bugün
- anın görüntüsü17
- ali erbaş10
- akp seçmeni13
- sinemaların batma aşamasına gelmesi22
- sivasspor'a verilen penaltı26
- belediyeler el değiştirince bütün foyalar döküldü22
- patiswiss17
- 23 nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı14
- bülent uygun13
- bir kadında ilk baktığınız yer neresi19
- ismail kartal8
- 22 nisan 2024 sivasspor fenerbahçe maçı31
- trollerin karışması8
- fenerbahçe12
- sözlük yazarlarının pankekleri13
- yoga eğitmeni uzun boylu motorcu şamatacı erkek9
- her yaptığı yemeği paylaşan kızın amacı8
- profesyonel fotoğraf makinası tavsiyeleri10
- türk kızlarının beğenmediği erkek tipi13
- inmesi binmesinden daha zor olan şeyler14
- stanleywhite10
- kalbin sadece bir kişiyi seveceği saçmalığı9
- junkman8
- siklememenin getirdiği huzur9
- icardi190511
- fenerbahçe'nin bu sene de şampiyon olamaması8
- yazarların en rum özelliği8
- galatasaray9
- bakire misin diye soran erkek12
- xdearm8
- johnny bellington17
- icardi1905'in adam gibi adam olması15
- chp genel merkezi önündeki aşırı üks araçlar9
- icardi1905 silik olsun kampanyası16
- binali yıldırım'ın servet15
- mersinden kıbrısa yüzmek12
- sözlükte fake alacak kadar ezik olmak8
- güzel kızların size abi demeye başlaması11
- arda güler9
- türk kızlarının zenci sevdası13
- susmayan durmayan israile gemi ticareti8
- evlenmezsek yaşlanınca ne yapacağız sorunsalı8
- bir insan sizi ne kadar kırabilir13
- şu anda çalan şarkı11
- sevgili kendim12
- afrika ülkeleri ve türkiyedeki enflasyon oranları29
- abberline tarzı saçma sapan başlıklar açmak8
- icardinin bir haftada 600 üzeri entry girmesi8
- ekşi sözlük11
- türk kızlarının beğendiği erkek tipi16
teokratik bağlamda düşünülürse şeytan maddesel tüketimin, insana ve doğaya egemen olma hırsının dolayısıyla sahip olmanın temsilcisidir.
"yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin orası pas, güve ve hırsızlarla dolu, göksel hazineler biriktirin ki orada bunların hiçbiri yok diyen"* isa olmak ilkesinin bedenlenmiş hali ve "olmak" için hiçbir şeye "sahip olmamak" gerekliliğinin sembolüdür.
ilginç olarak karl marx da "herkese ihiyacı kadar ilkesi" ile "olmak" için "sahip olmamak" gerektiğine işaret eder.
*matta 6:19-21
"yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin orası pas, güve ve hırsızlarla dolu, göksel hazineler biriktirin ki orada bunların hiçbiri yok diyen"* isa olmak ilkesinin bedenlenmiş hali ve "olmak" için hiçbir şeye "sahip olmamak" gerekliliğinin sembolüdür.
ilginç olarak karl marx da "herkese ihiyacı kadar ilkesi" ile "olmak" için "sahip olmamak" gerektiğine işaret eder.
*matta 6:19-21
erich frommun şahane kitaplarından biridir. ne mi anlatıyor;
--spoiler--
frommun bu muhteşem yaklaşımını ele almadan önce birkaç soru soralım kendimize:
sahip olmak mı daha değerlidir, yoksa olmak mı?
nelere sahibiz ve neler bize sahip?
doğu felsefesi ile öpüştüreceksek bu fikri; balık tutmayı bilmek mi, yoksa tutulan balıklara sahip olmak mı?
sahip olduklarımız kadar mıyız, yoksa olduğumuz kadar mıdır varlığımız?
soruları çoğaltmak mümkün. çünkü temelinde arzu edilene (genellikle bir bedel ödeyerek) sahip olmak ya da arzu edilen ne ise onu olmak yatıyor.
fromm; mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye, sahip olmak demek, onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmaktır diyor.
oysa, olmak, sahip olmakın karşıtıdır. olmak, her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı, kendi gelişimi içinde sevmek demektir diye devam ediyor. (**)
iki kavramın yarattığı çağrışım bulutları öyle çok ki; hayatın her alanına yansıtmak mümkün. bilmek ile inanmak kavramları arsındaki boyut farkından; ezberlemek ile öğrenmek farkına, hatta oradan da sevmek ile sevilmeyi sevmek saplantısına kadar uzanıyor.
kaldı ki; bilmek işinin içinde bile sahip olmakla, olmak arasındaki uçurumlar kadar nüanslar var. kimi, kuru bilgiyi ezber eder ve onun rehberliğinde yaşar. o ezber bilginin, fener ışığı mesafesi kadardır görüş alanı. ki; saplantılar, tutkular, öğrenilmiş çaresizlikler, önyargılar vs. bu mecradan beslenir.
kimi ise; bilgiyi kendi düşünce sistemine göre analiz ve sentez ederek içselleştirir ve kişilik oluşumunda yapı taşı olarak kullanır. düşünürler, bilgeler, büyük sanatçılar, dehalar bu kaynaktan gelirler.
ve maalesef
maalesef, geçmişten günümüze, dünyanın felsefesi sahip olmak üzerine kuruludur. bu nedenledir, o kanlı - katliam savaşlar faşizmin, diktatörlüğün, feodal yapının, ağalık sistemlerinin temelinde sahip olmak yatar. kapitalizm, sahip olmanın dayanılmaz bencilliğinden hortlamış canavardır örneğin.
tüm hukuk, yönetim, eğitim sistemleri sahip olmak kültürünü besler ve oradan da beslenirler.
ülke sınırlarının korunmasından, iki dönümlük arazi sınırları yüzünden kafa kol koparan hırstan tutun da; yarım ekmeği paylaşamayan aç gözlülüklerin temelinde sahip olmak yatar.
oturduğu koltuktan bir türlü kopamayan, kopmamak için her türlü rezilliğe katlanan, onursuzlukları kaldırabilen o ruh, sahip olmak saplantısıyla kirlenmiştir.
tüm bu sistemler, olmak kültüründen beslenmiş olsaydı, dünya ne kadar da yaşanası bir yer olurdu düşünebiliyor musunuz?
hani o şarkılarda özlenen, kaldırın sınırları nağmeleri, anlamlı olmaz mıydı? nietzchenin insanlık henüz ilkel zamanlarını yaşıyor. töreler ve dinler devri dediği dönemi kapatmış olmaz mıydık?
olurduk!
çünkü olmakın içinde, önce kendine yetebilen, öğrenebilen, öğrendiklerini içselleştirip; üretebilen ve bir birey olarak, kendine değil; tüm insanlığa ve doğaya fayda sağlayan kimse var. ve temel öge üretebilmekte slogan, tüket, daha çok tüket değil; üret, daha çok üret ve paylaş olmalıydı
ve ikili ilişkiler
dostluklar, arkadaşlıklar, eşler, sevgililer
sahip olduğum en değerli varlıksın dendiği anda, kendine mâl edişin başladığı ilişkiler oysa, olmak kültürü ile beslenmiş olsaydı, ancak birbirine değer katan ilişkiler bütünü yaşanmaz mıydı? sömürmek yerine, katkıda bulunmak; acıtmak yerine, yaraları sarmak; tökezletmek yerine, yeri geldiğinde eline âsâ olmak kıyamamak ve karşılıksız ve beklentisiz sevmek ve aynı şekilde de karşılık bulmak mümkün olsaydı, yitirilir miydi aşk?
ne dersiniz? sahip olmak mı, yoksa olmak mı?
--spoiler--
--spoiler--
frommun bu muhteşem yaklaşımını ele almadan önce birkaç soru soralım kendimize:
sahip olmak mı daha değerlidir, yoksa olmak mı?
nelere sahibiz ve neler bize sahip?
doğu felsefesi ile öpüştüreceksek bu fikri; balık tutmayı bilmek mi, yoksa tutulan balıklara sahip olmak mı?
sahip olduklarımız kadar mıyız, yoksa olduğumuz kadar mıdır varlığımız?
soruları çoğaltmak mümkün. çünkü temelinde arzu edilene (genellikle bir bedel ödeyerek) sahip olmak ya da arzu edilen ne ise onu olmak yatıyor.
fromm; mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye, sahip olmak demek, onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmaktır diyor.
oysa, olmak, sahip olmakın karşıtıdır. olmak, her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı, kendi gelişimi içinde sevmek demektir diye devam ediyor. (**)
iki kavramın yarattığı çağrışım bulutları öyle çok ki; hayatın her alanına yansıtmak mümkün. bilmek ile inanmak kavramları arsındaki boyut farkından; ezberlemek ile öğrenmek farkına, hatta oradan da sevmek ile sevilmeyi sevmek saplantısına kadar uzanıyor.
kaldı ki; bilmek işinin içinde bile sahip olmakla, olmak arasındaki uçurumlar kadar nüanslar var. kimi, kuru bilgiyi ezber eder ve onun rehberliğinde yaşar. o ezber bilginin, fener ışığı mesafesi kadardır görüş alanı. ki; saplantılar, tutkular, öğrenilmiş çaresizlikler, önyargılar vs. bu mecradan beslenir.
kimi ise; bilgiyi kendi düşünce sistemine göre analiz ve sentez ederek içselleştirir ve kişilik oluşumunda yapı taşı olarak kullanır. düşünürler, bilgeler, büyük sanatçılar, dehalar bu kaynaktan gelirler.
ve maalesef
maalesef, geçmişten günümüze, dünyanın felsefesi sahip olmak üzerine kuruludur. bu nedenledir, o kanlı - katliam savaşlar faşizmin, diktatörlüğün, feodal yapının, ağalık sistemlerinin temelinde sahip olmak yatar. kapitalizm, sahip olmanın dayanılmaz bencilliğinden hortlamış canavardır örneğin.
tüm hukuk, yönetim, eğitim sistemleri sahip olmak kültürünü besler ve oradan da beslenirler.
ülke sınırlarının korunmasından, iki dönümlük arazi sınırları yüzünden kafa kol koparan hırstan tutun da; yarım ekmeği paylaşamayan aç gözlülüklerin temelinde sahip olmak yatar.
oturduğu koltuktan bir türlü kopamayan, kopmamak için her türlü rezilliğe katlanan, onursuzlukları kaldırabilen o ruh, sahip olmak saplantısıyla kirlenmiştir.
tüm bu sistemler, olmak kültüründen beslenmiş olsaydı, dünya ne kadar da yaşanası bir yer olurdu düşünebiliyor musunuz?
hani o şarkılarda özlenen, kaldırın sınırları nağmeleri, anlamlı olmaz mıydı? nietzchenin insanlık henüz ilkel zamanlarını yaşıyor. töreler ve dinler devri dediği dönemi kapatmış olmaz mıydık?
olurduk!
çünkü olmakın içinde, önce kendine yetebilen, öğrenebilen, öğrendiklerini içselleştirip; üretebilen ve bir birey olarak, kendine değil; tüm insanlığa ve doğaya fayda sağlayan kimse var. ve temel öge üretebilmekte slogan, tüket, daha çok tüket değil; üret, daha çok üret ve paylaş olmalıydı
ve ikili ilişkiler
dostluklar, arkadaşlıklar, eşler, sevgililer
sahip olduğum en değerli varlıksın dendiği anda, kendine mâl edişin başladığı ilişkiler oysa, olmak kültürü ile beslenmiş olsaydı, ancak birbirine değer katan ilişkiler bütünü yaşanmaz mıydı? sömürmek yerine, katkıda bulunmak; acıtmak yerine, yaraları sarmak; tökezletmek yerine, yeri geldiğinde eline âsâ olmak kıyamamak ve karşılıksız ve beklentisiz sevmek ve aynı şekilde de karşılık bulmak mümkün olsaydı, yitirilir miydi aşk?
ne dersiniz? sahip olmak mı, yoksa olmak mı?
--spoiler--
i heart huckabees adlı bir filmde varoluş karmaşasına girmiş bir gencin kafasını kurcalayan durum. bir kayanın üzerinde otururken '' ben mi kayanın üzerinde oturuyorum yoksa kaya mı benim üzerimde oturuyor ? '' diye kendi kendine sormuştu.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar