bugün

fi tarihnde başıma gelen olaydır.

efenim o zaman tıfıl delikanlıyız tabi. bi de cilalı bir hatuna aşığız ki sorma gitsin. o biçim ısrarımıza rağmen de bu iş olmuyor. vizeler bitmiş, ders vaziyetleri on numara, bünye rahatlamış amma gönlümüzün bir tuğlası eksik. bizim bi sivaslı kanki vardı, on numara delikanlı. onun gönül mevzuları da bilcümle virane ki bana fatiha okuyor. nese efenim, biz bununla sözleştikten sonra, akşam iki büyüğü kapıp her daim kafa parlatmaya gittiğimiz kayıkçı barınaklarının bulunduğu limana gittik. önceden de aşina olduğumuz o dalgakıran kayasının üstüne oturup turşu ve pilakiyi açtıktan sonra demlenmeye başladık. bi yarım saat sonra büyüğün bir tanesini denize atıp ikincisine sarıldık. ama rakı öyle bi gdiyor ki, sanki damağımızda sabun sürülmüş mübarek, böyle yağ gibi... en son yakamozu seyrederken bizim kulağı çınlayasıca bana, seninki ikinci öğretimlerden serkan götvereniyle çıkıyormuş demez mi,serkan ibnesinin de öyle hikayeleri var ki, eline bırak kızı, dişi sinek teslim edilmez. vay allahım dünya başıma yıkıldı. sonra da "nese kısmet" diyerek, biraz da iç geçirerek, "bu iş zaten olmazdı hacı, şu am cennetinde de ızdırap çekiyoz amk. siktiret, vur kadehin dibine" diyerek tatlı bir kederle ikinci büyük şişenin de dibini görmek için hararetle çalışmaya başladık. en son turşunun bittiğini hatırlıyorum. o andan sonra öyle olaylar gelişmiş ki, tam sarhoş hikayesi... özetle, sabah kalktığımda kendimi, zar zor anımsadığım bir kaldırımın üstünde buldum. sağ yanım neredeyse felç olmuş, sol yanımı da anlatmaya gerek yok zaten. o günden beri sadece ama sadece neşelenmek için içtim, bir kadın için hüzünlenmeyi de o günden sonra kitabımdan çıkardım.

kanka mı, kayalar üzerinde tepişirken denize düşmüş. o denizde uğraşırken ben, kafa bir milyon basıp gitmişim. zar zor kendini kayalıklara attıktan sonra, duş etkisinden dolayı da biraz ayılıp evin yolunu tutmuş. akşama kadar eve almadıydı beni göt.