bugün

bir yazarın hayal gücünü kullanarak uydurduğu bir hikayedir.

___başlamak___

(ev - 2009)

evdeydik çok sevdiğim sevgilim, eşim maria vardı yanımda, bavullarımızı topluyorduk. balayı yolculuğumuza çıkacaktık. bir rüyadan güzeldi o anlarım; sevdiğim kişiyle, sevgilimle evlenmiştim. fakat bu güzel anların kabus olmasından korkuyordum. ben hep kötü sonuçları hesap eder ve ona göre davranırdım. evet, bunun yüzünden çoğu zaman hayatımdan zevk alamadım. garantici ve titiz bir adamdım.

maria: hadi ben hazırım charles. sen işin bitmedi mi daha uçağı kaçıracağız.
charles: bitti canım, hadi çıkalım.
___
(dükkan - 1995)

sekiz yaşındaydım, ellerim kanlar içindeydi ve yanımda babam vardı. bana bakarak bir şeyler anlatıyordu.

maxwell: bak burada akciğer bulunur; kalp bu akciğerin arasında bulunur. birini kalbinden yaraladığında onu öldürürsün.

babam devam ediyordu: "burada bağırsaklar vardır; bu karaciğeridir; burada midesi vardır..." bense babamın dediklerini dikkatle dinliyor ve onu zevkle izliyordum; ben de onun yaptıklarını yapmak istiyordum.
___
(uçak - 2009)

kan ter içinde uyandım kötü bir kabus görmüştüm. babam ve ben kasap olan dükkanımızda bir adamı ayaklarından asmıştık; babamsa bir şey anlatıyor gibiydi. babam da benim gibi bir kasaptı ama insan değil hayvan keserdi; sanırım onun etkisinde kalmıştım. benim kan ter içinde uyandığımı gören eşim telaşla 'ne oldu?' diye sordu. gördüğüm rüyayı anlattım.

okyanusun üzerinden geçiyorduk; biraz izledim penceremden. bu sırada uçakta bir sarsıntı yaşandı. hostes gelip her şeyin yolunda olduğunu söyledi fakat uçak bu sırada tekrar sarsılmaya başladı. ilk sarsıntıyı önemsemesem de bu sarsıntı korkmama sebep oldu.
___
(hastane)

uyandım her tarafım acıyordu. çevremde doktorlar vardı; telaşlı hal hakimdi havaya. bir sedyedeydim.

doktor: çabuk ameliyathaneyi hazırlasınlar. kan grubunu öğrenin 6 ünite kan istiyorum.

ilaçların etkisinden kurtulup uyanmıştım yanımdaki hemşire uyandığımı görüp doktora haber verdi; doktor geldi. ve durumumu sordu, olanları açıkladı. uçak okyanusa düşmüş ve be ağır yaralı bir şekilde kurtulmuşum. ameliyat olmuşum. doktor bunları anlatırken onun sözünü keserek,

charles: eşim, eşim nasıl? nerde, görmek istiyorum onu.

dedim. doktor bir süre duraksadıktan sonra bana baktı.

doktor: eşiniz şu an yoğun bakımda merak eteyin o da iyi olacaktır.
charles: görmek istiyorum.
___
(cenaze töreni)

ayakta zor duruyordum. tüm dostlarım, arkadaşlarım, akrabalarım oradaydı. herkes benim gibi yastaydı ama hiçbirinin içi benim kadar acımıyordu bundan emindim. evet sevgilimi, biricik eşimi kaybetmiştim; ölmüştü ya da yeniden doğmuştu. belki beni bir yerde bekliyordu. gitmekle-gitmemek, ölmekle-ölmemek arasında kalmıştım ama bu şekilde hayatta kalmak ölmekten daha çok acıtıyordu. bu sırada annem yanıma geldi,

jane: oğlum soğukkanlılığını korumalısın. biliyorum çok zor bir şey ama kaderi böyle yazılıymış.

dedi annem bir süre sustum.

jane: merak etme biz senin her zaman yanındayız. bunu da atlatacaksın, beraber tanrı'ya dua edeceğiz. maria çok iyi biriydi, mutlaka cennette seni bekliyor olacaktır. bu tanrı'nın bir sınavı olabilir, sabırlı ol oğlum; merak etme her şey yoluna girecektir.

dedi annem. annem katolikti dinine oldukça bağlıydı. kader denen kimilerine göre her hayatın senaryosuna inanıyordu. böyle konuşması beni sinirlendirdi.

charles: tanrı bizi seviyor değil mi?

diye sordum anneme.

jane: evet.
charles: o zaman neden üzüleceğimiz şeyleri kaderimize yazıyor? bizi seviyorsa biz üzülünce o da üzülmüş olması gerekmez mi?

dedim sinirli bir şekilde. babamın dikkatini çekti bu konuşma ve yanımıza geldi.

jane: dediğim gibi oğlum bu bir sınav olabilir, sabırlı ol.
charles: ne sınavı anne benim sevdiğim kişi elimden alınmış ne diyorsun. 'kader diyorsun, 'tanrı bizi seviyor' diyorsun. sevgisini böyle mi gösteriyor tanrı.
maxwell: oğlum sakin ol.
jane: sabır oğlum, sabret.
___
(charles'ın babası maxwell devam etmektedir)

gelinimizin cenazesinin üzerinden iki ay geçmişti. oğlum charles kendini toparlayamamıştı. sevdiğini kaybetmenin verdiği acıya katlanamıyordu. o zaten diğer insanlardan farklıydı; insanlığa zarar veren bir canavar olabilirdi. öğrettiklerim sayesinde kendini kontrol edebiliyor ama bu olayın onu kontrolden çıkarmasından korkuyorum. ben bunları düşünürken sevgili eşim uyandı.

jane: gelmedik mi daha?
maxwell: hayır hayatım, az yolumuz kaldı.

önümdeki kamyon beni hayli yavaşlatıyordu, sollamak istedim. yolu kontrol edemedim, araç yoktur diye yola hızla yola çıktım. karşımdan baka bir kamyon bana doğru geliyordu.
___
(charles devam etmektedir)

daha sevgilimi kaybedeli iki ay olmuştu. bunun üzerine ailemi kaybetmem bende hayli derin yaralara sebep oldu. artık bu yükü kaldıramayacak durumdaydım. oturduğum yerden kalktım ve kendime bir viski doldurdum. gitgide hayattan kopmuş alkolik olmuştum. bir şekilde kendimi toplarlamalıydım.

babamın dükkanına gitmiştim. büyük bir dükkandı. yazar kasanın yanına gittim, altındaki çekmeceyi açmaya çalıştım, kilitliydi. cebimden bir anahtar çıkararak çekmeceyi açtım. çekmecenin içinde bulunan belgeleri kaldırdığımda altındaki butonu bulabildim ve bastım. daha sonra bodrum katına indim. bodrum katı depo olarak kullanıyordu babam. büyük bir dondurucu vardı. dondurucuya girdim, içeri girdiğimde başka bir odaya giden bir kapı gördüm ve girdim. içerde metal bir masa vardı. masanın bazı yerlerine bağlı kemerler vardı. odanın her tarafı fayans kaplıydı. sağımdaki dolaba yöneldim içini açtığımda keskin bıçaklar, matkap, ufak bir elektrikli testere... gördüm. rafta ise bir kutu vardı, kutunun içinde ise fotoğraflar ve bir zarf buldum. çeşitli insanlara ait profil resimleri vardı. hepsinin yüzüne korku hakimdi ama hepsinin suratına kırmızı bir boyayla gülümsüyor ifadesi verilmeye çalışmıştı. ben ise sanki tüm bunlardan haberdarmışım gibi gayet olgunlukla karşılıyordum. son olarak zarfı açtım ve içinden babam tarafından bana yazılmış bir mektup olduğunu anladım; okumaya başladım. mektup şöyle başlıyordu.

sevgili oğlum, sen öldürmek için yaratıldın...
___

başlamak
#6314037 no'lu entry'nin devamıdır.
--öldürmek için yaratıldın--
babamın bıraktığı mektubu okumaya devam ederken, rahatsız edici bir ses kulağımda yankılanmaya başladı. gitgide artıyordu ses ve gitgide rahatsız edici oluyordu. bir anda her yer aydınlandı, uyanmıştım. yine o bitmek bilmeyen kabuslar görüyordum ve bu kabuslar sürekli acımı hatırlatıyordu. bu da bende bir hırs oluşturuyordu, insanlara karşı bir kin. kapı zilini daha fazla çalmasın diye 'geldim' diye bağırdım, kapıyı açtım. gelen avukattı.

avukat: babanızın mirası hakkında konuşmamız gerekiyor, müsait misiniz?
charles: tabi, buyurun.

oturduktan sonra avukat kalan dükkanlar, mülkler vs şeyler hakkında bilgi verdi. ama hiçbiri umurumda değildi. ben sevdiklerimi kaybetmiştim. ve bu çok adalet sahibi tanrının kaderime yazdığı bir senaryoydu bazılarına göre. bu sırada avukat bir kasap dükkanından bahsetti. bir anda gördüğüm rüya geldi aklıma ve kulaklarımda 'sen öldürmek için yaratıldın' sözü yankılanıyordu. avukata dükkanın yerini sordum ve dükkana gittim.

dükkanın önüne geldiğimde çok şaşırdım. zira rüyamdaki dükkanın aynısıydı. acaba o gizli oda var mıydı? acaba babam bir seri katil miydi ve benim de seri katil olmamı mı istiyordu? peki ya mektup?

avukat: babanız burayı kiraya vermiş. ama kiracı sözleşmesi bittiği için geçen ay çıkmış. yeni kiracı arıyorduk bizde.
charles: kiraya verilmesini istemiyorum.

avukat tuhaf gözlerle bana baktı. sanırım kasap dükkanını ne yapabilir ki? diye düşünüyordu.

charles: bir sorun mu var?

dedim. sinirli bir bakışla.

avukat: hayır efendim. nasıl isterseniz.

avukattan dükkanın anahtarlarını aldıktan sonra

charles: tamam ilginiz için teşekkürler. ben sizi tekrar arayacağım, daha detaylı görüşürüz o zaman.

avukat şaşırmı bir şekilde

avukat: peki efendim. buyurun bu kartvizitim müsait olduğunuzda görüşürüz.

dedi ve gitti. anahtarla kilidi açtım ve içeri girdim. büyük bir dükkandı ve her ayrıntıda daha çok şaşırıyordum. rüyamda gördüğüm dükkanla birebirdi. aklıma gizli oda geldi ve buton. yazar kasayı gördüm, yanına gittim. ve rüyamda gördüğüm gibi bir çekmece vardı, kilitli. anahtarları denedim ve açtım çekmeceyi. faturalar, belgeler vardı çekmecede. çekmeceyi boşaltım. rüyamda gördüğümde bir buton vardı çekmecede. dikkatlice çekmecenin içine baktım, ufak kırmızı bir buton gördüm. artık emindim her şeyden. inanamıyordum babam bir seri katil miydi? ama avukata göre burayı kiraya vermişti. yoksa kiraya verdiği kişi ortağı mıydı? belki de beraber öldürüyorlardı. peki babam benim de bir seri katil olmamı mı istiyordu. hepsinin cevabı bu butonun açacağı kapıya bağlıydı. ama emindim ben her şeyden. rüyam gerçek olmuştu, yoksa kabus mu demeliydim? biraz korkuyordum ve korkarak butona bastım yavaşça. ama hiçbir şey olmamıştı acaba bozulmuş muydu? veya ben neyi yanlış yapıyordum? iyice şaşkına dönmüştüm. ne yapacağımı bilemiyordum defalarca bastım butona ama hiçbir gizli geçit veya kapı yoktu. birkaç dakika geçti. iki tane polis arabası yanaştı dükkanın önüne. ve dükkana girdiler.

polis: bir sorun mu var? bize ihbar geldi.
charles: hayır. bir sorun yok. kim ihbar etti ki?

dedim şakınlık içerisinde.

polis: alarmı aktif hale getirdiniz.. merkezden bize bildirdiler. biz de hırsızlık var diye geldik.
charles: bir yanlışlık oldu sanırım, hırsızlık falan yok. alarmı aktif hal-

duraksadım aklıma çekmecede defa kez bastığım buton geldi. buton sadece alarmı aktif hale getiriyordu. bu durumda ne gizli oda vardı, ne de babam seri katildi.

charles: çok özür dilerim memur bey. burası babamdan bana miras olarak kaldı. sanırım alarm sisteminde bir problem var en kısa zamanda bu sorunu çözeceğim.
polis: dükkanın size ait olduğunu ispatlayabilir misiniz?
charles: tabi ki.

avukatı aradım ve belgeri getirmesini rica ettim.

***

eve döndüm. kafamda onlarca şey vardı. gördüğüm rüya aklımdan çıkmıyor, adeta tekrar tekrar görüyordum o rüyayı ve kulağımda çınlıyordu:
'sen öldürmek için yaratıldın'
bu arada biraz kafamı dağıtayım diye televizyonu açtım. kanalları geçerken bir habr kanalında geçirdiğim uçak kazasıyla ilgili bir haber olduğunu gördüm.

-iki ay önce okyanusa düşen uçakla ilgili yeni bilgilere ulaşıldı. kazadan hayatını kaybedenler arasında jam-

bir anda görüntü gitmişti. tam da kazayla ilgili önemli bir gelişme demişti. acaba neydi? kazada hayatını kaybeden önemli kişi kimdi? yoksa bu bir kaza değil miydi? bir kişiyi öldürmek için uçağımı düşürmüşlerdi? yok canım o kadar da olamazdı.

***

kazanın ardından üç ay geçmişti ve bugün kazada kaybedilen insanları anmak için tören vardı. ama bu tören onları anmaktan çok acımı hatırlatıyor hatta artıyordu. aklımdan çıkmayan sevgilim maria'nın acısı ve ardından kaybettiğim ailem. tanrının adaleti işliyordu sanırım ben onun şemsiyesi altına girememiştim ki sevmiyordu beni. kazadan sağ kurtulan on üç kişiyi yanına davet etti töreni sunan kişi. peki bizi neden yanına almadı tanrı veya sevgilimin yerine on iki kişiden biri niye ölmedi? neden benim acı çekmemi istiyor, neden? bu sırada kurtulan insanlar tek tek konuşma yaptı. hepsinin ağzından aynı sözcükler çıkmasa da hepsi kurtuldukları için tanrı'ya şükrediyor; ölenleri de cennetine kabul etmesini diliyorlardı. belki de birisinin bu kişileri ölenlerin yanına göndermesi gerekiyordu. bir anda kulağım çınladı tekrar, çok rahatsız edici bir şeydi. ve ardından yine o ses yankılanıyordu kulağımda 'sen öldürmek için yaratıldın'
--
öldürmek için yaratıldın
(bkz: aslında kendime mutlu bir son hazırladım)
(bkz: sende varsın bu sonun içinde)
bir hikayeydi belki... yada yalana çok benzeyen bir gerçek.

sana mutlu bir son hazırladım, içinde huzurun bulunduğu bir son, sen ki en büyük mutlulukları hakkeden, sen ki yeniden başlamayı herkesden iyi bilen. Mutlu sonun ile mutlu bir başlangıç kurman için, mutlu son hazırladım. Mutlu aşk yoktur derler. mutlu son olsun dedim, sonun mutlu olsun, sonsuz ol bende sen mutlu ol.
sana mutlu bir son hazırlamıştım. ama sen kendi hazırladığın sona gitmeyi tercih ettin ve gerçekten bu " sonun " oldu.
#6787698 no'lu entry'nin devamıdır.

___oyun başlasın___

yine o ses kulağımda 'sen öldürmek için yaratıldın' bir an her yer karardı. sonrasında gözümü açtığımda hastanedeydim. yanımda törende de yanımda bulunan bir kadın vardı, uçak kazasından kurtulan başka biri.

charles: neredeyim ben? ne oldu?
--hastanedesiniz, törende bir anda yere düştünüz, fenalaştınız. hastanaye getirdik; ama endişelenmeyin önemli bir şeyiniz yok.

yataktan kalkmak istedim ama kadın beni engelledi.
--biraz dinleseniz sizin için iyi olacaktır.
charles: peki

dedim ve tekrar uzandım.

charles: siz de uçak kazasından kurtulanlardansınız değil mi?
--evet.
charles: bir yakınınızı kaybettiniz mi?
--evet.

dedi ve hüzünlendi bir anda.
--biricik kızım andy'i kaybettim.
charles: üzgünüm, acınız tazelemek istemedim.
--hayır önemli değil. peki, siz?
charles: eşimi kaybettim.
--üzüldüm ama bu olağan bir şey. nasıl olsa onlar bizi cennette bekliyorlar, onlar sonsuzluğa ulaştılar.
charles: katolik misiniz?
--evet.
charles: belli cennet, sonsuzluk, kader gibi kavramlarla oyalanıyorsunuz siz de.

kadın bir anda şaşkınlıkla bana bakmaya başladı.
--inançsız biri olabilirsiniz ama inanan birine ve inancına saygı duymak zorundasınız.
charles: saygı duymuyorum demedim.
--fakat kastettiniz.
charles: hayır kastetmedim de, sadece görüşlerim benim onlar.
--ukalasınız.

dedi ve odadan çıktı. bu arada doktor girdi odaya, kadının hızlı çıkışına şaşırmıştı biraz.

doktor: nasılsınız charles bey?
charles: iyiyim, teşekkür ederim.

yataktan kalkmaya yeltendim.

charles: ben de taburcu olmak istediğimi belirtecektim size.
doktor: birkaç gün hastane de kalmanız gerekiyor charles bey.
charles: bana sadece charles diyebilirsiniz.
doktor: peki charles, törende bayılmanızın asıl sebebi beyninizdeki tümördü.

gülümsedim. uzun zamandır ilk defa gülebiliyordum.

doktor: iyi misin charles?
charles: iyiyim. peki, tedavisi mümkün mü?
doktor: hastalık ilerlemiş, bu noktadan sonra sadece ölümünüzü bir müddet uzatabiliriz.
charles: ne kadar yaşayabileceğim?
doktor: eğer tedaviyi kabul ederseniz, yaklaşık olarak 18 ay.

düşündüm, en fazla 18 ayım vardı artık. peki ya sonrası? sonrasını kim bilebilir ki? belki yeniden doğacaktım; belki yok olacaktım. geleceği düşünmek için erkendi ama.
___

tedaviyi kabul ettim. doktor bir müddet daha hastanede kalkam gerektiğini söyledi. hastanede yatağımda yatarken, bir grup insan odama doldu bir anda. gelenler uçak kazasından kurtulan 12 kişiydi. yalnız bırakmıyorlardı artık birbirlerini; artık bazılarına göre şanslı 12 kişiydi ve birbirlerinin dostlarıydı artık. dün hastanede yanımda bulunan kadında gelmişti. açıkçası kendisini sinirlendirdiğimden geleceğini sanmıyordum. kadına bakarak

charles: bana kızgınsınız sanıyordum.
kadın: öyleyim.
charles: ama buradasınız.

kadın biraz düşündükten sonra.

kadın: buradayım çünkü siz ciddi bir hastalıkla karşı karşıyasınız. ve biz kader dostlarınız size destek olduğumuz görmenizi istedik. kişisel olarak algılamayın lütfen.
charles: kader arkadaşlarım öyle mi?
kadın: lütfen yine tartışmayalım. sadece insanların inançlarına, değerlerine saygı duymak zorundasınız.
charles: peki ama şu üçüncü çoğul şahıs beni çok sıkıyor. nezaket göstermenize gerek yok.
kadın: çok ukalasınız.
charles: bu kadar hakaret yediğim kişinin ismini öğrenebilir miyim peki?
kadın: sandra ben.
___

kendilerini kader dostlarım olarak gösteren kişiler gitmişlerdi. ben de kendi kendime konuşuyordum

charles: arkalarında imza niteliği taşıyan bir çiçek bırakmışlardı, büyüktü. üstünde hepsinin ismi yazan bir kart vardı ve üzerinde klişe olarak iyi bir dilek. yapmacıktı herkes, her şey. kader arkadaşlarımmış peh.. hepiniz sadece kendinizi kandırıyorsunuz. acımı paylaşabileceğini sanıyorsunuz. ölen yakınlarınızın acısını beni bağrınıza basarak gidereceğinizi sanıyorsunuz, yanılıyorsunuz. acımı da azaltamazsınız siz sadece geçmişi hatırlatıyorsunuz. kader var mıdır? hayatımızın senaryosu yazılmış mıdır ki siz benim kader dostum olabiliyorsunuz. ama tanrı her şeyi bilir değil mi? tanrının adaleti her şeyden üstündür. peki neden eşim yerine sizden birini almadı tanrı yanına. neden benim değer verdiğim kişi?

ve yine o çınlama geldi kulağıma, uğultu dayanılmazdı ve yine aynı ses.
--sen öldürmek için yaratıldın.

bir an kaldım. sonra sorguladım, belki de o 12 kişi de ölmeli. belki ben bunu yapmak için sağ kurtulabildim. belki de tanrı onları öldürmemi istiyor. gördüğüm rüya, dükkan ve en önemlisi bu ses. evet, öldürmeliyim. o kazayı hatırlatıcı hiçbir şey olmamalı ama nasıl yaparım? 18 ayım var, 12 kişiyi öldürebilmek için. peki nerede? dükkan, evet dükkan olabilir. hem de sakin bir yerde, kimse şüphelenmez. bu arada doktor içeri girdi.

doktor: nasılsın charles?
charles: çok iyiyim.

dedim gülerek.

doktor: sevindim. tedavi süreciden pozitif olman senin aleyhine olacaktır. şimdi tedavine bu hapları alarak bugünden itibaren başlıyoruz.

dedi doktor. benimse aklımda öldürülmeyi bekleyen 12 kişi vardı. doktor daldığımı farketti. ben ise durumu toparlamak için atağa geçtim.

charles: oyun başlasın.

dedim gülerek.
___
oyun başlasın
#6861382 no'lu entry'nin devamıdır.
--tanrı seni çağırıyor--
elimdeki kağıda bakıyordum. daha doğrusu üzerinde yazılı olan isimlere. on iki isim vardı hangisinden başlamalıydım. ama bunlardan önce dükkanı dekore ettirmeliydim. kime güvenebilirdim? kimseye! kendim yapmalıydım ve zamanım kısıtlıydı. hemen başlamalıyım.
___

(bir ay sonra)

dükkanın tadilat işi bitmişti. yan dükkanını deposuyla satın aldım. depoya büyük bir dondurucu koydurdum. deponun her tarafı fayans ve kalebodurla kaplandı. ortaya demir bir masa koydum. demir bir dolap da bir duvara yaslıydı. içini işime yarayacak malzemelerle doldurdum. dikkat çekmeden giriş çıkış yapabilmek için diğer dükkanı da otopark yapmıştım. en önemlisi depoya gizli bir kapı ve bu kapıyı kontrol edecek anahtarın yeriydi. onun da yeri belliydi rüyamda gördüğüm dükkanı yapmıştım ve sadece öldürmeye başlamak kalmıştı.
___

bu kutsal görevi bitirmede en büyük engelleyicim polisler olacaktı. fazla dikkat çekmemeliydim, iyi bir insan gibi görünmeli, iyi bir insan gibi yaşam sürmeliydim. bunun için ilk olarak kendim bir sevgili bulmalıydım. aslında hiç de uğramak istemiyordum bir kadınla. aklımda tek kadın vardı benim hep, kalbim tek isim sayıklıyordu sadece: marry. bu sırada kapının zili çaldı.

sandra: merhaba.
charles: merhaba.
sandra: nasıl olduğunu merak ettim.
charles: iyiyim teşekkür ederim de evimin adresini nereden biliyorsun?
sandra: hastaneden.
charles: arayabilirdin?
sandra: görmek istedim. bunda bile kendini haklı göstermeye çalışıyorsun. ben sadece seni merak ettim, görmek istedim. sen resmen neden geldin diyorsun? insan önce bir içeri davet eder. neyse gidiyorum ben, suç bende.

sandra arkasını dönüp, gitmeye yeltendi. kolundan tuttum.

charles: hayır yanlış anladın. teşekkür ederim ilgin için. şaşırdım sadece gelmene. içeri gelsene.

dedim. sandra biraz düşündü ve içeri girdi. ben ise yeni sevgilimi bulmuştum, kurbanlarımdan biri...
___

herkes buradaydı. artık onlar benim dostlarımdı tabi ki onlar için en iyisini yapacaktım. onlar yeniden doğacaktı. hepsi buradaydı gözümün önünde. bir anda bitirebilirdim. bir yangın, bir cinnet geçirme yeterdi buna ama zamana yaymalıydım. bundan zevk almalıydım. ama hangisinden başlamalıydım? hangisi ilk olmayı hakediyordu? diye düşünürken bir tanesi yanıma geldi. max'ti bu, max wayne.

max: artık mutlusun.
charles: aslında her zaman mutluydum. sadece üzüntülü duymak istiyormuşum.
max: bunu farkında olman gayet güzel.
charles: aslında kalabalık yerlerden pek hoşlanmam. şu an tebessüm ettiğime bakma fazla.

dedim gülerek. max de gülerek devam etti.

max: aramızda kalsın ama ben de hiç sevmem böyle kalabalıkları. yalnızlığı boza tek arkadaş, dost veya sevgili yeter bence de.
charles: yarın işin var mı?

max tekrar güldü.

max: bu bir çıkma teklifiyse eşcinsel değilim.
charles: hayır hayır sadece yalnızlığı paylaşabileceğim bir dost arıyorum. bir tane yetiyor.
max: şaka yapıyordum. yarın müsaitim, görüşebiliriz.
charles: peki, yarın görüşeceğiz o halde.

dedim gülerek. şanslı kişiyi bulmuştum tabi o henüz ne kadar şanslı olduğunun farkında değildi. hiçbir şey hissetmeyecek sadece tanrı'nın çağrısını karşılıksız bırakmayacaktı, o cennete layıktı.
___

herkes gitmişti sadece sandra kalmıştı. o da ortalığı toparlamama yardım ediyordu. onu da öldürecek olmam trajikomikti biraz.

sandra: neden bu kadar suskunsun?
charles: suskunluk da bir konuşma tarzıdır aslında. yani başını ağrıtıyorum lakin sen farkında değilsin.
sandra: anlamadım.

dedi, şaşkınlıkla.

charles: boşver. sen anlat.
sandra: neyi?
charles: kendinden bahset. ne bileyim? düşlerinden, hayallerinden, yaşamından...
sandra: kendi halinde bir kadınım ben.
charles: sevgilin var mı sandra?

diye sordum. sanki bu soruyu sormamı bekliyordu. masayı silmeyi bıraktı, duraksadı bir an ve devam etti.

sandra: hayır eşimi bir trafik kazasında kaybetmiştim.

dedi ve arkasını döndü. karşısında ben vardım, burnum burnuna değiyordu neredeyse. bir anlık korkunun ardından, kalbinin daha hızlı çarptığını fark ettim; yerinden çıkacak gibiydi. ürkekti ama istiyordu biliyordum. dudaklarına yapıştım, karşılık verdi beklediğim gibi. elindeki bezi ve temizleyici düşürdü, kendinden geçiyordu. ben ise onun kadar heyecanlı olamıyordum. çünkü ona karşı bir hissim yoktu. bu sadece normal bir yaşantı sürdüğümün göstergesi olmalıydı. fazlası ben istesem de olamıyordu. çünkü ben hala maria'a aşıktım.
___

sabah olmuştu. bir kadınla çırılçıplak aynı yatağı paylaşıyordum. uyandırmadan yataktan kalktım, üstüme bir şeyler giyip, kendime bir kahve hazırlamak için mutfağa geçtim. kahvemi yudumlarken telefonum çaldı. sabahın saatinde kim bu dedim içimden ama saate baktığımda saatin iki olduğunu gördüm. bu saate kadar uyuyamazdım ben. telefonu elime aldım arayan max'di.

charles: efendim max.
max: nasılsın charles?
charles: iyiyim teşekkür ederim, sen?
max: bende iyiyim. bugün buluşucak mıyız?
charles: evet. kaçta buluşalım?
max: 10'da public house'da uygun mudur?
charles: tamam, görüşmek üzere.

dedim ve telefonu kapattım. arkamı döndüğümde sandra'yı gördüm.

sandra: kiminle görüşecekmişsin bakalım?
charles: iş yerinden bir arkadaş. üzerinde çalıştığımız projede bir problem çıkmı hem ona bakarız hem de bir şeyler içeriz dedi de.
sandra: hmm.. peki.

dedi ve yaklaşarak bir buse kondurdu dudağıma.

(public pub - 22:15)

max'le kararlaştırdığımız gibi buluşmuştuk. her şey çok iyi gidiyordu. kasap dükkanını hazırlamıştım, yanımda bayıltıcı iğne de vardı. şimdi sıra max'i sarhoş edip, arabama bindirmekti.
___

(public pub - 00:15)

sonunda sarhoş olmaya başlamıştı max. eski hatıralarını anlatmaya başlamıştı artık. nefret ettiğim sarhoş muhabbetleri lafını keserek.

charles: artık kalkalım istersen?
max: peki charles.

hesabı ödedikten sonra max'i ikna edip kendi araba aldım. evine bırakacaktım, ama önce onu bekleme salonuna almalıydım.
___

(dükkan)

max'i bayıltıcı ilaçla bayılttım. arabayı parka park ettikten sonra max'i arabadan çıkardım. çekmecenin kilidini açtım, düğmeye bastım ve gizli kapıyı açarak depoma indim. max'i demir masama yatırdıktan sonra ayaklarını, ellerini, gövdesini, başını ve ağzını bantladım. bu şekilde hareketsiz kalabilecekti. ve ben işimi daha rahat halledicektim.
dükkandan çıktım, max orada hem kendi için, hem benim için güvendeydi. sadece yarını bekleyip, geri kalanı yapmak kalmıştı, onu huzura erdirmek...
___

depoya girdim. max ayılmıştı, kurtulmak için uğraşıyordu. çabaları faydasızdı. yanına gittim ve ağzındaki bantı çıkardım, bağırmaya başlamıştı. ama bu da faydasız olacaktı, kimse bizi duyamazdı.

charles: boş yere yorma kendini kimse bizi duyamaz.
max: neredeyim ben? ne yapıcaksın bana?
charles: hşş.. sakin ol. tanrıya giden yoldasın.
max: ne diyorsun?
charles: diğer 11 kişinin gireceği yoldasın.
max: diğer 11 kişi kim?
charles: kazadan kurtulanlar.
max: neden?
charles: sadece tanrı'nın yarım bıraktığı işi tamamlamak için. hem bunu o istiyor.

bu sırada ben dolabımdan gerekli malzemeleri çıkartıyordum.

max: tanrı'nın yarım bıraktığı iş mi? o mu istedi?
charles: evet, o istedi.
max: tanrı'yla mı konuştun yani?
charles: evet kulağıma fısıldadı, hatta bağırdı.
max: delirmişsin sen, yardıma ihtiyacın var.
charles: oysa ben sana yardım etmek istiyorum.

dedim. elimde büyük bir bıçakla karşısına geçtim. iyice korktu, ağlamaya başladı.

charles: hşş.. üzülmek yakışmaz sizin gibi insanlara.

dedim ve bıçakla dudaklarının bitiminden gözüne doğru yaraladım.

charles: bak, gülünce daha iyi gözüküyorsun.

dedim. max ise çığlıklar atıyordu. her kurbanımdan bir anı kalsın istiyordum bende. max'i bu şekilde görünce fotoğraflarını çekmek geldi aklıma. hızlı bir şekilde arabama gittim ve fotoğraf makinemi aldım. max'in yüzü kan içindeydi. max'in yüzünü temizledikten sonra, fotoğrafını çektim.

charles: bak, zoraki de olsa gülmek yakışıyor insana.

dedim. max şoka girdi. artık konuşmuyordu sadece ağlıyordu. max'in kulağına eğildim ve şunu fısıldadım.

charles: tanrı seni çağırıyor.

dedim ve elimdeki bıçağı göğsüne sapladım.
___

tanrı seni çağırıyor
her halikarda sonun kaçınılmazlığını anlatan önerme. mutlu yada mutsuz, son gelmiş, hazırlıklar yapılmıştır.
#6911148 no'lu entry'nin devamıdır.

___enkaz ve ceset___

dedim ve elimdeki bıçağı göğsüne sapladım. max bir süre can çekişti ve yeniden doğdu veya öldü. her yer kan olmuşu. bir süre max'i izledim. max'le beraber vicdanım da can çekişiyordu. şimdi max'in bedeninden kurtulmam gerekiyordu. ama bir insanlığa bir işaret bir imza bırakmalıydım. bunları düşünürken max'i parçalarına ayırdım. ve parçalarını çöp torbasına yerleştirdim. en son sağ elini torbaya koyarken nasıl bir imza bırakacağım geldi aklıma.
___

(dedektif james devam etmektedir)

polis merkezinde geçen hafta işlenen cinayetle ilgileniyordum. yüzbaşı yanıma geldi ve kilisede bulunan şüpheli paket olduğunu ve ilgilenmem gerektiğini belirtti. ekibi toplayarak kiliseye gittik. en ön sırada siyah bir çöp torbası vardı, açılmıştı. adli tıp görevlileri paketin başında teoriler üretiyordu. paketin yanına gittim, kesilmiş bir adet el vardı.

james: ne biliyoruz?
görevli: muhtemelen dün gece kesilmiş. katilimiz acemi, birden çok kesim izi var.
james: vücudun geri kalan parçaları hakkında bilgi var mı?
görevli: hayır, diğer kiliselerle irtibata geçildi. muhtemelen her parçayı bir kiliseye
bıraktı.
james: o zaman bir satanistle veya ateistle karşı karşıya olabiliriz. parmak izleri araştırın ve haberdar edin.
görevli: peki efendim.
___

adli tıp uzmanıyla konuşurken yanıma yüzbaşı geldi.

yüzbaşı: yeni bir seri katilimiz oldu.
james: emin değiliz. intikam veya bir kurban olabilir.
görevli: kurban olacağını sanmıyorum çünkü kurban edilseydi bedeni kiliseye bırakırlardı; intikam olsaydı katilimiz arkasında bir iz bırakmak istemezdi, bir imza. tek seçenek kalıyor yüzbaşımın dediği gibi yeni bir seri katil doğuyor olabilir.

adli tıp görevisine dönerek

james: tüm raporları ve kan analizlerini yarın masamda istiyorum.

dedim, görevli kafasını onaylar bir şekilde salladı.

james: ben merkeze geçiyorum yüzbaşım.
yüzbaşı: tamam.
___

(charles devam etmektedir)

su içmek için mutfağa girdim. sandra da içerde yemek bir şeyler hazırlıyordu.

sandra: acıktın mı? bir şeyler atıştırmak ister misin?
charlesi: hayır teşekkür ederim.
sandra: bu arada dün gece neredeydin?

bir an afalladım, normal bir yaşam sürmek için kağıt üzerinde sevgilim vardı, bir de bu hesap vermeler.
-- içses --
charles: dün gece nerede miydim? max'le beraber bir bara gittik, içtik; max'i sarhoş ettikten sonra bunu bahane ederek evine götürmeyi teklif ettim ve kabul etti. daha sonra arabada max arabada sızdı ama ben garanti olsun diye hayvanları uyutmada kullandığımız uyuşturucudan enjekte ettim vücuduna. daha sonra babamdan kalan kasap dükkanına gittim, arabamı garaja park ettikten sonra gizli geçitleri kullanaraka asıl suç mahaline götürdüm max'i. demir masaya yatırıp, hareket etmesini engelleyecek şekilde bağladım. daha sonra uyanmasını bekledim ufak bir konuşma yaptık, önemsiz. max ağlamaya başladı, kimseye üzülmek yakışmaz diyerek, bıçakla suratını yaraladım; bu şekilde zoraki de olsa gülüyordu. ondan bir iz kalmasını istiyordum, bu yüzden fotoğrafını çektim. daha sonra max'e şoka girdi, ben de kendisini bu cehennemden kurtarıp, tanrının, kurtuluşun yanına göndermek için bıçağımı göğsüne sapladım. sonra o'nu parçalarına ayırdım sağ elinin bir kiliseye siyah çöp torbasına koyarak bıraktım. kalan parçalarını da yine siyah çöp torbalarına koydum ve denizde biraz açıldıktan sonra kalan parçaları da denizin derinliklerine bıraktım. tıpkı uçak kazasında ölenler gibi onların bedenleri de denizin ellerinde olmalıydı.
-- içses --
sandra: charles.
charles: he.. iş yerinden bir arkadaşla buluşacağım demiştim ya.
sandra: gece gelmedin.
charles: işle alakalı bir görüşmeydi, iş yerine geçmek zorunda kaldık.

nefret ettiğim şeylerden biridir böyle sorgulanmak. bir ilişki içinde de olsa bir özel hayat vardır ve buna saygı duyulmak zorundadır herkes, buna eşim de dahil. ama küçük oyunum için sandra ihtiyacım var bu yüzden şimdilik idare etmeliydim.

charles: ben biraz televizyona bakıcam.
sandra: tamam geliyorum ben de.

içeri geçtim televizyonu açtım. merakla kanalları geziyordum, haber veren bir kanal arıyordum. sonunda bulmuştum. tam da geçirdiğimiz uçak kazasıyla ilgili bir haber sunuyorlardı. kazanın üzerinden neredeyse sekiz ay geçmişti tekrar haberlere çıktığına göre önemli bir gelişme olmalıydı.

spiker: ...düşen uçağın enkazı tamamen okyanustan çıkartıldı ve uçağın kara kutusu yetkililere teslim edildi, yetkililer araştırmalarına devam ediyor.

sandra: ne yapıyorsun bakalım?
charles: haberleri izliyordum. baksana gene bizim uçağın haberini gösteriyorlar. kara kutuyu falan bulmuşlar, inceleyeceklermiş.
sandra: bence bu uçağın düşürülmesinde başka bir olaylar var.
chrales: nasıl yani?
sandra: ne bileyim, uçakta bulunan birini veya birilerini öldürmek için, düşürülmüş olabilir.
charles: bu kadarını yapabileceklerini sanmıyorum.
sandra: daha önce yapıldı. bence olabilir, bu paranoyakça bir fikirden öte bir ihtimal. ki üzerinde bu kadar titrediklerine göre bir şey olabilir altında yani kaç aydır enkazı çıkarmaya uğraşıyorlar.

sandra'nın dedikleri aklımı kurcalamıştı. evet, hak veriyorum o'na aslında, bunlar paranoyakça düşünceden öte bir ihtimal. yani bir hiç uğruna ölmüş olabilir maria.

sandra: chrales?
charles: efendim.
sandra: iyi misin?

dedi bu arada ben haberleri izlemeye devam ediyordum.

spiker: ...kilisesinde bulunan el cinayet masası tarafından araştırılıyor. yapılan açıklamaya göre cinayeti işleyen kişinin acemi olduğu ve inançları doğrultusunda inandığı değere kurban olması için bu cinayeti işlemiş olabileceği öne sürüldü. kurban'ın kimliği tespit--
sandra: neden kapattın televizyonu? merak ettim kimmiş?
charles: kimliği tespit edildi demedi ki. ayrıca bu kadar kötü haber kötü etkiliyor. gerek yok bunlara, bak ben varım sen varsın.

dedim gülerek.

sandra: nolmuş bize?
charles: olmadı ama yapabiliriz.

sandra'da gülmeye başladı, öpüştük.
___

yeni uyanmıştım, kahve almak için mutfağa girdim. bu sırada sandra'da uyanıp, arkamdan gelmiş. ben kahvemi doldururken arkamdan sarıldı. hoşuma gitmişti. kahvemden bir yudum aldım.

charles: maria.

dedim farkında olmayarak. sandra buna çok üzüldü. ve bir anda ellerini çekti üzerimden, bir anda soğudu.

charles: özür dilerim.

sandra sessizliğini bozmadı.

charles: üzgünüm dedim ama.
sandra: unutturabildim sanıyordum.
charles: unutturamazsın, sadece geçmişte bırakmamı sağlayabilirsin.
sandra: ama onu bile yapamamışım.
charles: lütfen sandra.

dedim. ve "...ikinci kurbanım sen ol istemiyorum sen bana daha lazımsın." dedim içimden.

sandra: ben evime gitsem iyi olur bir süre.

dedi ve mutfaktan çıktı. bir ilişki de olgunlaşmamış yönler. şimdi gidip o'na çiçekler alıcam, üzgün olduğumu belirticem... of.. sıkıcı, monoton bir iş. insanlar biraz daha anlayışlı olmalı, biraz daha olgun. bu sirada sandra geldi.

sandra: ben kendi evime geçiyorum, bir süre ayrı olsak daha iyi olur heralde. zaten çok hızlı ilerledi.
charles: sakin olur musun? ne oldu şimdi?
sandra: ne mi oldu? enkaz.

dedi ve çıktı evden.
___
enkaz ve ceset
(bkz: i want to play a game)
#7132325 no'lu entry'nin devamıdır.

___başrolü hak ediyorum___

bir kadını anlamak bazen çok zor olsa da bazen sebep gözünüze batıyor. bu zamanlar büyük bir aptallık yaptığınız zamanlardır. benim sandra’ya maria şeklinde seslenmem gibi. haklıydı ‘enkaz ve ceset’ o’na bir özür borçluydum. bir o’nunla uğraşacaktım; özür dilemekler, çiçekler, yemekler, barışma seksi... çok işim vardı. bunun yanında tanrının çağırdığı daha on bir kişi vardı, bu feryada karşı duyarsız kalamazdım.
___
(james devam eder)

çalar saat çalıyordu, uykulu bir şekilde onu kapamaya uğraştım. kapanmayınca sinirlenip, duvara fırlattım; susmuştu. tekrar uykuya dalmak üzereydim ki telefonum çalmaya başladı.

james: lanet olsun!

telefonumu açtım arayan yüzbaşıydı.

yüzbaşı: ofise gelmen gerek james.
james: noldu, yeni seri katilimizle alkalı mı?
yüzbaşı: evet, diğer kiliseleri araştırdık hiçbir iz yok. muhtemelen bu cinayetin peşi gelecek.
james: peki kurbanın kimliği tespit edildi mi?
yüzbaşı: evet. üç ay önceki uçak kazasını hatırlıyor musun? hani okyanusa düşmüştü.
james: evet.
yüzbaşı: o uçaktan sağ kurtulan on üç kişiden biriymiş. adı, max wayne.
james: bu isim bir yerden tanıdık geliyor.
yüzbaşı: evet, max'in dosyası biraz kabarık. terörist grubuna üye olmakla suçlanmış. ayrıca bir baskında evinde bomba yapımında kullanılan malzemeler bulunmuş.
james: ama her nasılsa yine de tutuklanmaktan kurtulmuş değil mi yüzbaşım?
yüzbaşı: evet james öyle. hadi merkeze gel ve dosyayı incele.
james: çıkıyorum.
___
(sandra devam eder)

ofisimde çalışırken, birden kapı çaldı. açtım, bir çiçekçiydi.

çiçekçi: sandra hanım siz misiniz?
sandra. evet.
çiçekçi: bu çiçek sizin için.
sandra: teşekkür ederim.

dedim ve kapıyı kapattım. çiçekle birlikte bir kartta gönderilmişti. çiçeği kimin gönderdiğini çok merak ediyordum ve gönderen kişinin charles olması için tanrı'ya yalvarıyordum. notu açtım; notta 'kapıyı aç' yazıyordu. hemen kapıyı açtım, karşımda charles vardı, dayanamadım boynuna atladım.

charles: eğer beni boğmazsan seni yemeğe çıkartıcaktım, en azından öldürmeden önce yemek yeseydik.
sandra: özür dilerim.
charles: hayır şaka yapıyordum sadece, hoşuma gittiği için.
sandra: hoşuna giden şeylerle dalga mı geçersin sen?
charles: evet, hayatın şakadan ibaret olduğunu hatırlatmak adına. hadi çıkar önlüğünü de yemek yiyelim.
___
(james devam eder)

elimde max'in dosyası vardı. kan analizleri, sabıka kaydı vesaire vesaire...

james: peki, max'in neden düşen uçakla italya'ya gittiğini biliyor muyuz?
yüzbaşı: maalesef.

bu sırada adli tıp uzamanı geldi.

yüzbaşı: evet, neler buldun anlat bakalım.
uzman: kurbanın kanında alkol ve hayvanları uyuşturmak için kullanılan ilaçtan bulduk. yani kurban önce sarhoş edilmiş daha sonra ilaçla uyutulmuş.
james: uçaktan kurtulan diğer kişiler için dosya hazırlamanızı ve kişilerin tüm bilgilerini o dosyaya koymanınızı istiyorum.
uzman: peki efendim.
yüzbaşı: on üç kişiyle alakalı diye mi düşünüyorsun?
james: on üç uğursuz bir rakamdır yüzbaşım.
___
(charles devam eder)

sandra'yla güzel bir öğlen yemeği yedik ve kendimi o'na affettirdim. tabi aklımda yine kutsal görev vardı sırada kimdi. kim olmalıydı, kim için hazırlık yapmalıydım?

charles: akşam kaç gibi alayım seni.
sandra: bir kişinin randevusu var 2 saat sonra alabilirsin. aslında tanıdığın biri.
charles: kim ki merak ettim doğrusu.
sanda: kazadan sağ kurtulanlardan biri jane smith. hatırlıyor musun?

dedi. jane smith, tanrı aradığım kişinin ismini kulağıma fisıldadı; bana ise jane'i huzura kavuşturmak kaldı.

sandra: charles!?
charles hatırlıyorum, kızıl saçlı hanım değil mi?
sandra: evet.
charles neden akşam bize davet etmiyorsun jane'i. o kazada her birimiz yakınlarımızı kaybettik en azından birbirimize destek olalım.
sandra: evet, çok haklısın. davet ederim tatlım.

ikimizde bir an kaldık. ikimizde 'tatlım' kelimesini duymayı beklemiyorduk. ben istemiyordum da, sandra'yı kendime aşık edip, o'nun üzülmesini istemiyordum. gerçi üzülmesi için zamanı olmayacak.

sandra: bana yapılabilecek en kötü şeyi yapıyorsun bilyorsun değil mi?
charles: ne yapıyormuşum?
sandra: beni kendine aşık ediyorsun...
___
(max'in cenaze töreni – charles devam eder)

peder: bugün burada inançlı bir kardeşimizin ilahi yolculuğu içi toplanmış bulunmaktayız.

inançlı olduğundan ne kadar da eminsin? ilahi yolculuğu mu? ben max’i öldüreli bir hafta oluyor.

sandra: bir şey mi dedin charles?
charles: hayır canım, max'i fazla tanımama rağmen üzüldüm.
sandra: evet, yakınları için çok üzücü. ölü bile olsa bedeni dahi yok. sadece bir el. çok acımasızca, nasıl bir insanı öldürebilirler.
charles: kader.
sandra: kadere inanmazdın sen?
charles: beni iyi biri yapıyorsun sandra.

kader? hayatın senaryosu belli bir yaşam olması. bizim sadece rol yapmamız. kimimiz başrolde, kimimiz figüran? hayat bu mu? insan kendi hayatını kendi çizemez mi veya kendi senaryosunu yazıp başrolü kapamaz mı?

dedim kendi kendime. bu sırada peder konuşmasını bitirdi ve max hakkında konuşmak isteyen biri var olup olmadığını sordu. "konuşmalıyım" dedim içimden. ne kadar göz önünde olursam, o kadar görünmez olurum çünkü. kalktım ve peder'in yanına gittim.

charles: max, benim kader arkadaşımdı. okyanusa düşen bir uçaktan kurtulmuştuk. her ne kadar fazla muhabbet edemesek de ne kadar iyi bir insan olduğunu anlamıştım. o'nun ne kadar iyi biri olduğunu anlamanız için bir kere yüzüne bakmanız yeterli olurdu. ama o iyilerin hakettiği yere göç etti. ve bizi şu an izliyordur belki. max, biz gelene kadar kendine iyi bak.

dedim ve yüzümde üzgün bir ifade vardı lakin hiç üzgün değildim. aksine kutsal bir görevi yerine getirmenin mutluluğu vardı içimde. ama o an rol yapmam gerekiyordu ve iyi rol yapıyordum. ben bu hayatta başrolü hak ediyordum.
___

not: devam edecek...

___

başrolü hak ediyorum
#7424733 no'lu entry'nin devamıdır.
--
___tanrı'dan ikinci kez kaçamazsın___

___
(james devam eder)

uzun bir zaman geçmişti. uzun zaman sonra tanrı birini daha kazanmıştı, jane smith. o da bedenini terkedip, bir yerlere uçtu.
___

yine bir kilise ve isa'nın önünde bir el daha. sanki o'na dua ediyor. ama neden sadece el? katilimiz bize ne anlatmaya çalışıyor? tek fark vardı bir önceki cinayetten tek farklı bir şey vardı, o da bu sefer sol el olmasıydı. önceki kurbana da ait değil, bir kadın eli olduğu besbelli.

yüzbaşı: james.
james: efendim yüzbaşım.
yüzbaşı: biraz dinlen istersen, bu aralar çok koşturdun.
james: iyi olur yüzbaşım, yarın sakin kafayla daha verimli olurum.

yüzbaşı gülerek, tamam dedi. ben de adli tıp uzmanına yöneldim.

james: bir şey bulabildin mi?
görevli: bir önceki kilise cinayetini işleyen kişiyle aynı kişi olduğunu düşünüyoruz. katilimiz birazcık ustalaşmış. öncekinden daha az kesik izi var.
james: tamam, dosyayı yarın masama bırakırsın.
görevli: peki efendim.

arabama bindim. kafamda hep sorular vardı ve hepsi cevapsız. dinlemeliydim... evet, biraz uyku birkaç soruyu cevaplar belki.
___
(charles devam eder)

bir mezarın başında konuşuyordu adamın biri. yalnız, dertleriyle haşır neşir olmuş biri. kendine dost edinmiş dertleri. ağlıyordu, suluyordu toprağı. özlem vardı, özlüyordu ölümsüz. bendim o adam, ben.

charles: aşkım, hayatım, tek sevdiğim... gittin, sular aldı tenini elimden. dokunamıyorum artık, toprağın sardığı kadar saramıyorum ya seni. yoksun, belki karşımdasın. sahiden neredesin?
___
(yüzbaşı devam eder)

yüzbaşı: james, kurbanımız kimmiş bil bakalım.
james: uçaktan sağ kurtulanlardan biri mi bu da?
yüzbaşı: evet, jane smith. önceki kurban max'in tam arkasında oturuyormuş uçakta.
james: peki, sabıkası var mı?
yüzbaşı: hayır, max'in aksine bu kurban gayet hanım kızmış.
james: ilginç. o zaman katilimizin kahraman olmak gibi bir amacı yok.
___
(charles devam eder)

mezarlıktan dönüyordum, telefonum çaldı.

james: charles bey, ben dedektif james.
charles: buyurun dedektif bey.
james: merkeze gelmeniz gerekiyor. birkaç soru sormamız gerekiyor.
charles: ne hakkında?
james: merkeze geldiğinizde bilgilendiririz.
charles: ne için oraya kadar geleceğimi bilmek isterim.
james: sizinle birlikte kurtulan 12 kişiden biri daha öldürüldü ve sadece eli kiliseye bırakılmış bir şekilde bulundu.

şaşırmış numara yapıp, yolda olduğumu ve geldiğimi belirttim.
___

yoğun bir gündü ve devamı beni bekliyordu. lakin bu kutsal görevde gocunmak, pes etmek yoktu. sadece hedef ve hedefe giden bir yol vardı. ve gidiyordum emin adımlarla.

polis merkezine gittim. sandra'da ordaydı, james bana bir sürpriz hazırlamıştı kendince.

james: hoşgeldiniz sayın charles.
charles: teşekkür ederim.

sandra'ya dönerek,

charles: senin ne işin var burada hayatım?

dedim. dedektif sandra'nın lafını keserek,

james: kendisinin de bilgilerine ihtiyacımız vardı bu yüzden gelmesini rica ettik.
charles: peki, işimiz uzun sürecek mi? başka planlarım var.
james: hayır efendim.
___
(sandra devam eder)

max'ten sonra bir kere daha bu odadaydım. yaklaşık bir ay sonra tekrar sorular yağdırılacaktı bana; sadece onunla da aynı uçak kazasından kurtulmamız. ben bunları düşünürken dedektif geldi içeri, yine karşımda bir kamera ve başladı sorgu.

james: jane smith'i tanıyor musunuz?
sandra: tanımasam burada olur muydum?
james: max'i tanıyor musunuz?
sandra: birkaç kere konuşmuştuk, charles'la arkadaşlardı sanırım.
james: hmm.. peki jane smith sizin muayenehanenize gelmiş.
sandra: evet, kazadan kurtulan herkes toplanmıştı. o toplantıda dişindeki bir problemden bahsetti ve ben de kendisini muayenehaneme çağırdım.
james: peki, son gördüğünüzde garip davranışlar sergiliyor muydu?
sandra: anlamadım, ne gibi?
james: yani normalde yapmadığı şeyler yapıyor muydu?
sandra: dedektif bey ben zaten kendisini pek iyi tanımıyorum. boş yere zamanımı alıyorsunuz.
___
(charles devam eder)

bir saatir içerde sorgudaydı sandra. bu kadar çok ne soruyorlardı ona. ama sakin olmalıydım, soğukkanlı. derken içerden dedektif james telaşlı bir şekilde çıktı. ardından sandra geldi.

charles: ne oldu hayatım?
sandra: bir telefon geldi; bana teşekkür edip, aniden çıktı odadan.
charles: sana ne sordu?
sandra: jane'le ne zaman görüştün falan.

bu sırada yüzbaşı geldi yanımıza.

yüzbaşı: charles, james'in işi çıktığından seninle ben ilgileneceğim.
___
(james devam eder)

neden? neden bu iki kişi? max terörist tamam o'nu kahraman olmak için öldürmüş olabilirsin ama jane'i neden öldürdün? peki, neden kiliseye bırakılmış el? farklı kiliselere koyma sebebinin yakalanmamak olduğu belli ama neden bu cinayetleri işlediğini bilmemizi istiyorsun?
___
(charles devam eder)

jane smith dedim kimliğine bakarak. kendisi de masamda çıplak bir şekilde uzanmıştı. uyandı, konuşmaya çalışıyordu; ağzından bantı söktüm.

jane: kimsin sen?
charles: aa.. ne çabuk unuttun? halbuki kader arkadaşıyız biz.
jane: ne diyorsun? çöz beni!
charles: sakin ol. senden bir hatıra kalmasını istiyorum.

dedim. ve elimdeki neşterle max'e yaptığım gibi dudağın bitiminde kestim. ve artık yüzünde bir gülümseme vardı. jane ağlayarak,

jane: ne yaptın sen?
charles: gülümse.
jane: neden yapıyorsun bunu?
charles: tanrı seni istiyor.
jane: ne diyorsun? ne tanrısı?
charles: hşş.. seni çağırıyor.
jane: kim?
charles: tanrı, o'ndan ikinci kez kaçamazsın.

dedim ve elimdeki bıçağı sol göğüs kafesinin yaklaşık iki parmak yukarısına sapladım, yani kalbine.
___

not: devam edecek...

tanrı'dan ikinci kez kaçamazsın
#7895078 no'lu entry'nin devamıdır.

___mutlu son___

bir anda uyandım, terli bir şekilde. max’e yaptıklarımı, max’e söylediklerimi gördüm rüyamda ya da kabusumda. sandra’da uyandı.

sandra: noldu? charles.
charles: kabus gördüm.
sandra: iyi misin?
charles: iyiyim. ben kahve içeceğim sen de ister misin?
sandra: olabilir.

dedi gülerek.
___

arabama doğru yürüyordum, işe gitmek üzere. unuttuğum bir şey yoktu. sandra'yı öptüm, sarıldım; güler yüzle evden çıktım. lakin bunları yapmaktan usandım, bıktım lakin yapmak zorundaydım. nefret ediyordum sandra'dan ve diğer kurtulanlardan. o'nları bir an önce tanrılarının yanına göndermek istiyordum. yoksa bu tanrının bana bir çağrısı mı? yoksa sıradakinin o olduğunu mu söylemeye çalışıyor? ama sandra'yı daha öldürmemeliyim. o benim garantim adeta. normal, klişe bir yaşam sürdürdüğümün göstergesi. o'nu öldüremem. yani bunları bir süre daha unutmamalıydım; öpmek, sarılmak... fakat bir dakika anahtarlarım. evet, anahtarlarımı evde unuttum. lanet olsun! tekrar eve yöneldim ve kapıyı çaldım. sandra gülerek

sandra: noldu yoksa bir şey mi unuttun?
charles: anahtar, arabamın anahtarını unutmuşum.
sandra: al bakalım.

dedi ve öptü. anahtarı unuttuğumu fark etmiş ama uyarmamış. sadece bir öpücük için. bu kadın gerçekten beni iyice sinirlendirmeye başladı.
___

mezarlığa geldim. her pazartesi işe gitmeden yaptığım bir alışkanlıktı. bu adeta, her pazartesi maria'yı ziyaret etmek. arabadan indim ve mezarlığa doğru yürümeye başladım. bir çok sevgilinin, annenin babanın yanından geçiyordum maria'ya varmak için. lakin her seferinde sadece biri içimde fırtınalar koparıyordu. her seferinde haykırıyordum:

charles: neden tanrım? neden 4 yaşındaki bir çocuğu öldürürsün? nasıl yaparsın bunu? ama senin yaptığın her işte hayır vardır değil mi? yüce tanrım, yüce!

bu haykırışımı yine sadece benim kulaklarım duyabildi. sadece beynim haykırdı her seferinde olduğu gibi. maria'nın mezarının yanına geldim ve çöktüm. elimdeki kırmızı gülü, diğer kurumuş güllerin yanına bıraktım. maria çok severdi kırmızı gülü.

charles: merhaba.

dedim, her an ağlayabilirdim.

charles: merhaba maria? nasılsın? çok özledim seni, çok ama. seninle beraberken her günüm bir andan ibaretken şimdi her anım günlerce sürüyor. neden maria, neden? neden her anımı o'na adamak istediğim kadını elimden aldılar? neden yoksun, neden bıraktın beni, elimi?
-aslında elinden almadılar.
dedi yabancı bir ses. o an öyle nefret ve sinir doluydum ki, dönüp o adamı öldürebilirdim lakin soğukkanlılığımı korumam gerekliydi.
-merhaba, önce kendimi tanıtmam gerekirdi özür dilerim. ben sayid. istemeden de olsa söylediklerinize kulak misafiri oldum.
charles: mahremiyete saygılı olunmak gerekir ama, duymamanız gerekir.
sayid: özür dilerim. sadece yardımcı olmak istedim.

dedi gülümseyerek, elimi uzattım.

charles: ben de charles.
sayid: memnun oldum sayın charles.
charles: charles demen yeterli. buyrun sizi dinliyorum.
sayid: aslında o sizi bırakmadı veya biri o’nu sizin elinizden almadı.
charles: peki neden yanımda yok şu an?
sayid: çünkü o sizi sonsuz bir hayatta bekliyor.
charles: tahmin etmeliydim. tanrı aldı cennetine koydu ve o’nun ruhu şu an beni bekliyor. bu zırvalıkları çok dinledim.
sayid: hepsi hıristiyan zırvalarıydı değil mi sizin için?
charles: evet hepsi hem de.
sayid: ama ben müslümanım.

dedi, bi an duraksadım.

charles: sonuçta hepiniz aynı tanrı’ya tapmıyor musunuz?
sayid: evet ama biz doğru yoldak gidiyoruz.
charles: kestirme yol var mı? varsa ben orayı tercih edeyim.
sayid: inanmak istemiyorsunuz.
charles: öyle bir şey demedim.
sayid: dediniz demedim, dinlemeden yanlış şey söylediğimi savundunuz.
charles: zamanımı bu zırvalıklarla harcamak istemiyorum.

dedim ve arabama yöneldim. sayid kolumdan tuttu.

sayid: eğer zamanınız olursa ve dinlemek isterseniz istediğiniz zaman araya bilirsiniz.

dedi ve kartvizitini verdi.

charles: madem müslümansınız hıristiyan mezarlığında ne işiniz var?
sayid: ben de karımı kaybettim.

dedi biraz ilerdeki mezarlığı göstererek. bir şey söylemeden ilerlemeye başladım ve arabama binip, gittim.
___

(sandra devam eder)

muayhanemdeydim akşam olmuştu ve charles hala aramamıştı. telefonumu çıkardım ve ben o’nu aradım.
___

(charles devam eder)

sandra: charles?
charles: efendim.
sandra: neden aramadın?
charles: efendim?!
sandra: akşam oldu ve hala aramadın beni; hiç mi özlemedi? sevmiyor musun artık?

yukarıya bakarak, içimden 'zorlama beni büyük adam.' dedim. ve aslında bir şeyi fark ettim. inanmadğım biriyle konuşuyordum hatta göya varlığına inanmadığım birinin veya bi şeyin dediklerini yapıyordum. o an sayid'le konuşmaya karar verdim. o’nun dediklerini dinlemeye karar verdim.

charles: çok yoğundum canım, aramaya vaktim olmadı. şu anda bir müşterimle görüşüyorum yani pek müsait değilim.
sandra: akşam görüşürüz o zaman.
charles: akşam ben geç geleceğim. başka müşterimle görüşmem var.
sandra: peki.

dedi ve kapattı telefonu, kızmıştı bana. pek de umrumda değildi. sayid'in kartvizitini çöpten çıkarttım ve sayid'i aradım.

charles: merhaba ben charles, sabah mezarlıkta tanışmıştık.
sayid: hatırladım charles, nasılsın?
charles: iyiyim teşekkür ederim siz.
sayid: ben de iyiyim teşekkürler.
charles: akşam müsait misin? diye soracaktım, anlatacakların vardı bana.
___

akşam olmuştu, bir restorantta sayid'i bekliyordum. şarabımı içerken acaba ne anlatacak diye düşünüyordum? müslümanlığın hıristiyanlıktan farkı ne? muhtemelen aynıdır. sadece kitap ve peygamber değişiktir. kitap, kutsal kitap. diye düşünürken sayid geldi.

charles: merhaba.
sayid: merhaba charles. iyisindir umarım.
charles: teşekkür ederim, iyiyim.

bir şeyler yedikten sonra

charles: evet, seni diliyorum.

dedim ve sayid'in anlattıklarını dinledim. kendince her şeyi anlattı bana. ben sorular sordum ve kaçamak cevaplar aldım. sayid beni ikna edememişti. bunun cezası olarak, tanrı için yeni kurbanım o olacaktı şanslıydı.
___

yeni aynı sahne, demir bir masada yatan biri, kurban. tek farkı bu sefer müslüman olmasaydı. ilacın etkisi geçiyordu ve sayid uyanıyordu. tavanda asılı resimlere bakarak

sayid: bunlar kim?
charles: yeni komşuların.
sayid: anlayamadım.
charles: yanlarına gidiyorsun, tanrı seni istedi.
sayid: neden yanaklarında yara var hepsinin?

elimdeki bıçakla aynı yaradan ona açarak.

charles: çünkü fotoğrafta güleryüzlü çıkmaları için.

sayid acılar içinde bağırıyordu.

sayid: neden yapıyorsun bunu?
charles: ben sadece bir görevliyim. bunların olmasını tanrı istiyor.
sayid: hayır charles! bunların olmasını tanrı istemiyor.
charles: o zaman kim bağırıyor kulağıma.
sayid: sen.

dedi, şaşırdım. gülerek ona döndüm.

charles: ne yani deli miyim ben?
sayid: eşini ve aileni kaybettikten sonra. bir intikam alma ihtiyacı duydun ve kendine tanrı yapıp, onun söylediklerini yerine getirdin. aslında tek amacın intkam almak.
charles: hayır. nereden biliyorsun sen bunları? sana da mı tanrı söyledi yoksa?
sayid: ben fbi ajanı thomas. uçak kazasından sonra kurtulan herkesi takip altına aldık.
charles: hadi ama sayid. bundan kurtulmak için yalan söyleme bana. yoksa thomas mı demeliydim?

dedim gülerek.

sayid: klise’de bulunan elden sonra takiplerimizi sıklaştırdık. sendeki şüpheli hareketlerden dolayı senin olduğunu biliyordum zaten. ne yapmaya çalışıyordun? neden her kliseye farklı bir vücudun parçası?
charles: tanrı istiyordu.
sayid: ama sen tanrı’ya inanmıyordun.
charles: sus! sadece aklımı çelmeye çalışıyorsun.
sayid: sandra’yı bu işin için bir kalkan gibi kullandığını da biliyoruz. ve en son onu öldüreceğini tahmin ediyorduk.
charles: ne yapacaksın bana? hadi yakala bu deli katili.
sayid: takip ediliyorum zaten. üzerimde verici vardı. 10 dakika hareketsiz kaldığımda, bulunduğum yere destek ekip gelir. yani az sonra burada olurlar.
charles: buraya giremezler.
sayid: unuttun mu? izleniyordun charles.

bir süre sustum ve düşündüm. ben mi yaratmıştım tanrı'yı?

sayid: hadi ama bu kadar korkak olma! yüzleş yarattığın ve ona tanrı dediğin kişiyle.

çok sinirlenmiştim. elimdeki bıçağı bir anda sayid'in kalbine sapladım. kısa bir süre can çekişip, öldü. bu sırada sesler duymaya başladım. tezgahtan neşteri aldım.

ajan: kıpırdama fbi!
charles: tanrınız ölüyor.

dedim ve neşterle boğazımı kestim. sağır eden bir uğultudan sonra sadece huzur vardı, sessizlik.
___

son
___

mutlu son
üçnoktam
___

not: hikaye böyle erken bitmeyecek ve böyle kısa olmayacaktı. lakin sonlandırmak istediğim senaryoya yakın bir senaryoyu geç gördüğüm ve izlediğim slayer'ın 'world painted blood' albümünün tanıtım mahiyetinde ve kısa film tadında olan 'playing with dolls' adlı(aynı zamanda albümden bir parçadır kendisi) videonun senaryosuyla örtüştüğü için hikayeyi kestirme bir yoldan bitirdim. yeni kelimeler, yeni fikirlerle karşınızda olmaya çabalayacağım, öperce...

bahsi geçen kısa film:
buradan