bugün

1990’lı yılların başlarında hızlanan her alanda dernekleşme çabaları, gelişerek büyümeye başladı. Gelin görün ki, “ne için dernekleşmeliyiz?” sorusuna net bir cevap verilemediği için ne o gün, ne de bugün süreci işletmek mümkün olmamıştır.

“Örgütlü toplum” yapısını örnek aldığımız gelişmiş ülkelerde, muhataba problemi aktarmanın bir kanalı olarak algılanan ve o şekilde iş gören bu oluşumlara hükümetten bağımsız kuruluş demek olan NON-GOVERMENT ORGANIZATION (NGO) adı verilmiştir. Dolayısı ile bu tür dernek ve oluşumların hükümetle yani icranın başındakilerle ilişkileri olmadığı gibi, hükümete karşı daima protest bir tavır içinde olurlar. Çünkü aksi halde şikâyet edeceğimiz makamla, şikâyet edilenin aynı olması, taleplerin oluşması ve icraya dönüşmesinde sıkıntılar yaratır. Kısaca, kimi kime şikâyet edeceğiz durumu oluşur.

Durum ve gerçek bu iken, ülkemizde bu ve benzeri dernek ve oluşumlara, yanlış bir tercüme neticesinde (ben burada kasıt görüyorum) STK yani “Sivil Toplum Kuruluşu” denmiştir. Bizde “sivil” dendiğinde akla hemen “asker olmayan” anlamı gelir. Bu açıdan ingilizce “nongoverment” kelimesi ile bizdeki “sivil” kavramının uzaktan yakından alakası yoktur. STK yani Sivil Toplum Kuruluşu, hükümetten bağımsız kuruluş demek olan NON-GOVERMENT ORGANIZATION ingilizce kelimelerinin yanlış tercümesi olduğundan doğrusu HTK yani HÜKÜMET-DIŞI TOPLUM KURULUŞU olmalıdır.

Peki, bir HTK neden kurulur? Gelin bu konuya engellilik penceresinden bakalım.

Önce, 2002’de bir müddet bulunduğum Nürnberg’de konuştuğum bir Alman yetkilinin sözleri ve örneği:

“Engellisiniz ve herhangi bir yerden geçmekte zorlanıyorsunuz, ya da herhangi bir konuda engelleniyorsunuz. Burada bir düzenleme gerek! Bunun için siz kişi olarak isterseniz bin tane dilekçe yazın, yüzünüze bile bakılmayıp ‘dernek olup gelmeniz’ söylenir. Yani kişisel talepler dikkate alınmaz. Burada hedef, sistemi hem örgütlü toplum olarak işletmek, hem de bu talep keyfi mi, değil mi probleminden kurtulmaktır.”

Bu, işin kamu yani hükümet tarafıydı… Peki, özel sektörün derneklere, derneklerin özel sektörle ilişkisi nasıldı? Bunu da düzenlenen şiir gecelerimden birine katılan, tekerlekli sandalye kullanan bir hanımın anlattıkları ile öğrendik:

“Üyesi olduğum dernekte benim gibi engelliler olduğu gibi engelli olmayan insanlar da var. Yeni bir alışveriş merkezi açılmıştı ve bu yerin girişi bizim için sorunluydu. Biz dernek olarak, çeşitli protesto etkinlikleri düzenleyip resmî olarak o yeri açanlara ‘ya düzeltirsiniz, ya da buradan kimse alışveriş yapmayacak’ mesajı verdik. Kısa sürede düzenlemeyi yapmak zorunda kaldılar.”

Bu iki örneği okuduğunuzda hepinizin kafasında “o zaman bizdeki dernekler ne?” sorusu oluştu değil mi? Bu sorunun yorumunu size bırakayım demek isterdim ama bırakmayacağım:

istisnalar elbette olabilir. Ama hükümet yetkilileri ile belediye mensupları ile kol kola gezen ve bunu marifet sayan yapıdaki derneklerimiz ve yöneticileri, “etkin” olmayı başka yerlerde arayadursunlar, derneklerde yöneticilik yapmanın bir “ikbal basamağı” olarak görüldüğü acı bir gerçektir.

Meselenin bu çarpık işleyişinin sadece engelli camiasında değil, bütün meslek örgütlerinde sürdüğünü günümüz Türkiye’sinde görmek ne yazık ki asıl acı durumdur.

Amacı hizmet olan kişi ve kurumların biat kültüründen kurtulup temsil için soyundukları insanların menfaatlerini ön plana almaları, kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Aksi halde, bizi anbean tüketen toplumsal patinajımızın sona ermesi hiç de kolay değil…
Alper Şirvan