bugün

Cinsel mübadelede kadının emeğinin sömürüldüğü ahlak ve etik tartışmalarını, kadının gökten düşmüş melek şeklindeki viktoryen melek algısını güçlendirip güçlendirmeyeceği tartışmasını da beraberinde getiren şu bölüm üzerine düşünmek gerek (kadının cinsel hazzının erkeğin hazzına ikincil kılındığı düşüncesi kadını cinsel arzuları olmayan ve frijit/iyi kadın imgesini kuvvetlendirir mi?)

(img:#1779089)
Bununla ilgili bir kitaptan bölüm. Altını çizdim kusura bakılmasın:
(img:#1777370)
"kadının özgürlüğü, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır." sözünü benimsemiş feminist görüştür.
(bkz: clara zetkin)
(bkz: marksist feminizm)
(bkz: lenin in bütün dünya kadınlarına vasiyetleri)
(bkz: sosyalist faşizm).

(bkz: sosyal faşist).
Sosyalist feminizmin kökenleri Marksist
feminizmin içindedir. Marksist feminizm ise Karl
Marx ve Friedrich Engels’in bilimsel sosyalizm
olarak adlandırdıkları öğretinin klasik temelleri
olarak görülen kimi kitaplarından türetilmiştir. Bu
konuda çağdaş bir yazar şu saptamada
bulunmaktadır:
“Gerçekte çağdaş ‘Marksist
feminizm’in artık katışıksız bir
Marksizm’den çok, (temelde) radikal
feminizm tarafından değiştirilmiş bir
Marksizmi temsil ettiğine işaret etmek için
‘sosyalist feminizm’ diye adlandırılması
daha uygun olur. (Donovan 1997:130)”
Marksist feminizm 19. yüzyılın son
çeyreği ile 20. yüzyılın ilk çeyreğinde etkili
olmuşsa da ardılı sosyalist feminizm 1960’ların
son yıllarında ortaya çıkmıştır. (Kayhan 1999:40)
Marx ve Engels’in kullandıkları kimi
kavramlar Marksist feminizmin oluşumunda
önemlidirler: diyalektik ve tarihsel materyalizm
(ve ideoloji ile sınıf bilincinin oluşumu) teorileri,
emek ve kapitalizm üzerine geliştirilen teoriler
(yabancılaşma, praksis felsefesi ve ekonomik
değerin oluşumu) ve son olarak da Marx’ın
yazıları ve Engels’in Ailenin, Devletin ve Özel
Mülkiyetin Kökeni (1884) adlı yapıtında
geliştirilen feminist teorik yönelimler. (Donovan
1997:130)
Marx ve Engels’in görüşleri sonraları
Alman sosyal demokrasisi içinde August Bebel,
Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg, Rusya’da ise
Lenin, Lenin’in eşi Nadia Krupskaya ve
Aleksandra Kollantai tarafından Marksist
feminizmi oluşturacak şekilde yeniden
yapılandırmışlardır. (Watkins 1996:82-
94;Donovan 1997:147)

Engels Ailenin Kökeni adlı eserinde
döneminin antropologlarından yararlanarak tarih
öncesi çağlarda ilkel komünist toplumlarda anaerkilliğin varlığını tanıtlamıştır. Anaerkilliğin
ataerkilliğe nasıl dönüştüğünü açıklamaya
çalışmaktadır. Burada özel mülkiyetin ortaya
çıkmasıyla ticaretin gelişmesini kadınların da
birer meta olarak alınıp satılmaya başlanmasına
yol açtığını belirtmektedir. Erkekler iktidarı
ekonomik ve siyasal anlamda ele geçirince analık
hukukunu ve kadınlık kültürünü de gözden
düşürmüşlerdir. Aile de erkek egemen tek eşli bir
kurum olarak kurumlaşmış ve erkeğin mirasını
yasal varislerine aktarması sağlanmıştır. Engels
kitabında tek eşli ailenin ortadan kaldırılarak ev
işi ve çocuk yetiştirmenin toplumsallaştırılmasını
önermektedir. (Engels 1998)
Marx ve Engels üretim alanları (kamusal
alan) ile yeniden üretim alanını (özel alan)
ayırırlar.§Marx ve Engels liberal feministler gibi
kadınların kamusal alana çıkmalarını ve orada işçi
sınıfı hareketine katılmalarını isteseler de yeniden
üretim alanının kapitalizme olan katkısı çağdaş
sosyalist feministleri daha çok ilgilendirmektedir.
Ayrıca erkeğin özel alanı sömürmesi üzerinde de
durmuşlardır.

Marx, Kapital adlı eserinde ekonomik
değeri üçe ayırır: Kullanım değeri, değişim değeri
ve artı değer. Kullanım değeri üreten mal ve
hizmetler pazarlanmaya uygun olmayan mal ve
hizmetlerdir. Bunlar özel alanda üretilir. Bunlar
kapitalizm tarafından yabancılaştırılmamış emek
ürünleridir. Değişim değeri pazarlanmaya uygun
yabancılaşmış emek ürünleridir. Artı değer ise
Donovan’ın Mc Lellan’dan alıntıladığına göre
“emek ürünlerinin değeri ile o emek gücünü
üretmenin maliyeti, yani emekçinin geçimi
arasındaki farktır”** (1997:142) Buradan da
kapitalizmin yabancılaşmamış tek mekanının özel
alan olduğunu anlarız. Günümüz sosyalist
feministleri Marx ve Engels’in aksine kadınlara
“çalışarak özgürleşecekleri mitini” reddetmelerini
salık verirler (Donovan 1997:153)
Genç Marx’ın 1844 El Yazmaları adlı
eserinde yabancılaşma işçilerin ürünleri oluşurken
tüm işlemi kontrol edememelerinden dolayı
emeklerine ve emek ürünlerine ilgi duymaması
olarak tarif edilir. (Aziz 1995) Sosyalist
feministler ise yabancılaşmayı kendinden,
başkalarından ve anlam duygusundan kopma
deneyimi olarak yorumlarlar. Bu anlamda ev işi

1 Marx ve Engels üretim alanlarından sanayi, ticaret ve
devlet işlerini anlarlar. Yeniden üretim alanı ise kadınların
biyolojik üretimi, çocuk bakımını yaptığı yer kadar işçilerin
işe devamını sağlayan ücret ödenmeyen her türlü ev işlerinin
gerçekleştiği alandır.
2 Mc LELLAN, David. The Thought of Karl Marx: An
Introduction, New York,Harper,1971
deneyimi sıkıcı, önemsiz ve soyutlayıcı
olduğundan Marx ve Engels’in düşündüğünün
aksine yabancılaştırıcıdır. Ayrıca Marx ve
Engels’in hiç ele almadığı biçimde biyolojik
yeniden üretimin (cinsellik) ve üremenin,
entelektüel alandan uzak kalmanın yabancılaştırıcı
etkilerini de tartışırlar. (Donovan 1997:153-
163;Demir 1997:78-80)
Marx yabancılaşmış emek dünyasının
tekrar eden doğasına karşılık praxis nosyonu adını
verdiği tıpkı bir sanatçı gibi nesnelere etki
ederken onlardan aldığı haz ve öğrenme yoluyla
kendisini geliştirici bir eylem felsefesi
önermektedir. Ancak gerçekliği kavrayamayan
bilinci uyarmak için gerçekleri bu bilince
aktaracak alternatif kurumlar gereklidir. Bu
kurumlar profesyonel olabileceği gibi (parti,
sendika gibi) benzer deneyimleri paylaşanların
öznel düşünce ve duygularını anlattıkları amatör
gruplar da (“bilinç yükseltme grupları” gibi)
olabilir. Bu gruplardaki insanlar ortak olarak
ezildiklerinin bilincine vararak dayanışırlar.
(Donovan 1997:164-174)
Sosyalist feministler aralarında sınıf
farkları bulunsa da kadınları da ortak ezilen bir
sınıf olarak görüp ona sınıf bilinci (kadın olma
bilinci) ve feminist ideoloji†† aşılamak
istemişlerdir.
19. yüzyılın Sanayi Devrimi yoğun bir
şekilde ucuz çocuk ve kadın emeğine ihtiyaç
duyduğundan Marksist feministler ‘eşit işe eşit
ücret’ ilkesinin de sıkı takipçisi olmuşlardır.
Ayrıca kadınların daha rahat çalışması için
‘pozitif haklar’ da talep etmişlerdir.
Sosyalist feministler kapitalizmin doğuşu
ile kadın sorunu arasında, proletarya ile kadınlar
arasında benzerlikler kurmuşlardır. Ataerkilliğin
kapitalizme diğer tarihsel sistemlerden nasıl
eklemlendiğini ve proletaryanın mücadelesi ile
kadınların mücadelesinin nasıl birbirine
yaklaştırılacağını araştırmışlardır. (Demir
1997;Donovan 1997;Kayhan 1997;Leoff 1994)
öncelikle feminizm: cinslerin (kadın - erkek) eşitliği kuramına dayanan, kadınlara eşit haklar isteyen, temelde kadın ile erkek arasındaki iktidar ilişkisini değiştirmeyi amaçlayan bir siyasal akımdır. bu akım, insanlığın yarısını oluşturan bir demografik grubun ve uygarlık tarihi boyunca hep ikincil konumda yaşamak zorunda kalan bir cinsin (kadınların) bu ikincil durumdan ve eşitsizlikten kurtuluş hareketinin öğretisidir.(1)

sosyalist feminizm ise; bu ataerkillik durumunu kapitalizmden bağımsız düşünmez. ataerkil toplumun kapitalizmin ilk adımları olan mülkiyet ilişkilerinin ortaya çıkması ile var olduğunu, erkelerin kadınlar üzerindeki tahakkümünün mülkiyet ilişkileri ve buna dayanan aile kavramının bir sonucu olduğunu söyler. kadınların kurtuluş adresini sosyalizm olarak belirler. yani, kapitalizm içindeki bütün üretim ilişkileri alt üst edilmedikçe ve üretim, tüketim , paylaşma süreci eşitlik üzerine kurulmadıkça, kapitalizm her gün yeniden ataerkil ilişkileri üretecektir. bu nedenle sosyalist feministler, kapitalizme savaş açarlar.

ayrıca feminizm tek başına, iktidarı hedefleyen bir ideoloji değildir. evet, aslında ideoloji denildiğinde bir iktidar meselesi akla gelir. ancak feminizm iktidar olarak tanımlanan, devlet aygıtını ele geçirmeyi hedeflemez. daha derin bir iktidar mevzusunun yerle bir edilmesini hedefler. (erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarı) işte sosyalist feminizm bu noktada feminizmin bir koludur. yani erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarını üretim ilişkilerinin başladığı ilk nokta olan aile içinden yıkmak gerektiğini söyler. (2)
1) feminizmin alfabesi
2) wikipedi yardımı alındı.
Sosyalizm her türden toplumsal ezilmeye ve sömürüye karşı çıkan bir ideoloji olarak, feminizme açıktır. Her türden toplumsal eşitsizliğin yok edildiği bir toplum projesi, cinsler arası eşitsizliğin de yok edilmesini gündeme getirir. Elbette bu, sosyalizmin kendiliğinden bu eşitsizliği ortadan kaldıracağı anlamına gelmez ama buna açık olduğunu gösterir.
Feminizmin toplumsal projesi yok; somut kurumlarda yaşanan yaygın iktidar ilişkilerini sorguluyor ama siyasal iktidarı hedeflemiyor. Kadınların kurtuluşunu bir iktidar değişikliğinden ve toplumsal projeden bağımsız düşünmediğimiz ölçüde, hem böyle bir projesi olan, hem de feminizme açık bir sosyalizmi savunmaktır...
"..sosyalist feminizm şu yüzden önemli: patriarka aynı kapitalizm gibi kurucu bir egemenlik ilişkisidir. patriarka ve kapitalizm ittifakının birbirinden beslenerek sürdürdüğü egemenlikleri her ikisine karşı verilecek mücadelenin birbirinden ayrıştırılamaması anlamına geliyor. bugün türkiye neo-liberal kapitalist bir dalga içinde. bu dalganın kadınlara değen sonuçları da var. bu sonuçları doğru olarak görebilmek önemli..."

ekşi sözlük saryade'sinin alıntısından alıntıdır. *
tarihsel materyalizmi kadın kurtuluş mücadelesi için analiz etmek ve sosyalist feminizm ideolojisini buna göre oluşturmak gerekir. yapılan antikapitalist bir söylemi ve kadının durumunun radikal bir biçimde değişmesine yönelik mücadele hattını getirir.

marksizm ve feminizm yöntem ve ideolojik olarak farklı düzlemlerde ele alınmalıdır. bunu düzlemleri birbirinden koparmadan yapmak esastır.

feminizm bütün kadınların bütün erkekler tarafından ezildiğini söyler. bu ezilmişliğin ortak kaynağı açıklanmalıdır: feminizm sınıfları yukardan aşağı kesen toplumsal kimliği erkek olarak belirler. feminizmin marksist kuramın sınıf egemenliği içinde eritilmemesi gerekir.

marksizm kuramda sınıflardan daha temel olan emek kategorisi vardır. tarihsel maddecilik üretim ilişkilerine bakar ve bu üretim ilişkileri arasındaki ilişkilerden sınıflar oluşur. bu noktada kadını erkeğin karşısına koyan temel bir üretim ilişkisi vardır: aile içinde kadının üretim faaliyeti, ev içi emek. kapitalizm içinde bu emek karşılıksız emektir ve doğurduğu sömürü değil ezilmedir. ev işini başkasına yaptıran ve bir işte çalışmayan burjuva kadın da emeklerini özgürce ev dışında harcama özgürlüğüne sahip değildir. bu kadınların denetimi de kocalarının elindedir. kapitalizm öncesi toplumlarda da aile yoluyla kadının emeğine el konur. aile reisi olan erkek üretim birimi olan ailede kadın emeğine el koyar. kadın emeğine el konması durumu cinsiyetçi iş bölümünün ta kendisidir. ve bu durum sermayenin her çağında kadını ikincil konuma koyar. feminist kuramın maddecilikle ilişkilendiği noktada 'el koyma' durumu vardır ve bu durum erkek egemenliğini maddi bir temele yerleştirir.

marksizm tarihsel maddecilikten bahseder. marx'a göre genel üretim faaliyetlerinin belirleyiciliği farklı tarihsel dönemlerde farklı toplumsal yapılar altında ortaya çıkar. kadının ev içi karşılıksız emeği de bu kurala uyar. aile içinde emeğine el konan kadın ile el koyan erkek arasında tek bir sömürü ilişkisi yoktur. tarlada çalışan kadın ile çalışmayan kentli kadın üzerinden sömürü aynı sömürü kavramı ile ifade edilemez. kadınların ortak kavramı olan ezilmişliği soyutluk üzerinden tek bir yerde yani tek bir ekonomik merkez üzerinden tanımlamak yanlıştır. yıkılacak tek odak ailedir.

erkek egemenliği sermaye egemenliğiyle iç içedir.kadın emeğine el koyulmasının sona ermesi için kapitalizmin yıkılışı şart fakat yetersiz bir koşuldur. üretim süreciyle ilgilenmiş marksist kuramın yeniden üretim alanını teori ve pratiğin ilgi alanı dışında bırakmış olması bunun bir göstergesidir.*
erkek egemenliğinde erkekler taraf olmaktan çıkar sağlarlar. bu yüzden kadın kurtuluş mücadelesi marksist erkeklerin egemenliğini de hedef alır. feminizm erkek egemenliğine karşı çıkışın ideolojisidir zira. sistematik bir egemenlik biçimine karşı mücadele ediyor olması feminizmi ideoloji yapandır. bu iki önermeyi biraraya getirince marksizm bütün insanların kurtuluşunu öngören bir ideoloji olmasından ötürü feminizmle çelişmez fakat feminizm marksist kuram içine de dahil edilmez.

marksizm sınıf mücadelesini zorunlu evre olarak belirler. kurtulmuş bireylerin tarih öncesi sınıf mücadelesi veren bireylerin oluşturduğudur. benzer bir diyalektik kadın kurtuluş mücadelesinde de kurulabilir: erkek egemenliğine yani yabancılaşmışlığa karşı özgül bir egemenlik alanına sahip kadınların kendi ideolojileri ile mücadele vermesi. marksizm bu noktada ütopyacılıktan somutun diyalektiği düzlemine geçebilir.

komunizm sınıfların ve devletin soyut olarak yadsınmasına bağlanamaz. sınıf çelişkisinin çözülmesi çelişkinin kutupları arasında somut ve tarihsel bir mücadele ile mümkündür.

kadınların kurtuluşu soyut bir insanlığın kurtuluşu düzleminde değil, somut tarihsel bir düzlemde olacaktır. bu da kadınların erkek egemenliğine karşı mücadelesini gerektirir. sınıf mücadelesinden kopan bir kurtuluş da olamayacağı için feminizm marksist kuram perspektifinde gerçektir.
...ikinci beş yıllık plandan itibaren hayat seviyesinin devamlı yükselişi, çalışanların gelişen rahatı, doğumevlerinin , kreşlerin, okulların çoğalması, çocuk düşürme uygulamasını hükümsüz ve saçma kıldı. endüstrinin ilerleyişi, sovyet birliği'nin kendi geleceği, halkın daha çabuk çoğalmasını gerektiriyordu. stalin sosyalizmin kurulması için başlıca faktörün insan olduğunu söyledi. en kıymetli sermaye staline göre insandı. stalin: 'insanlara ihtiyacımız var. hayatı yıkan çocuk düşürme ülkemizde kabul edilemez. sovyet kadını erkek haklarına eşit haklara sahiptir; fakat bu, onu tabiat tarafından kendisine verilen şerefli ve büyük ödevinden özgür kılmaz; o annedir, o hayat verir. ve bu muhakkak ki kişisel bir mesele değil, fakat çok önemli bir sosyal meseledir...

eşitliğin gelir gelmez, kadını hapseden rollerden sıyıramayacağını düşünen ideolojidir. sosyalizmden komunizme evrilirken mücadelesi devam edecek olan ideolojidir.
(bkz: http://www.bolsevik.org/1017.htm)
(bkz: anarşist feminizm)
(bkz: ursula k le guin)
feminizmin tek başına kadının kurtuluşu için yeterli olmayacağını düşünen kadınların, kadın hareketini marx'ın kadın kurtuluşu teorisiyle, yani sosyalizmi feminizmle birlikte bir ideoloji olarak ele almaları ve pratiğe bu şekilde dökmeleridir. yani:

feminizm erkek egemenliğini yaratan kapitalist sistem içinde erkek egemenliğine karşı mücadele yürütür. sosyalizm ise erkek egemenliğini yaratan kapitalist sistemi yıkmaya çalışır. sosyalist feminizm bu noktada toplumda, emek sömürüsünün yanında cinsel sömürüye de maruz kalan, en ezilmiş sınıf olan kadını, bu sistem içinde demokratik olarak erkeğe eşitlemeye çalışır ve devrimci bir perspektifle de sosyalizm için mücadele verir. bunun yanı sıra sosyalist teorinin ne kadar tam görünse de pratikte kadını kurtarmaması durumunda, yani olası bir devrimden sonra da mücadeleye devam etmek için vardır bu ideoloji.

bugün birçok sosyalist, sosyalizmin feminizm gibi burjuva ve tehlikeli bir ideolojiyle birlikte anılmasına karşıdır. fakat tarih ve deneyimler göstermiştir ki mevcut sosyalist mücadele hattında ve iktidarlarda kadın, kapitalist sistemin dayattığı kadınlık rollerinden arındırılamamıştır. sscb'de kürtajın 'sosyalist bireyler doğursun kadınlar' diye yasaklandığını bilir çünkü kadınlar. devrim mücadelesinin bile ne kadar eril olduğunu görür kadınlar (mesela türkiyede tarihe geçmiş kaç kadın devrimci bilirsiniz, oysa o kadar çokturlar ki.). ya da yaşayan bir sosyalist ülke olan küba'da genelevlerin hala varolduğunu bilir kadınlar...

elbette ki tarih kadar eski kadın sorununa sosyalizm de anında çözüm getiremeyecektir; zira sosyalizmin devirmesi gereken çok fazla çürümüşlük vardır. zamanla değişecek anlayışlar için, her yerde erkek egemenliği sona erene kadar, kutsal aile ve şerefli anne modeli yıkılana kadar feminizm var olacaktır.
radikal feminizm ile hiç alakası olmayan feminizmdir. radikal feminizm kadının üstünlüğünü savunan bir ideoloji olup sosyalizmle pek alakası yoktur.
kadın ve erkeğin eşit olduğunu savunan bir kavramdır. daha doğrusu, eşit olması gerektiğini savunur. pozitif ayrımcılık durumu vardır ama o da zaten günümüz koşulları için geçerlidir. temelde eşitliği savunur.
sosyalizm de zaten kadın ile erkek arasındaki iş yapabilme ve güç dengesi kurulmalıdır. bu durumda kadının erkekten üstün olduğunu düşünen feminizm kavramının eşitlik kavramını içselleştiren sosyalizm ile yanyana gelmesi gibi bir olasılık yoktur.

yeni kavramlar yaratmayalım

zaten yeterince var
Sosyalist Feminizm de ; Marksist Feministler sosyal yapıyı biçimlendiren üretim ilişkileri ve patriarkal aile yapısını sömürünün kaynağı olarak görürken, diğer bir akım bunun nedenini, kadının biyolojik yapısına bağlar. Feminizmin öncülerinden Simon de Beauvoir 1949'da yayınlanan ve ikinci seks adını verdiği kitabında ataerkil toplumlarda kadının nasıl erkeğe göre, yeni norm kabul edilen, geçerli sayılan, cinse göre eksik, edilgen, güçsüz, duygusal ve yeteneksiz diye tanımlandığını anlatır. Gerek bireyler arasındaki ilişkiler gerekse toplumların çeşitli kurumlaındaki iş ve özel ilişkiler kadınlarla ilgili gelenekleşmiş bu önyargılarca düzenlendiğinden Simon de Beauviour'a göre, en bağımsız kadın bile bu çarpık görüşlerin etkisi altında kalır. ikinci seks kitabında "kadın doğmaz, kadın olur" denirken cinsiyet kavramının aslında biyolojik değil, toplumsal olduğu vurgulanmış olur.

1960'ların sonlarına doğru batı toplumlarında görülen feminist hareketler genellikle Simon de Beauvoir 'in çizgisinden farklıdır. Bu dönemde feminist hareketlerin içinde yer alan kadınlar çoğunlukla devrimci sol akımında aktif üyeleridir. Dönemin erkek solcuları toplumsal çatışmanın temelinde ırkçı, etnik ve sınıfsal ayrımların yarattığını söylerken ve kadınlara karşı ayrımcılığın Marksist devrimden sonra kendiliğinden ortadan kalkacağını öne sürerken, Sulamith Firestone gibi feminist Marksistler en köklü ve belirgin toplumsal çatışmanın seksizmden kaynaklandığını savunular. Firestona göre kadınlar erkeklerden farklı ama onlarla eşittirler. Marksist açıdan ise kadınların ezilmesi ve bu olgunun sonuçları, işçilerin ezilmesinin de, bundan doğucak sınıf çatışmalarınında önemli bir sorunudur.

1970 lerin başından itibaren feminist Marksistler ve antropologlar cinsiyet ayrımının değişik toplumlarda değişik biçimlerde ortaya çıktığını, dolayısıyla biyolojik yapıdan kaynaklanan tek tip bir ayrımcılıktan söz edilmeyeceğini örnekler göstererek öne sürmeye başlarlar. Cinsiyete dayalı ilişkiye çağdaş bir yorum getirenlerin başında Gayle Rubin gelir. Rubin 1975'te "Kadınların Antropolojisine Doğru" başlığıyla yayınlanan kitaptaki seks ve cinsiyet konularını birbiriyle ilişkili ancak farklı iki kavram olarak ele alır. insanların biyolojik yapılarının onların sekslerini oluşturduğunu söylüyor. Rubine göre kadına ve erkeğe özgü diye ele alınan seksüel gereksinimler bile hep bu toplumsal düzenlemelerden etkilendiğinden içgüdüsel sanılan seksüel istekler ve bunların gideriliş biçimleri gerçekte biyolojik olduğu kadar toplumsal niteliklidir. Rubine göre seksist ayrımın hem başlangıç noktası hemde garantisi ailedir. Kadın ve erkeğin dünyaya geldiği ve cinsiyetlerin oluştuğu aile ortamı ataerkil sistemin egemenliğinde olduğundan aile her yeni kuşakta yeni yöneten erkekler yönetilen kadınlar üretir. .(Arat,1995:50-55) Bu noktada Rubine göre davranışlar aile ve çevresel faktörler tarafından şekillenmektedir. Ataerkil aile sisteminde yetişen erkekler şiddet uygulamayı kendilerinde hak olarak göremktedirler. Erkekler aile içinde yöneten konumundayken, kadınlar yönetilen konumundadır. Erkekler böylece aile içerinde her türlü hakkı kendilerinde görmektedirler.

Sınıfların ortaya çıktığı andan itibaren, egemen sınıfların sömürülenlere, ezilenlere biçtiği tüm toplumsal roller, her zaman kadına ayrı biçimde ve daha da ağır biçimde yansımıştır. Kadın sadece bir köle, serf ya da işçi olarak bırakılmamıştır. Kadın her zaman her yerde kadın olmasından gelen özelliği ile zora maruz bırakılmış boğun eğdirilmiştir. Erkeğin fiziki üstünlüğü kadının boğun eğdirilmesinde bir araç olarak kullanılmıştır. Sabahtan akşama kadar tarlada emek türeten erkek köylünün, yeniden kendi emeğini üretebilmesi için, kadın evde hizmetkar olarak kullanılmaya zorlanmıştır. Oysa aynı kadın tarlada, erkeğin yanında emek te tüketmiştir. Ezilen ve sömürülen sınıfın erkeklerine, egemen sınıflar tarafından hak olarak gösterilmiştir. Bu şekilde erkeğe verilen hak, aynı zamnada ezilen sınıfların kendi içlerinde kendileriyle çatışmaının bir aracı olarak kullanılmıştır. Oysa egemen sınıfların amaçları, emek gücünü en ucuza mal etmek ve en verimli biçimde kullanmaktır. Onların zenginliklerinin, egemenliklerinin rahatlıklarının tek yolu budur ve kadın hiç bir ücret ödemeksizin, emekçi erkeğin sömürücü sınıflara daha ucuza mal olmasını sağlayan bir araç haline getirilmiştir.

Fabrikada bütün gün çalışmış eve gelen işçi erkeğin, evinde kendisini bekleyen ona hizmet sunan, çocuklarına bakan bir kadın olduğunu bilerek yaşamak durumunda bırakılmıştır. Ve kadın doğduğu andan itibaren bu toplumsal görevi yerine getirmek için yetiştirilmiştir. Bu toplumsal görevle yetiştirilen kadın da erkeğin kensinden üstün olduğunu kabullenip her türlü şeye gözyummuştur. Erkeğin üstün konumu, kadının erkeğe hizmet etmesinin ve erkeğin aile içi kararlarda söz sahibi olmasının doğal görülmesi de şiddeti besleyen unsurlardandır. Kadın şiddet uygulayan erkeğe karşı gelmeyip erkek otoritesini ve gücünü kabullenmiş durumdadır. Çalışmayan ve geliri olmayan kadın evi terkederse gidecek yeri ve geçimini sağlayacak parası da yoktur. Bu sebeplerden dolayı erkeklerin her türlü eziyetine maruz kalmıştır. Yüzyıllardır erkek işi diye kandırılan uzak tutulan işlerde çalıştırılarak bunun bir aldatmaca olduğunu gören emekçi kadın, aynı zamanda ev işinin sadece kadın işi olduğu şeklinde aldatmacaya da kanmaz olmuştur ve bir takım haklara sahip olduğunun bilincinde şiddetten uzak herşeyi beraber payalabildiği bir hayat istemektedir.

Sosyalist feminist teori; kadın ezilmişliğinin ciddi sosyolojik, psikolojik ve ideolojik olgusu altında maddi bir temel olduğunda ısrar eder. Marksizmin bu kökenin belirlenmesine ya da tanımına hiç bir zaman eğilmediğini de vurgular.Ailenin bu temelde yatan nedenleri besleyen başlıca yapılarından biri olduğu varsayımına ulaşır. Sosyolist-feminizm, çelişkili ve aldatıcı olan bu iki noktada sosyolist teori ve pratiği reddeder. Zaten sosyolist feminizmin kadının ezilmişliğine sol kanat idealist bir eğilimle basit bir hak eksikliği ve ideolojik bir şövenizm, olarak bakılmasını küçümser. ikincisi sosyolist feministlerin özellikle aileden kaynaklanan psikolojik ve ideolojik kaygıları, yine sol kanatta kadının ve ekonomik olgularla yapılan yorumuna ters düşer. Bütün bunlar 'kişisel politiktir' sloganının teorik kapsamını oluşturarak sosyolist -feminist akımının kadın sorunu ele alışındaki esasları belirler.

Sosyalist-feministler, Engels'in "Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni" adlı kitabında, aile içi mal-mülk konusuna yaklaşımın yetersizliklerini görmekle birlikte katkılarını da kabul eder. Engels gibi sosyolist-feministler de kadının ezilmişliğini toplumsal gelişme dinamiği içinde ele alırlar, ancak Engelsi'in tanımlayabildiğinin ötesinde diyalektik bir temel oluşturmayı denemişlerdir. Bu diaylektik temelin, belli bir üretim ilişkisine özgü, maddi bir süreç olması ve tüm sınıflarda ya da tüm bilinen toplumlarda kadının ezilmişliğinin nedenlerini Engels'in kitabından çok daha iyi açıklamaya çalışmışlardır. Sosyolist-feministler çocuk doğurma, çocuk yetiştirme ve işi kavramlarının bu kriterlere uyduğu görüşünü paylaşır, ama bu olgular ile kadının ezilmişliği arasındaki ilişkilere çok daha geniş kavramlar getirmişlerdir.

Sosyalist-feministlerin teorik çalışmasının gücü zenginliği ve kadın hareketlerine gerçek katkısına karşılık; uygulayıcıların Marksist teoriyi yeterince kavrayamamış olmaları bu teorinin gelişimi engelemiştir. Kökeninde kadının özgürlüğü ve geniş anlamda bağımsız bir kadın hareketine bağlı eylemleri içinde, sosyalist feministler, sol anlayıştaki eğilimler ve tartışma konularıyla ilişkilerini ancak son yıllarda farketmeye başlamışlardır.

Sosyal feministler, sosyolizimde kadın sorununa eğilen çalışmaları, teorik ya da pratik bir öz yakalamak amacıyla incelemişlerdir. Sosyalist feminist hareketinin en büyük katkısı kadının ezilmişliğinin kökeni ile ilgili olarak getirdikleri sorular; toplumsal yaşantının her alanında cinsiyet ayrımı, kadın özgürlüğünün anlamı ve tanımı, cinsiyete karşı ya da sosyolizm için verilen mücadelenin örgütlenmesi gibi konuları da içine alan boyutta sorulardır ve bugüne dek sosyolist teorinin verileriyle açıklanmıyacak niteliktedirler. (Vogel,1990;46-56)

Marks ve Engels'in kadın sorunu üretim olgusunun belli sosyal ilişkileri çevresinde odaklanırken sosyal- feministler kadın ezilmişliğini aile ve toplumsal çoğalma konularından ayırmaya çalışmaktadır. Mitchell, Marks ve Engels'in analizlerini çok dar kapsamlı bulduğunu ve Marks'ın ekonomik açıklamalara fazlasıyla bağımlı kaldığını belirtmiştir. Bu açıdan Marks ve Engelsin çalışmalarında bir aile tartışmasından ayrı tutulmuştur. (Mıtchell, Juliet, "Woman Estate", sayfa 78,80) *
(bkz: sosyalist gothic metal)
toplumda ezilen kadının ezilmesindeki en büyük sebebin kapital sistem olduğunu savunan feminizm akımıdır. toplumda yaygın olan ataerkil düzenin en büyük sebebinin, kadının çalışma hayatında yer alamaması ya da aldığı zaman erkeklerle aynı seviyede tutulmaması olduğunu söylerler. ekonomik özgürlükten yoksun olan kadın da mecburen ya kocasına ya da patronuna bağımlı bir halde emir almaya devam edecektir. bunun tek çıkar yolu ise sosyalist düzenin gelmesi ve kadın-erkek ayrımı olmaksızın, herkesin emeğine göre kazanması, bu sayede de ikinci sınıf insan olarak görülmekten kurtulmasıdır.

birçok sosyalist parti üyesi kadın, bu akıma bağlı kalarak çift yönlü mücadele etmektedir.
kapitalist sistemin "kadın" ı iki kere ( hem kapitalizmin hem de patriyarkanın sömürüsü ) sömürüyor olmasının sonucu.. yoksulluk , cinsel taciz , işten atılma , göç , eğitimsizlik , savaş , gözaltı vb. sonuçlarını daha ağır yaşayan da kadınlar oluyor..

sosyalist örgütlenmelerin çoğunluğunu erkeklerin oluşturması , erkek egemenliğini bu örgütlenmelerde de engelleyemiyor. elbette mücadele birlikte edilmeli , ama " kadın " sorunu için kadınların bu örgütlenmelerde ayrıca mücadele etmesi yadsınmamalı..

"Gelsin baba , gelsin koca , gelsin polis , gelsin jop. inadına isyan , inadına özgürlük"
sosyalist feminizm kadın hareketinin işçi sınıfının bütünlüğü ile birlikte hareket etmesi gerekliliğini savunur fakat bu yapı içinde de erkek egemenliğinin olması onları daha farklı bir harekete itmiştir.

(bkz: marksist feminizm)