülüklere karşı koruruz. biz bir başımıza kalmadık hiç, hep birbirimizle paylaştık her şeyi. babamı kaybettiğimde 18 yaşımdaydım ve cenaze kalkarken mahalle arkadaşlarım yanı başımdaydı.
öyle bir efsane arkadaşlığımız vardı ki yan yana 4 apartman dışından bize özenip ilerideki sokaklardan, başka semtlerden bize katılmak üzere yanımıza gelen ithal arkadaşlarımız bile olurdu. onlar genelde okuldan arkadaşlarımızdı. bizim gibi yanyana apartmanlarda oturmadıkları için evlerine dönmek üzere bizlerden erken saatte ayrılmak zorunda oldukları için üzülürlerdi.
ben ailemin tek çocuğuyum; kardeşim olmadığı halde böyle elit bir mahallede, kardeşi aratmayan böyle yakın arkadaşlarla büyüdüğüm için şanslıydım.
aradan yıllar geçti; şimdi dönüp de arkama baktığımda güzel yad edilecek şeyler hatırlıyorum.
o ağaçsız, çiçeksiz bahçe artık yemyeşil, 4 yanı ağaçla çevrili, çimenler ve güller var ama biz yokuz. artık biz o yıllara ait bir efsaneyiz.
görsel
görsel
1993 alanya.
görsel
1994 *
güncel Önemli Başlıklar