bugün

Düşünmek istemiyorum...
Sus sus deme bak öyle şeyler.
bazıları için ölmesi daha uygun olan durumlar var.
insan öyle şeyler görüyor, yaşıyorki keşke olmus olsaydı da bunları görmeseydim diyebiliyor.
olmus olması senin saygı duyarak seveceğinin devam etmesi demek, başka ihtimaller işler olunca, hayat senin için çok daha berbat oluyor.
insanı kahreder, kendinize gelmeniz çok ama çok uzun yıllar alır. uykunuzda ismini sayıklarsınız, uyandığınızda hiç uyanmamış olmayı istersiniz. diğer insanlar size çok uzakmış gibi gelir ve kimse ama hiç kimse sizi anlamıyor hissiyatına kapılırsınız, kendinizce de haklısınızdır. çevrenizdekiler artık hayatına birini almanın vakti, zamanı geldi deseler bile o vakit sizin için asla gelmeyecektir.
bundan 4 yıl önce başıma gelen durum çocukluk arkadaşını ilk aşkını seni hayata bağlayan insanı kaybediyorsun beynin diyor ki o öldü yok burnun kokusunu arıyor parmakların yüzünü kulağın sesini rüyalarına giriyor o kadar inandırıcı ki diyorsun gerçek aslında o ölmemiş uykudan nefret eden ben ölene kadar uyumak istedim toparlamam lazımdı ne zaman başlamaya kalksam beynimin içinde hiç susmadı halisülasyonlarını görünce mutlu oluyordum ama gitmesi lazım biliyorum çünkü geride bıraktığı hatıraları bile görünce sanki beni aşağılıyor ona sahip çıkamadım hatıralarını gömdüm önce o çocuklugumuzun koyuna bir daha gitmemek üzre oraya ama yine gittim başka hatıralarda var ondan kalan bir kaç eşyayı gömmekle bitmiyor sürekli kafamın içinde sürekli her şeyden öte benim zoruma giden de ben bir kere ağlayamadım onun için doyasıya bir kere bile insanlar çok katı sahiden eğer birilerini seviyorsanız ona sahiden sahip çıkın dostlarım sonrasında hiç bir şeyin telafisi olmuyor.
gün içinde ne kadar yorulduğu sesinden anlaşılıyordu. seyrek telefon görüşmelerimizde söylemişti zaten yorgun olduğunu.. “yorgunum ama akşam sana bir sürprizim var.” demeyi de ihmal etmemişti. Severdi arada böyle gönlümü hoş tutmayı..

benden iki saat erken çıkıyordu işten. ve ben eve gittiğimde uyuyor olacaktı belki de. Bu aralar çok yorgun düşüyordu.. içim kıpır kıpırdı o gün. mesainin bitmesini iple çekiyor. evime girip kendimi onun yanına bırakacağım anı, sürprizin ne olabileceğini düşündükçe heyecanlanıyordum. askerde tezkereyi bu kadar heyecanlı beklememiştim.

saat 16.00
saat 17.00
saat 18.00 oldu ama bir türlü
saat 19.00 olamadı dakikalar geçmek bilmiyordu. bekliyordum ya bana inat yavaşlamıştı, daha bir yavaş geçiyordu dakikalar. hep beklemiştim zaten çocukluktan beri.. şimdi de saatin dolmasını bekliyordum.

ve o an geldi. çıktım işten. sevdiceğime... hanımıma... her şeyime gidiyordum işte sonunda. attım kendimi arabama.. onu düşünerek yola koyuldum.
trafik sıkışıktı. normalde olmazdı böyle, gayet açık bir yol, sakin bir yolculuk olurdu eve dönüşlerim. kaza oldu sanırım diye düşünürken zaten sıkışık olan trafiği bir bıçak gibi yarmaya çalışan ambulansın sesi yankılandı kulaklarımda. hiç sevmezdim bu sesi. her duyduğumda içim bir kötü olur dua etmeye başlardım. içinde ki hasta için. ses kısılarak uzaklaştı. ağır ağır da olsa yoluma devam etmiş, eşimin sabah elime tutuşturduğu evde ki eksikleri listelediği eve dönüş görevimi tamamlayıp evime ulaşmıştım sonunda. biraz gecikmeli de olsa.

kapıya yaklaştıkça mutluluğum kat kat artıyordu. anahtarı sessizce yerleştirdim kilide, çelik kapıyı sessizce kendime çekerek açtım ses çıkarmaması için. zaten yorgun olduğu için uyumuşsa uyansın istemedim. parmak ucunda içeri girip, elimdekileri mutfağa götürüp dolaba yerleştirdim. sonra odamıza doğru yöneldim. yatak bozulmamıştı. sağa sola bakındım çantası da yoktu. sanırım bir işi çıktı diye düşündüm. aradım. telefonu çalıyordu ama açan yoktu.

cevapsız arama 1
cevapsız arama 2
cevapsız arama 5, 6 derken 8. aramamda açıldı telefon.

telefonda tanımadığım bir ses.. ömrüm boyunca unutamayacağım o ses.. titrek bir tonda alo dedi... arka fondan gelen sesler bir hengame olduğunu gösteriyordu.

doktor arif yılmaz acilen ameliyathaneye...

-kimsiniz? diyebilmiştim.
+ben hemşire sunay..
-yağmur nerde? neden siz açtınız telefonu? cevap verin. “korkmuştum. kalp atışlarım göğüs kafesimi kırıp dışarı çıkmaya çalışıyordu..”
+beyfendi önce sakin olun ve bir yere oturun. dedi ses
-nasıl sakin olayım ona bir şey mi oldu? söyleyin lütfen neresi orası?

trafik kazası.... ameliyat... kanama... ve bir hastane ismi duydum söylediklerinin arasında.
göz yaşları içinde, telaşla çıktım evden.

allah'ım alma onu benden diye dua ediyordum.
allah'ım ona bir şey olmasın.. lütfen..

hastanedeydim. acil servisinden koşarak girdim. ameliyathane kapısının önüne geldiğimde doktor dışarı çıkıyordu.

+o nasıl? dedim...
gözlerimin içine baktı...
-metin ol yavrum dedi... iç kanamayı durduramadık, ikisinide kaybettik...
beynimden vurulmuştum.
+ikisini mi? diyebildim.
-evet dedi doktor eşiniz hamileymiş...
dünya karardı. hastane başıma yıkıldı.
gözlerimi açtığımda her yerim uyuşmuştu. oda kalabalıktı. bazı konuşmalar dönüyordu. ama anlayamıyordum. annem ağlıyordu. kayınvalidem dememe kızardı. doğruldum yattığım yerden. onu görmem lazım diyebildim.

babam koluma girdi. aşağı indik böyle bir soğuk olamaz. ölüm bu olamaz... kafam çatlayacak gibiydi içeri girerken bayılacaktım neredeyse gözlerim karardı babam tuttu.
oradaydı işte karşımda... akşam iş çıkışı kendimi kollarına atacağım kadın, çocuklarımın anne diyeceği kadın. ömrüm, hayatım kötü bir sedyede bir hastane morgunda üzerinde bembeyaz bir örtü.. göz yaşlarım akmaya başladı tekrar verdiği bir kaç saniyelik moladan sonra. örtüyü çektim yüzünü görebilmek için.. örtüyü çekerken saçları yüzüne düşmüştü. o kestirmeye kıyamadığım öpmelere koklamalara kıyamadığım saçları yüzüne düşmüştü. melek yüzüne. kapalıydı gözleri. o gözler bana bir saniye daha bakabilsin diye neler verebilirdim allah biliyor. bir saniye için sadece... parmağımla tutup o saçları kulağının arkasına attım. dokunmalara, bakmalara kıyamadığım yüzü beyazlaşmıştı. yüzünde bir gülümseme vardı sanki. belki de bana öyle geldi bilmiyorum. göz yaşlarım damlıyordu yüzüne.

seni seviyorum. dedim.. alnından öptüm. okşadım yüzünü.
bekle beni.. geleceğim yanına...

“hadi” dedi bir ses. “hadi oğlum, gidelim.”

örtmeden yüzünü. tekrar eğildim kulağına. şimdi gidiyorum diye kızma bana. bekle beni... seni çok seviyorum...

ve örttüm örtüyü...
boşuna denmiyor "allah gecinden ve sıralı ölüm versin" diye.
Evrene negatif enerji yollamayayım ama onun yaşaması gereken bir ömür var.
Onu tanıdığımda çok mutlu neşeli eğlenceli bir bebekti.

Üniversiteyi de yeni bitirmişti Ancak mesleğini değil başka bir işi yapmak istiyordu ve yapmak istediği iş onun hayat enerjisi, cansuyu gibi birşeydi. Kısa bir zaman da olsa çalışma fırsatı olmuştu, ordan biliyorum.

Çok yetenekli ve hayali kendi markasını kurmaktı.. Aama ailesi el bebek gül bebek yetiştirdiği için hayatın gerçekleri hiç yüzüne çarpmamış. Kısacık deneyimlediği iş hayatında emek hırsızı bir çok kişinin eline düştü. O da utangaçlığından.. parasını istemeye bile çekinirdi, kimseyi incitmek istemezdi.

Hukuki bilgimle ve çokça tehditle bu sorunuları çözdüm ama temiz kalbi gördüğü bu davranışlardan dolayı kırıldı bir kere...

Bu sefer de hayalindeki işi yapma kararı aldı.

Her zaman destekledim ama bu çok maliyetliydi. Benim de altından tek başına kalkamayacağım türden...

Marka kurma çabalarımız daha başında sonucsuz kaldır ve zarar ettik. Hayalini de gerçekleştirimedi..

Elimizdeki sınırlı kaynakla o çok istediği işi yapamadı. Kendi mesleğini de bir o kadar sevmiyordu.

O sırada Ben de üniversitesiyi yeni bitirmiş staja başlamıştım. Ancak çok çok öncesinde Hukuk fakültesinin ikinci sınıfında avukatlık yapmayacağıma karar verip fikrimi değiştirdim. Okul bittikten sonra hayalimdeki işi yapacaktım. Hem bana uygun hem de getirisi yüksek bir iş..

Ben de ona neden birlikte bu işi yapmayalım ki dedim. Giriş Sınavları vardı ve çoook zordu. başvuranlar arasında kabul edilme oranı ise yüzde 0.1'di Bu nedenle başarısızlık ihtimaline karşı bir hukuk bürosunda staja başlayıp ikisini birlikte yürütmeye karar verdim.

Ancak Staj tüm vaktimi ve enerjimi alıyordu ve yeteri kadar sınava çalışamıyordum.. halbuki ona da birlikte başaracağız diye söz vermiştim...

Sadede gelirsek o yüzde 0.1 lik ihtimali başardı ve ben başaramadım.

Birlikte girmek şartıyla kabul ettiği işte onu yalnız ve yarıyolda bıraktım.
Şimdi ise tükenmek üzere. Bensiz yapamıyor, dersler kaldırabileceğinden ağır ve Biliyordu da zorlanacagını. birlikte girersek ben ona yardım edebilecektim. Ama Onu Yüzüstü bıraktım. Allah kahretsin beni.

Gelecek sene aynı sınava çok çalışarak ben de kazandım. Ama süreç bir den fazla aşamadan oluşuyordu ve allah kahretsinki corona cıkınca tüm işe alımlar iptal edildi. Bir kez daha yıkıldık.

Şimdi psikolojisi günden güne kötüleşirken gitgide hayattan kopuyor.. kapana kısılmış durumda ve elimden hiçbirşey gelmiyor.

Stresten her gün ağlayıp bayılmaya başladı ve tek elimden gelemin üzülme dert etme demek..
allah kahretsin beni o kadar pişmanımki..
Bok vardı avukatlıkta.

Onu hayal kırıklığına uğrattım, o eski neşeli kızdan geriye bir şey kalmadı..
Daha kötüsünden korkuyorum..
Ve olursa benim yüzümden olacak.
Asla kendimi affedemem, yaşadığı onca çile stres..

Düşünün sizinle asla alakası olmayan ve geri dönüşü çok çok ciddi maddi külfet getirdiği için dönemediğiniz bir yolda yapayalnızsınız.. halbuki o yola birlikte yürüme şartıyla girmiştiniz..

işte ben buyum.
Hayal kırıklığı.
Ben ahmağın önde gideniyim.
Berbat bir insanım.
Yarıyolda bırakan,
işe yaramazın teki.
Ve şimdi sevdiğimi kurtaramıyorum,
Çekip alamıyorum bile ordan..

Ya dayanamazsa,
Gördüğü onca baskıykia...
Pamuk prensesimi kimlerin arasına yolladım ben...

Herşeyi anlattığımız yıllara gelelim istiyorum, o kadar dayanılmaz ki bu acı..

Umarım bir ışık belirir ve bu kez fırsatı değerlendiririm.