bugün

kendinin kanser olduğunu öğrenmekten daha kötü değildir ve hatta kıyas bile götürmez! allah korusundur, başlığı bile kötüdür, açmayın, açtırmayın.
hüzne gark olmak demektir.

elimde yine kalemim
yaziyorum seni sayfalara
seneler seneler
kitap olmus anilarla
gizlesem hic fayda etmez
soylesen de daha beter
sorma neden,sorma neden
en derinde en son arzum
su halimde sana yakin
olsam yeter sorma neden
neden geceler bu kadar sessiz
neden ruyalar bu kadar uzak
neden derler iyiler cok yasamaz
al bu canim senin al senin olsun.

acılanmaların karmaşası her ölümü kendi anında hissetiğinde, yokluğun ulaşmak için elbet bir sebep bulacaktı bu bedene. her şeyin sebebi var biliyorum ve tüm sebepler yokluğuna gebe. umut hüzün sonbaharında solan bir kır çiçeği artık, yeniden açamaz. neden, neden derler iyiler çok yaşamaz?
herkesten çok sizin için zordur. kabullenmek imkansızdır, elinden kayıp gittiğini düşündükçe yerine kendinizi koyarsınız, gözlerine her an ölecek gibi bakmaya başlarsınız. oysa desteği en çok sizden görmek ister, fakat siz kendinize bile destek olamazsınız. zordur.
düşünmek bile istemediğim durum. herhalde üzüntüden bende kanser olurdum diye düşünmekteyim.

allah kimsenin başına böyle birşey vermesin. amin.
çok bilinen bir hikayedir. lösemi olduğunu öğrendiği sevgisinin yanına saçlarını kazıtarak giden adamın hikayesi.

tıpkı bu hikayedeki gibi davranmayı gerektiren bir durumdur. ona her an yanında olduğunun mesajını verilebilmeyi gerektiren bir durumdur.
benim için yaşanmış olaydır...

öğrenildiğinde insanı derinden etkiler. söylerken ,gözlerinden yanaklarına hafifçe yayılan yaşların, belki de geçmişindeki yaralarının uktesidir bilimez. bir parkta anlatmaya başlar. salıncakta sallanan çocukları izler, hafifçe titrer, bir yandan gülmeye çalışır ne kadar garip bir duygu olduğunu anlarsınız. elinizden bir şeylerin gelmemesi sizi daha çok üzer . ''belki de bir daha seninle olmayacağım, sabah kalktığın da çalan telefonuma kimse çıkmayacak'' demesi sizi daha da derinlere götürür. ve bir gün artık o yoktur. ve artık o parkta tek başınasınızdır...
* resimleri dışında görmemişlerdi birbirlerini. telefondaki konuşmaları dışında, gözlerine bakarak konuşamamışlardı. uzaktılar. biri nikahlıydı, diğeri değil. çok uzun zaman geçmemişti birbirlerine inanmaları için. belki boşluktaydı ikisi de, belki değillerdi.
alışmak olgusu içlerindeydi artık. alışmışlardı, birbirleri için yaratıldıklarına inanıyorlardı.
beşinci ayın sonlarına doğru kadına kanser teşhisi kondu. erkendi, doktorlara göre basit bir ameliyat ve akabinde yapılacak tedavi ile iyileşebilirdi. eski neşesi kalmamıştı, günde defalarca görüştüğü, bildiği en güzel kelimelerle dolu cümleler kurduğu sevdiğiyle iletişim kurmak istemiyordu.
erkek anlayamıyordu, altıncı ayın ortasında 'git!' demişti sevdası. nedeni hakkında fikri yoktu; çünkü, o kadınını, kadını erkeğini olduğu gibi yüreklerine koymuşlardı.
bir süre ses çıkmadı kadından, bekledi erkek. sekizinci ayın sonunda uzun uzun yazdı kadın, yine hastalığından bahsetmeden. ve gitmesi gerektiğini ekledi sonuna. 'bana mantıklı bir neden söyle.' diye yazdı erkek. 'ben kanserim.' yazdı kadın. 'bu mantıklı değil.' dedi erkek. 'yine de sen bilirsin. ben buradayım.'
iki ay sessiz geçti. tedavi için erkeğin bulunduğu şehre götürdüler kadını. dayanamayıp aradı kadın erkeğini; 'buradayım sevgilim.' dedi. 'senin kokunun sindiği şehirde.' erkek hiç konuşmadı.
dönmeden iki gün önce mesaj yazdı erkeğe, 'yarın seni bekleyeceğim, gel.' diye. 'tamam.' yazdı erkek.
kilo vermişti, peruk takmayı reddetmişti, başına kıyafetinin renginde bandanasını bağladı, 'ne kadar çirkinleştim.' dedi aynada kendine bakarken.
buluşacakları adrese yaklaştıkça başı dönmeye başladı. hayal ettikleri gibi değildi ilk karşılaşmaları; ama, olsun, gelecek günler bunu telafi edecekti. saat on birden on yediye kadar bekledi kadın. erkek gelmedi. telefonu kapalıydı. 'umarım ölmüşsündür.' dedi kadın, 'gelmeyişinin tek mantıklı açıklaması bu olabilir çünkü.'
bir buçuk ay sonra, kadının telefonuna mesaj geldi. 'kendimi affetmeyeceğim. seni bırakamam korkusu yüzünden gelemedim o gün. şimdi ne desen haklısın. sen affet beni. çok pişmanım.'
sekiz ay boyunca erkek kadına aynı içerikte iletiler, uzun yazılar gönderdi. kadın sessizliğini bozmadı. ta ki ölmeden bir gün öncesine dek.
erkek inanamıyordu çalan telefonuna bakarken, kadını arıyordu sonunda. 'sevgilim!' dedi telefonu açınca. 'lütfen sözümü kesmeden beni dinle.' dedi kadın. 'peki canım.' dedi adam. 'sen beni o gün tanımadığım bir şehrin, tanımadığım bir semtinde, seni beklediğim o yere gömdün. sadece bendeki beni değil, sendeki beni de gömdün. aramızdaki fark ne biliyor musun? ben seni her şeye rağmen sevdim; sen beni sevmene rağmen her şeyin yapamadın.'

alıntı
türk dizilerinde çok işlenen bir konudur. bir diğeri için (bkz: töre)
Terk etmek için harekete geçmektir.

98 yılında nişanlımı bu yüzden terk ettim, 99 da ölmüş.
Sevgilinin kanser olduğunu öğrenmek kendinizin kanser olduğunuzu öğrenmekten daha beter bir haberdir. Sevgiliye kanserini unutturarak yaşatmak asıl görevdir.
vakt-i zamanında benim de başıma gelen olay. bütün türk filmlerindeki kötü haber/ince hastalık haberi alma sahnelerindeki acı çekme sekansını hep abartılı bulmuşumdur. ta ki kendi başıma gelene kadar. o sırada da aklımdan tek bir şey geçmişti. ne olursa olsun sevgilimin yanında olmak. geceleri başında kitap okumak, onunla beraber saçlarımı kazıtmak, sürekli eğlendirmek, güldürmek vs.

ama işin aslı pek öyle değilmiş. hayat işte. neler yaşatıyor insana. behzat'ın şu sahnenin sonundaki hali gibi kalmıştım gerçeği öğrendiğimde elimde telefon...

https://www.youtube.com/watch?v=AR4SsuN3-QI
son sekslerin daha ateşli ve daha fantezi dolu olması için elinden gelen her şeyin yapılması.