bugün

''..Ateş atan bir ağustos sabahında...'' diye başlar.
O karanlık gecede... diye başlar.
(bkz: hiç)
CV nizi de bırakın tam olsun dediğim başlık. Ayrıca vesikalık nerede? Arkalı önlü kimlik fotokopisi de unutulmuş.
Sene 2001 peder bey istanbuldan memlekete ilk döndüğü anda naciz vucudumun ilk filizleri tomurcuklanmış. Bir köy ilkokulunda 8 seneyi, her kır çocuğu gibi haylazlikla devirdikten sonra, gurbet ele gitme vakti gelip çatmıştı. Fakirdik ama mutluyduk.. Nurcuların yurdunda, kalıp akşama kadar tuvalette camus okuyup şarap içiyordum -Bu arada camus, ruhsuz aptalın teki- Hiç uyumadan Sabahlayıp, namaz vakti ilk abdesti alan da bendim. Tüm cemaat nasıl hayırlı bir mümin olduğumu konuşur, cuma günleri imamın kürsüsünün arkasında, iki dizimin üstünde oturtulup back vaizĺık yapmam istenirdi. Böyle huylarım da vardır. Bende gelecek görüyorlardı.. Düzgün diksiyonum, henüz bir baritoncuk olan ses tonumla akici bir şekilde bana verilen texti okur, araya, kendi yorumlarımı ekleyince tüm takdiri toplardım.

Gel zaman git zaman derken Lise 2 nin körpe bir genci oldum. Sınıfın türbanlı bacılarından huriye ile bir niyaz dersinde yakınlasmistik. Okulun ücra köşelerinde Birbirimizin kulağına sureler üfürür, sıcak nefesimizin tene nüfuz ettiği anla mutlu olurduk.

Bir gün Kör şeytana uyup, sadece sarılıp öpmek suretiyle cima eylemeye karar vermistim. Ah! O Icimizdeki şeytan yok mu?

Huriyenin bakire ruhu karşımda heyecandan titrek bir hal almış, utanmış ve kış ayazından kurumuş dudaklarımı arzuluyor gibi duruyordu. Tüm bu atmosfere rağmen özenle okunmuş +9 türbanı aşkımıza engel oldu. Bir hikmetle açılmış duran Toplu iğne, yanagima biraz batınca birden geri çekildim. Sen büyüksün yarabbi! Bu hikmeti ona belli edip, kör kütük bir inançla dolmasını istemiyordum. Bu kadarı kafiydi.

Bir imamhatipli olduğum için, çevrem, henüz fikirleri olmayan, saf ve tüy bıyıklı sabilerden oluşuyordu. Bu yüzden abdesthanenin yanındaki tuvalette rahat rahat sigara içebiliyordum. Hocalar, böyle bir kafirligi yapacağımızı aklina getirmediği için kontrol etmiyorlardı. Allah affetsin!

Bir gün, okulun yanındaki camide, muhtemel cumaya yetişmek için yarım atılmış bir izmariti bulup, keyifle tüttürmüş olmanın keyfiyle, bahçe de biten sarı çiçekli ekşicikleri çiğneyerek ağzım mayhoş olmuş ve arapça okuma dersine koşar adımlarla gitmiştim. Ben Nerden bilebilirdim ki? gitmez olaydım..

Ah! din kardeşlerim, sizlere uzun uzun, acıyla, kederle, insana olan özlemle, heyecanla, inancımın icimdeki seytanla kalleşçe çatıştığı ve tüm bunlarla kişiliğimin harmanladığı yılları anlatmak ne çok isterdim, Bir bilseniz. Hey hat! Bu kadar erinmesem keşke.

Ama Size temin ederim ki, bir melez bir albino bir sivrisinek ve benim libidom, evet!
Yemin ederim üşenmeden yazmışlar bir de üşeniyorum. Özet geçmiş oldum zaten şu an.
94 yılının nisan ayında salı günü dünyaya gelmiş bir minik çift göz. Yaşamı bin bir zorluklar ile geçmiş bir çocuk. Fakirliği de görmüş zenginliği de. Şimdilerde ise gelecek kaygısı güden bir genç. Saçlarına karlar yağmadan önce hayatını bir düzene sokmak için uğraşan bir anadolu bebesi.
Hiçbirini okumadım. Okumaya da ihtiyaç duymadım. Ama hepinize saygı duyuyorum. Umarım hayatınızın geri kalanı daha güzel olur.
uludağ sözlüğün uludağ forum'a döndüğünün kanıtıdır.

bana ne senin otobiyografinden amk ?
Bin dokuz yüz kırk yılının kasım ayı yirmi yedinci günü, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi yakın dövüş ustası Bruce Lee Amerika’nın San Francisco eyaletinde dünyaya gelmiş…Bu bilgiyi öğrendiğimde, benden kırk iki sene önce doğmuş bu adamla aynı gün dünyaya gelmiş olmaktan dolayı garip bir heyecana kapılmıştım. Sanki aynı gün doğunca, onun kadar başarılı bir sporcu olacakmışım gibi hissettiğimi dün gibi hatırlıyorum…
Bin dokuz yüz seksen iki yılının kasım ayı yirmi yedinci günü, Bursa’nın Teleferik kazasında tek katlı bir evde sabah namazından birkaç saat önce bütün mahalleyi uyandıran bir ses duyulmuş…rahmetli halamın Londra’dan kalkıp sırf benim doğumum için geldiği evimizin tüm duvarlarında çınlamış, popoma yediğim tokadın acısıyla ağlayışım…ebe hemşire olan halamın ismini yıllar sonra doğacak kızıma vermeyi sanırım o gün düşünmüş olmalıyım…
Bursa’da yaşadığım yılları neredeyse hiç hatırlamıyorum, annem bin dokuz yüz seksen üç yılının ağustos ayında tekrar gebe kalınca, bizimkiler istanbul’a taşınmaya karar vermişler ve bin dokuz yüz seksen dört yılının nisan ayında evdeki hükümdarlığım son bularak kardeşim dünyaya geldi…hayatımın en değerli varlığı olması gerekirken, aramızdaki düşük yaş farkından dolayı beni hiçbir zaman ağabey olarak görmedi ve tüm çocukluğumla gençliğimin içine büyük bir özenle sıçtı…
Yedi sekiz yaşlarındayken içimde gelişen yegane istek; istanbul’dan, bu aileden, bu kardeşten kaçmak…onlardan çok uzaklarda yaşamak…bir daha bu eve asla geri dönmemek, onların olmadığı bir hayat kurup o hayatı yaşamaktı…Bu hayalimi iki bin yılının eylülünden beri yaşıyorum…
Çok matah bir çocukluğum olmadı, istanbul Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesine bisikletle on beş dakikalık mesafede oturduğumuz için bütün çocukluğum hastanenin bahçesinde tek başıma oyun oynayarak geçti. En yakın arkadaşlarım “deli” denen o mükemmel insanlardı. Zaman zaman birilerinin erik ağacına dalar, etrafta kimse yoksa -sırf olaya heyecan katmak için- “eriğe dalan var” diye avazım çıktığı kadar bağırırdım…çocukluk işte…şimdi olsa, eriği topladıktan sonra bağırırım…
Ailem, doksanlı yılların başında izmir’in küçük bir balıkçı kasabası olan Mordoğan beldesinde bir ev aldı ve buranın “yazlık” olduğunu söylediler. işte çocukluk dediğiniz o mükemmel dönemi bu “yazlık” denen yerde dibine kadar yaşadım…öylesine özgür, öylesine sonsuz ve bakir bir beldede herkesin tanıdığı ve hiç kimsenin zarar vermeye cesaret edemediği o mükemmel çocukluk…en büyük zevkim ise, ilaçlama arabasının peşinden koşmaktı…
ilk aşkımla da burada tanıştım, ilk defa bu küçük beldede bir kadının dudaklarına değdi dudaklarım…ellerim ilk defa burada bir kadının ellerini tuttu…gözlerim ilk defa burada bir kadının gözlerinde kayboldu ve kalbim, ilk defa bir başkası için burada çarpmaya başladı…tüm bunları yaşadığımda artık çocuk değildim, on altı yaşında ergenliğinin dibinde bir oğlandım…ancak kader buymuş bu aşk fazla uzun sürmedi…iki sene sonra bir kurban bayramı arifesinde, hayatımı anlamlı hale getiren o güzel insanı trafik kazasında kaybettim…travmatik ruh halim o günden beri devam ediyor ve ben ölene kadar da bitecek gibi görünmüyor.
Eğitim öğretim hayatımda çok başarılı bir öğrenci olmayı hiçbir zaman başaramadım, aklım hep bir karış havadaydı, orta okul sıralarında piyesler yazar, sınıf arkadaşlarıma zorla oynatırdım…bu çocuk ya tiyatrocu olacak ya da sinemacı derlerdi…hiç biri olamadım…şişman ve çekingen bir çocuk olduğum için okulun kabadayısı mustafa tarafından orta ikinci sınıfta başlayan ve bitmek tükenmek bilmeyen fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldım. Bu şiddetten kurtulmanın tek yolu ise sınıfta kalıp okul değiştirmeye ailemi ikna etmekten geçiyordu…nitekim öyle yaptım ve okul değiştirdim. Yeni okuluma hiç alışamadım, tiyatro sevdası da bu yeni okulla birlikte tarih oldu…ama yeni bir sevda başlamıştı yüreğimde, müzik…o yıllarda türk sanat müziğine ilgi duymaya başladım ve keman eğitimi aldım, tam dört yıl boyunca keman çalmayı öğrendim ta ki farklı bir enstürman ve müzik türü kalbimi işgal edinceye kadar…
iki bin yılında Kütahya dumlupınar üniversitesi maliye bölümünü kazandım, idealim rehberlik psikolojik danışmanlık okuyup pedagoji eğitimi almak ve pedagog olmaktı ama kafa o kadar çalışmıyordu…tam yedi senede bitirebildiğim okuldan bir şekilde mezun oldum. Kütahya’da türk halk müziği ile tanıştım, elimdeki kemanı bırakıp onun yerine bağlama aldım ve o günden beri de elimden hiç bırakmadım…üni yıllarında, yerel bir radyoda program yine yerel bir tv kanalında canlı yayın yaptım. Bir dönem gece hayatının içinde olmaya karar verip barmenlik öğrendim, bu kesmedi yazın otellerde çalıştım, Muğla’nın Fethiye beldesinde tam yedi sezon boyunca animatörlük yaptım…hayatımın en keyifli işi buydu…
Sonra askerlik ve eve dönüş….dokuz yaşımdan beri ailemle yaşamak istemiyordum, bir şekilde iş bulup ailemin yanından taşındım, iki üç ay bile olsa onlarla yaşamak işkence gibiydi…izmir’e yerleşmeye karar verdim ve iki bin sekiz yılında izmir’e yerleştim.
Üni döneminden arkadaşım olan izmir’li bir kıza yıllar sonra aşık oldum, iki bin on yılının kasım ayında ise bu kızı benimle evlenmeye ikna ettim…iki bin on üç yılında ise kızımız dünyaya geldi…
Aşık olduğum kadın tarafından artık istenmediğimi öğrendiğimde tarih iki bin on yedi yılının temmuz ayını gösteriyordu…boşandık…O günden beri hayatın zorluklarını tek başıma üstlenmeye devam ediyorum…
Aslında yazacak daha tonla şey var ama bunu bile okuyacak inşaların sayısının bir elin parmaklarını geçmeyeceğini çok iyi biliyorum…okuyanlara teşekkür ederim.
merak etmiyoruz. önemli kişi falan olsanız neyse de.
1980 de doğdum. 1995 den beri askerim. bir kez yüz kızartıcı olmayan bir suçtan dolayı hapse girdim. öncesinde oturdugum ev yandı. sonra hapis ve ev yangını derken battım efendim. neyse şansımın ve eşimin yardımıyla tam düze çıkmıştım ki bu sefer 15 temmuz sebebiyle 17 ay hapis yattım. 22 ay sonra sen suçsuzmuşsun dediler ondan da kurtardık. daha uzun uzun yazarım aslında ama hayat gibi yazmak da boş geliyor artık bana. bu bedevilik içimi çürüttü.
97 yılında, karların erimeye çalıştığı bir nisan günü açtım gözlerimi, bu karanlık, puslu, vahşi dünyaya.

ilk çocuk ve ilk torun olmanın da katkısıyla, el bebek gül bebek büyüdüm. Bir dediğim iki olmadı.

Tatlı, şirin, esmer bir oğlandım. Yani eski fotoğraflarımdan gördüğüm kadarıyla öyle galiba.

Annem modern bir insandı. Beni kibar birisi olarak yetiştirmek için çabaladı hep. Ben de ondan öğrendiğim bu çabayı sürdürmeye devam ediyorum. Beyefendi olmak için çabalıyorum hep.

Ortaokul ve lise çağlarım maalesef iğrenç insanlar içinde geçti.

Gün geçtikçe, beni bu hayatta kimsenin anlayamayacağını fark ettim.

Odama yanaştım. Duvarlarımı, kitaplarımı, notaları, sonbaharı, yağmuru, kışı, karı arkadaş edindim.

Bir sır oldum. Kendim bile çözemedim bu sırrı. Kalbim terk edilmiş bir şehir gibi ürkütücü bir yer oldu çıktı zamanla.

Çok ağladım, çok güldüm. Hâlâ çocuğum ve hâlâ büyüyorum. Tek fark şu, artık birisinin bacağına yapışıp ağlama beklentisi içinde değilim. Kalbimdeki fırtınanın dindiği nadir anlarda gülümsüyorum sadece. işte hayat, o anların gelişini hayal etmektir. Hayat gerçekleşmeyecek bir hayaldir.
Doğum: izmir
Eğitim: Ege gazetecilik, yale economics master.
Faaliyet alanı: turizm, inşaat, gayrimenkul.
Hobiler: içki, seyahat, golf, fotoğrafçılık.
Müzik: klasik rock.
(bkz: seni hiç unutmıyacağım pika pika)
1985 pembe panjurlu bir evde doğdum. ama ana adım zübeyde değildi.
1989 gibi anaokuluna başladım cidden güzel bir kız vardı onun yanına oturtmadıkları zaman yemek yemezdim, mecbur o'nun yanına oturturlardı. derken birgün kıymalı tarhana yemeği yapmışlardı, küçüklükten beri benlerden ve ufak noktalı şeylerden iğrendiğim için çorbanın üstüne kustum. birdaha o tür bir yemek vermediler bana.

iğrendiğim şeyler arasında zeytin çekirdeği de vardır ha birde kiraz, vişne çekirdekleri. uzun süre bakarsam (9 saniye) gerçekten kusabilirim. bu yüzden yakınım olanlar bunu bilir ve yanımda bu tür şeyler tüketmezler. anaokulundaki sonraki günlerde ise uykum gelmediği halde zorla uyuttukları için ertesi gün birdaha gitmek istemedim. kalorifer direğine yapıştım, annem ve diğerleri beni sökemediler oradan. dolayısıyla anaokuluna gitmem sona erdi. ben kazanmıştım.

91-92 ilkokula başladım. gerçekten bok gibiydi. oldum olası okulu sevmem. ve bu işkence lise bitene kadar sürdü lise mezunu olduktan sonra istediğim hayata kavuştum.

95 yılına kadar bir bok olmadı.

95-2000 yılları arasında da kayda değer bişi olmadı.

2000-2010 arasıda öyle dümdüz geçti.

2010-2015 ise yine öyle pek ahım şahım kaydadeğer bişeyler olmadı. yaşayıp gidiyorum.
ilkokul terkim. Okuma yazmayı tam bilmiyom. Yazar arkadaşlara başarılar.
Ayol film gibisin sözlük.
dünya üzerinde ortalama yaşam standartlarına sahip bir ülkenin, gerek kültürel gerekse ekonomik açıdan pek bir varlığı olmayan aslında fazla eksiği de olmayan yani açıkçası diğer şehirler arasındaki yeri ortalama olan bir şehrinde, sosyoekonomik durumu ortalama bir ailenin ortanca çocuğu olarak, hristiyanlığın ortaçağdaki durumunu yaşamakta olan islam medeniyetinin bir mensubu olarak şubat ayının ortasında dünyaya geldim. konumuna bakabildiğim kadar dışardan baktığımda gerçekten ortalama gördüğüm bir eğitim aldığımı söylesem heralde yalan olmaz diye düşünerek ortalama bir üniversitenin ortalama bir bölümünde de eğitim hayatıma devam ettiğimi eklemem gerekiyor. an itibariyle de hep ortalama; ne çok artı alan ne de çok eksi verilen entryler yazıyorum; katılımcı sözlük formatının itü'den iyi ekşi'den daha kötü olduğu bir platformda. ayrıca halı saha maçlarında duran topları iyi kullandığım için kornerleri hep ben ortalarım.
20 mayıs 1992'de doğdum..
20 mayıs 2092 referandum ile öleceğim.. sonuçta hatay'la alakalı her şey böyle belirleniyor.. 100 yılda bir halk???? oylamasıyla..
gencim, güzelim, lise mezunuyıum, üniversiteli arkadaşlarla iletişim halindeyim. kamu görevi yapmaktayım. mutlu ve mesutum. aynı zamanda sağlıklıyım çok şükür.
ulan sözlük velet doluymuş. kimlerin yazdıklarını okuyormuşuz. daha da gelmem bu amk gazatesi okuyanların çocuklarının yazdığı sözlüğe.
soğuk ve karlı bir kış günü dünyaya merhaba diyen ultraviyole yaklaşık 2,5 yıldır uludağ sözlük'te yazmaktadır. en büyük başarısı budur.
1996 yılında Türkiye'de doğdum hala Türkiye'deyim.
seksen üçlüyüm
sexte güçlüyüm.