bugün

Murat Belge'nin atilla yayla olayına değindiği, 25 kasım 2006 tarihli köşe yazısı.

Son linç girişimi:

Bu olayın bayağı bir 'prosedür'ü oluştu, şu birkaç yıl içinde: ilkin bir medya organı, ulusal kutsallıklar dünyamız'a yapılan bir saldırıyı tespit ediyor ve bununla ilgili bağırtkan, çığırtkan bir yayın başlatıyor. Haber en kısa zamanda başka medya kanallarına sıçrıyor ve bütün taretler, toplar tüfekler kutsallığa küfreden o vatan hainine dönüyor, bir yaylım ateşi başlıyor. Olayın niteliğine göre, bunu ya kalabalıkların sokağa fırlayıp linç edecek adam aramaya başlaması ya da bir otoritenin sahneye çıkıp suçluyu cezalandırması izliyor.

Son birkaç gün içinde Atilla Yayla olayı ana çizgileriyle bu seyri izledi.

izmir'in Yeni Asır gazetesi bu hain adamın Atatürk'e -tabii haince- saldırdığını tespit etti ve kampanya başladı. Konuşmanın değil, bağırmanın egemen olduğu ortam böylece kuruldu. Ne söylenmiş, nasıl söylenmiş, önemli olmaktan çıktı. Derken, bu durum sokağa adam indirmeye uygun olmadığı için sahneye otorite çıktı ve Atilla Yayla'nın çalıştığı Gazi Üniversitesi'nde ders vermesi o üniversitenin rektörü tarafından durduruldu.

Peki, ne demiş bu adam, bu Atilla Yayla? Bir rektöre bu kararı verdiren suçu ne?

Dediğim, konuşmanın değil bağırmanın egemen olduğu ortamda, anlayabildiğim kadarıyla Kemalizm'in sürekli söylendiği gibi bir medenileşme projesi olmadığını, 'medeniyetin birçok temel değer ve kurumlarının bu dönemde [yani, Kemalizm'in tam egemen olduğu 1925-45 arası dönemde] bulunmadığını' söylemiş. Bunları ben de söylerim, niçin böyle olduğunu, ne gibi yapısal sorunların bu eksikleri ürettiğini tartışabiliriz. 'Tartışabiliriz'den öte, tartışmalıyız.

Hele şu son dönemde, yani 12 Eylül'den bu yana, Kemalizm'in başlangıç ilkelerine ters döndüğünü, tamamen tutucu ve faşizan, kimi grupların elinde açıkça ve düpedüz faşist bir ideoloji işlevi gördüğünü de tartışmalıyız.

Bundan ötürü mü ders verme hakkı alınıyor?

ikinci -daha büyük- suç ise her yeri dolduran Atatürk resim ve heykellerine, AB'den gelen varsayımsal bir kişi ağzından değinmesi. Bu 'Avrupalı', konuşmada, 'Niye bu adamın her yerde resmi var?' diye soran. Gerekli kaydırmaca ile deyim Atilla Yayla'ya mal ediliyor ve saldırı başlıyor.

Her yerde Atatürk resmi var diye AB bizi nasıl değerlendirir, bu ayrı konu. Bunun o çerçevede belirleyici bir konu olmayacağı açık. Ama geçenlerde 'tarlada karga kovalayan küçük Mustafa' konusunda da söylediğim gibi, AB'den birinin gelip bu konuyu açmasını beklemeden, biz kendimiz, 'ulusal kahraman'la kendimiz, yani toplumumuz arasında nasıl bir ilişki kurduğumuzu gözden geçirmeliyiz.

Bunu da, bağırmanın konuşmayı bastırmadığı bir ortamda yapacak medeni terbiyeye sahip olmalıyız. Bu terbiyeye sahip olan insanlar da var bu toplumda ve resmi ve gayriresmi çeşitli kurumlar ağırlığını sürekli öbür kefeye koymasa, bu medeni terbiye de hayatımızın düzenleyici ilkesi olabilir.

Ama şu sözleri söyledi diye bir üniversite öğretim üyesinin çalıştığı üniversitede ders vermesini engelleme zihniyeti egemen olacaksa, öyle bir 'terbiye'nin oluşmasında en önemli rolü oynayacak kurum devreden çıktı ve 'zorba yaygara' safına geçti demektir. Bununla bir toplum nereye varır, hangi 'medeniyet' çerçevesine girer, bir daha düşünsek.