bugün

benlik acısı.
herşeyin allah'tan geldiğine inananların her acsına saygı duyulur.
Hz.Eyüp
yesil sivri biberin acisidir. borani diye bir sey var usta, bi hafta hep yiyince midenin mnagoyuyo!
insanların bencilliklerinin ne boyutlara ulaştığını gösteren, "benim acımın yanında seninki de neymiş!" gibi bir düşünceyle karşısındakinin acısına bırak saygı duymayı, ayaklar altına alıp çiğnediği acıdır.

13 aralık 2006...

her sabah olduğu gibi okuluna giden liseli genç o gün yaşanacaklardan, o günün öneminden, hayatında belki de hatırlamak istemeyeceği tek gün olacağından habersizdir. 2. derse giriş zili çalar ve genç sırasına oturur. telefonu çalmaya başlar ancak genç telefonu meşgule alır; "dersten önemli ne olabilirki bu hayatta!" diyerek. tenefüse 10 dk. kalmıştır ve telefon yine çalar. arayan annesidir. genç öğretmeninden izin ister, sınıftan çıkıp annesine cevap verebilmek için. öğretmeni sert çıkar önce ama genç durumu izah eder, izin alır ve dışarıya çıkıp telefona cevap verir. o yıllardır neşeyle "alo" diyen annesinin sesi soğuk ve titremektedir. genç duyacağının ne olduğunu düşünmek bile istemezken annesi cevap verir: "oğlum çabuk eve gel". gencin kaygıları yersiz çıkmıştır. derin bir "oh" çeker içinden.

genç apar topar okulu terkeder ve evin yolunu tutar. aklında pek iyimser bir tablo vardır; dün gece hastaneye kaldırılan babası ameliyat olmuştur ve eve getirilmiştir. bundan daha kötü ne olabilirdi ki?.. genç evin önüne gelir. ankaranın o adamı devirecek türden çarpan soğuğu sanki sadece onunla boğuşmaktadır. merdivenleri çıkar ve apartmanın giriş kapısına asılmış olan yazıyı okur genç: "merhum .....'in cenaze töreni cuma günü saat 12:00 de kocatepe camisinde yapılacaktır ...!"

genci çarpan ankaranın iliklere kadar işleyen soğuğumuydu yoksa kapıya asılmış olan kağıttaki ismin babası oluşu ve buna inanmamak için direnmesimiydi bilinmez. genç dairenin önüne gelir. sayısız ayakkabı vardır kapının önünde. zili çalar bir an önce gerçekle yüzleşmek isteyen genç. annesi açar kapıyı. genç kelimeleri toparlayamaz ve ağzından şu sözcükler dökülür: "anne?, kapı?, merhum?, babam?!". anne cevap verir: "oğul metanetli ol. babanı kaybettik!".

"işte başından aşağıya kaynar sular dökülmesi buydu" der genç yıllar sonra o anları hatırlayıp anlattıkça gözlerinden süzülen her yaşta. ama daha acısıda vardı. ertesi gün matematik sınavı vardı gencin. arkadaşları cenaze törenine katılmak için öğretmenlerine: "hocam sınavı erteleyelim bugün cenaze törenine gideceğiz". öğretmen cevap verir: "banane! öldüyse öldü babası. hayatta hiçbirşey sizin geleceğinizden daha önemli değildir çocuklar!" (yurdumun değerli öğretmenlerini tenzih etmeliyim, bu sadece bir istisna, yanlış anlaşılmasını istemiyorum)

insanların birbirlerine saygı göstermedikleri bir ülkede, acılara saygı göstermelerini beklemek bencillikmidir yoksa onların beceremediği insanlık gereğimidir bilinmez ama bir gerçek var ki o genç bu satırları yazan şahsın ta kendisidir ve 1 ay sonra o öğretmenin babası vefat etmiştir.
her acı.
boşluk.
hiç bir acıya saygı duyulmaz. acı yaşanır, çekilir falan filan ama, acıya saygı duymak. bu olmaz.
acıya saygı duymak derken başkasının acısına karşı saygı göstermeyi kastediyorsanız bu düpedüz acımadır. acıma da hoş bir duygu değildir bence. acıma kibirdir.
başkasının acısı yaşanır, ortak olunur, dinlenir. bunlar saygı yerine geçmez. saygı resmi bi laftır ama acıya ortak olabilmek. anlatılmaya çalışılan budur sanırım.
kendi acına da saygı gösteremezsin. acı hiçbirşeyi hakketmez. yaşanır ve sürer. ama onun için kendinizden kelime feda edemezsiniz. dinlenmek için geldiğimiz bu yerde boktan bişeye saygı duyamazsınız.
onu yaşarsınız işte. o kadar.
(bkz: isot)
(bkz: 360)*
saygı duyulması gereken acının kendisi değil acı çeken olmalıdır. hiç kimse başına gelmediyse o acının büyüklüğünü anlayamaz, anlanılması beklenmez.
"üzülmüyorsun artık değil mi?"
"sildin demi kafandan artık" gibi saçma sapan sorularla duyduğun acının büyüklüğünü anlamazlar. herkes yaşantısına devam eder. hayat akıp gider
kişinin kendi acısıdır.
evlat acısıdır. ne siyasete; ne eğlenceye, ne de şahsi çıkarlara alet edilmemelidir.
"insanın ruhunu yücelten bir acı ucuz bir mutluluktan evladır."

(bkz: fyodor mihailovic dostoyevski)
tüm acılar.
genellikle basite alınan aşk acısı,yaşandıktan sonra daha da çok anlaşılan bir saygıya sebeptir.
şehit aileleridir.
insanların içini acıtan her acı.
(bkz: basur) allah düşmanımın başına vermesin
sevdiğinin seninle mutlu olmadığını gördüğünde onun gitmesine saygı duymak zorundasındır ya işte saygı duyulması gereken acı o olsa gerek .
kesinlikle yokluk acısıdır.

(bkz: allah ilmi dileyene malı dilediğine verir)
bütün acılar saygıyı hak eder. insanların teselli için kullandıkları aptal bir laf vardır "bundan daha kötüsünü yaşayanlar var" diye. işte insanı çileden çıkarmaya yeter o laf.

şimdi siz elbette parmağı kırılan biriyle bir trafik kazası geçiren birinin acısını aynı kefeye koyamazsınız, saçma olur. ama trafik kazası geçiren kişinin, parmağını kırılanın acısını yok etmek gibi bir özelliği yoktur. yani acıyı yok sayamazsınız daha büyüğü var diye.

benciliz. insanoğlunun özelliği bu. herkes "hayatımı yazsam roman olur" havalarında. başkalarının başına da kötü şeyler gelebileceği olasılığını siliyoruz beynimizden. kötü olayların acısını atlattıkça onlarla gurur duymaya başlıyoruz hatta. "bakın ben neler gördüm geçirdim" diyerekten. utanarak söylüyorum ki ben de yaptım bunu. başa çıkılmış acılarla gurur duymak haktır, ama güçlü olmak başkasının acısını küçük görme hakkı vermiyor bize. başınıza ne gelmiş olursa olsun böyle bu. asla "bu da bir şey mi?" diye küçümsemeyin insanların acılarını. saygı duyun. yoksa sizinkine de saygı duymayacak biri çıkar, işte o zaman küplere binersiniz.

özetle, ateş düştüğü yeri yakar!
ölüm acısıdır. gerçekten yaşamayan anlayamaz bunu ama adı üstünde ölüm, anlayıp saygı duymak için illa yaşamak mı lazım?
güncel Önemli Başlıklar