bugün

sömürge savaşında masadan kalkarken ya doymamış, aç gözlü ülkeler,

ya da kendi ülkelerinin kaynaklarını kullanmaktan ziyade, sömürge elde etmenin daha

az maliyetli olması

zevkini tatmış vampir ülkelerdir.

tabi ki bu yüz yılda en başta Abd geliyor,

ancak Fransa da az değil.

bakınız (bkz: mali)

http://haber.sol.org.tr/d...-cekiliyoruz-haberi-69362
(bkz: sömürge)

(bkz: sömürgecilik)

(bkz: sömürgeci devletler)
(bkz: emperyalizmin marifetleri)
deniz suyu içen insan gibidirler,
suya kanmaları mümkün değildir.
içtikçe susamaları artar,
susadıkça içmeye devam ederler.
kuzey kore, çin, rusya ve amerikanin başını çektiği ülkelerdir.
geçmişte vietnam'da tokat yemiş gelecekte de sosyalist ülkeler tarafından zamanı geldiğinde gerekli dersi alacak ülkelerdir.

daha bir sürü hugo chavez çıkacak bu dünyada, istedikleri kadar öldürsünler.
Aylık dergi, 14. sayı, Kasım 2005 de yayımlanan Fikret Başkaya röportajı dır:

(bkz: Batı kapitalizmi ve emperyalizmi hakkında):

Kapitalizm, kapitalist emperyalizm, sömürgecilik ve modernite aynı dönemde tarih sahnesine çıkmıştır olgular veya süreçlerdir. Kapitalizmin, kapitalist emperyalizmin ve modern sömürgeciliğin, Fetihler denilen Kristof Kolomb’un macerasıyla başladığını söylemek mümkündür.

Aslında Yeni Dünya denilen Amerika’ya Batı Avrupalıların -önce ispanyollar vePortekizler- arkasından diğer
Batı Avrupalılıar ulaşması, modern sömürgeciliğin de başlangıcıdır. 1492 insanlık tarihinde önemli bir kırılmadır.

Kapitalizm önceki üretim tarzlarından, sosyal formasyonlardan. Uygarlıklardan temelli farklı özellikler taşıyor. Kapitalizm öncesinde de fetihler, imparatorluklar vardı ama kapitalizm sonrası yayılma insanlık için çok daha büyük olumsuzluklara kaynaklık etti.

Kapitalizmin ayırt edici özelliklerinden biri tekçi [exclusive] olmasıdır. Bunun anlamı, kapitalizmin başka uygarlıklarla yan yana, ‘barış içinde’ yaşayamaması, onu kendi ihtiyaçları ve mantığı doğrultusunda dönüştürmesi, tahrip etmesi, yok etmesidir.

Kapitalist emperyalizmin veya modern sömürgeciliğin ilk tahribatı Amerikalarda ve Afrika’da gerçekleşti. Amerika'daki uygarlıklar yok edildi, halkları jenoside tâbî tutuldu. Birikmiş hazineleri yağmalandı. Jenosit sonucu sömürülecek insan kalmayınca, madenlerde ve plantasyonlarda çalıştırılmak üzere Kara Afrikalılar ‘avlanıp’ köleleştirildiler. plantasyonlarda, altın ve gümüş madenlerinde çalıştırılmak üzere ‘Yeni Dünya’ya taşındı. Bütün bunların ‘modernite’ ve ‘aydınlanma’ şarkılarının en çok söylendiği dönemde yapılmış olması önemlidir.

Dolayısıyla Batı Avrupa'nın zenginliğinin ve ‘refahının’ gerisinde başta Amerika, Afrika ve Asya'nın devasa zenginliğinin Avrupa’ya taşınması yatmaktadır. Kapitalizm bir sömürü metabolizması dır, bir tarafı zenginleştirmesi karşı tarafı yoksullaştırmakla mümkündür.

Bu birinci yağma talanla Avrupa’da sanayi devrimi için uygun koşullar oluştu. Sanayi devriminden sonra dünyanın geri kalanı Asya ve Afrika'nın tamamı ya doğrudan sömürgeleştirildi ya da yarı-sömürge statüsüne indirgendi. Bu ikinci sömürgeci-emperyalist yayılmayla birlikte Dünya'nın bu günkü ikili yapısı oluştu.

Fakat egemenlik sadece kaba kuvvetle, çıplak şiddetle sürdürülebilir bir şey değildir. Söz konusu statükoyu sürdürmek için asıl ideolojik egemenliğe ihtiyaç vardır.

Bu amaçla, Avrupa-merkezli bir ideoloji oluşturuldu. Bu ideoloji [Avrupalının kendine ve başkalarına bakışı densin] sömürge halkları, esas itibariyle de elitleri tarafından içselleştirildiğinden sömürgecilerin işi kolaylaşmıştı. Fakat sömürge halkları bu duruma daha baştan itiraz ettiler, dolayısıyla son 500 yılın tarihi aynı zamanda sömürgeciliğe karşı isyanların, başkaldırının da tarihidir. Fakat insanlığın tarihini yazanlar da sömürgeciler olduğu için, ezilen hakların çığlığı pek duyulmadı. Şimdilerde insanlık küreselleşme dedikleri üçüncü bir kapsamlı saldırıya maruz.

bilinmeyen kelimeler:

(bkz: Jenosit); (bkz: JENOSiD) (Hukuk Terimi)
BiR IRKA KARŞI GiRiŞiLEN KATiL FiiLÎ. JENOSiD SUÇU; MiLLÎ. IRKÎ VEYA DÎNÎ BiR GRUBA KARŞI iŞLENiLEN VE O TOPLUMU ORTADAN KALDIRMAYA YÖNELiK SALDIRI VE ÖLDÜRMELER. http://www.turkcesozlukler.com/jenosid_nedir

(bkz: plantasyon):büyük tarımsal işletme.

devam edecek...
sömürü yaşam kaynakları olduğu için bundan vazgeçmeleri asla beklenmeyen, ancak ezilen halkların sömürüye karşı başkaldırmalarıyla bundan vazgeçmek zorunda bırakılması gereken ülkelerdir.
(bkz: Klasik emperyalizm ve neo emperyalizm)

Kapitalist emperyalizm için doğrudan sömürgecilik her zaman zorunlu değildir.

Aslında kapitalist emperyalizm dolaylı denetimden yanadır ve zorunlu olmadıkça doğrudan denetimden kaçınma eğilimindedir. Zira, doğrudan denetim hem daha zor hem de masraflıdır. Üstelik ‘yabancı düşmanlığını’ da sürekli canlı tutar. Sömürgecilik içselleşip, yerli elitler sömürge bilincini içselleştirdiği anda doğrudan sömürgeciliğe gerek kalmaz. Kendi gerçekliğine sömürgecinin gözüyle bakan bir yerli yönetici elit oluştuktan sonra, doğrudan sömürgecilik olmadan da sömürgeciliği daha az sorunlu ve daha az masraflı olarak sürdürmek mümkündür. Buradan giderek II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan durumu sadece emperyalistlerin marifeti saymak elbette doğru değildir. Bu sömürge halklarının mücadelesini hafife almak olur.

Bu aşamada, öyleyse bağımsızlığa rağmen neden sömürü ve bağımlılık ilişkisinde kayda değer bir değişiklik olmadığı sorusu akla gelir. Bu durum Avrupa-merkezli ideolojik yabancılaşmanın ne kadar köklü, ne kadar derin olduğuyla ilgilidir. Avrupa-merkezli ideolojik yabancılaşma sömürge halklarının yeni, farklı, burjuva uygarlığı dışında bir şey tasavvur etmesini, tasarlamasını ve gerçekleşmesini engelledi. Zira, kurtuluş mücadelelerine önderlik eden Üçüncü Dünya elitleri de sömürgecilerin rahle-i tedrisinden geçmişlerdi. Kendilerini sömürgecinin tuttuğu aynada görüyorlardı. “Durumlarını” anlamaktan, bilince çıkarmaktan acizdiler. Batı gibi olmaya, onu taklide yöneldiler… Köle efendiye benzeyerek özgürleşemez. Zira bu hem saçma hem de imkânsızdır. Aslında ortaya çıkan durum sömürgecinin olmadığı, sömürgecinin uzaktan yönettiği bir durumdu. işte yeni sömürgecilik denilen budur.

Klasik aydın ve yeni tipi arasında ne gibi farklar mevcuttur?Aydınların gerek anti-emperyalist mücadelede önderlik veya sömürgeleştirme ve sömürgeleştirmenin meşrulaştırılması açısından ne gibi fonksiyonları olmuştur ve olmaktadır?
Aydın kavramı yerli yersiz kullanılan bir kavram ve diplomalı olmak, okumuş olmak aydın olmak için yeterli koşul sayılıyor. Diploma en iyi koşullarda senin bir şeyin uzmanı olduğunun belgesidir. Aydınsa başka birşeydir. O ekseri normalden sapan biridir. “Üzerine vazife olmayan şeylere burnunu sokan biridir, geçerli egemen-resmi ideolojiyi reddeden biridir, milliyetçilik [ kibarca ulusalcılık diyorlar] türü safsatalara itibar etmeyen biridir, sadece ait olduğu toplumun sorunlarıyla kendini sınırlamayan biridir, sorunları bütünlüğü itibariyle kavrama, fotoğrafın tamamı görme çabası içindedir, iktidar ve güç odaklarıyla arasına her zaman mesafe koymaya özen gösterir, ekseri egemenlerle arası açıktır, zira eleştireldir, zenginliğin ne menem birşey olduğunun farkındadır, sömürüye karşıdır, doğası, konumu ve misyonu gereği, ezilen ve sömürülenlerden yanadır, vb. Bana göre XXI’inci yüzyılda gerçek aydın olmanın olmazsa olmaz bir koşulu daha var: Avrupa-merkezli ideolojik yabancılaşmanın farkında olmak… aksi halde zihnini özgürleştirmesi, fotoğrafın tamamını görebilmesi mümkün değildir.

Eğitim politikalarının ve bunun bir parçası olan üniversitelerin Anadolu’da yaygınlaştırılmasının ardındaki gaye nedir?
Eğitim egemenliği yeniden üretmek içindir, bu hep böyleydi bu gun de öyledir. Eğitim mevcut düzenin meşrulaştırır ve sürekliliğini sağlar. Oysa eğitim ve eğitilmiş insan her zaman makbul birşey sayılır. Okullar sömürü düzenini meşrulaştırmaya ve sürdürmeye yarar. Bu arada ileri düşünceyi de bütünüyle yok edemez. Bu bilimsel bilginin niteliğiyle ilgili bireşeydir. Sorunu bu çelişik veçleri itibariyle kavramak gerekir… Kapitalist toplumda eğitimin bir başka işlevi de sermayenin ve onun devletinin ihtiyacı olan ‘vasıflı işgücünü’ ve devlet aygıtının ihtiyaç duyduğu bürokratik kadroları yetiştirmektir. Şimdilerde eğitimin kendisi de artık alınıp-satılan bir metadır, bir kâr ve zenginleşme aracıdır. Türkiye’de kapısında üniversite yazan kurumların adlarından başka üniversiteyle pek ortak yanları yok. Daha çok meslek okuluna benzerler. Akademik personelin taşıdığı bilinç bilim insanı bilinci değil, memur bilincidir. Ünvarlar da ekseri düzene itiraz etmediğini kanıtlayanlara verilir. Elbette istisnalar vardır ama, mâlûm, istisnalar kuralı doğrulamak içindir. Her vilayete ilkokul, lise açabilirsiniz lâkin her vilayete bir üniversite açmak aynı şey değildir. Üniversite tüm Anadolu kentlerine yayılıyor ama kurulan asla üniversite değildir. Resmi ideolojiyi dayatmak için yapılan birşeydir. Zira, oralarda üniversite ‘havası’na uygun koşullar mevcut değildir. Bana göre Anadolu kentilerinde kurulan üniversitelerin ilköğretim okullarından ve liselerden özde bir farkı yok. Dolayısıyla, bu kurumlar birer gericilik yuvasıdır ama söylem farklıdır. Soru soran, eleştiren ne öğrenci ne de öğretim üyesi söz konusu kurumlarda barınamaz… Yoğun bir polis ve jandarma baskısı söz konusudur… sanki öğrenciler rehin gibidir…Hani üniversiteydi… Kaldı ki, üniversitelerin her türlü sorunun özgürce tartışıldığı, evrensel bilginin-bilimin üretildiği bilim yuvaları olduğu yaygın düşüncesi tam bir safsatadır… Gerçek dünyada asıl geçerli olan bunun tam tersidir: Üniversiteler özgür düşüncenin boğulduğu kurumlardır. Zaten son dönemde [küreselleşme çağında] birer ticarethaneye dönüşüyorlar…Üniversite hocaları birer bilgi pazarlama memuruna, öğrenciler de müşteriye dönüşüyor… Bu sefil dumunun bilincine varmak önemlidir.
Batı emperyalizminin insanlığın tarih şuuruna ne gibi bir tesiri olmuştur? Bu mânâda, insanlarımızın ve insanlığın “tarihe bakışını” nasıl değerlendirebiliriz?
Kapitalist yayılma demek olan modern sömürgecilik ve emperyalizmin tahribatı çok yönlü ve derindir. Zira, sömürgecilik sadece siyasi ve ekonomik alanı angaje etmiyor. Kültürel-ideolojik-entellektüel alanı da angaje ediyor. Sömürge halklarının sadece beşeri ve doğal kaynakları sömürülmüyor, yağmalanmıyor. Bana göre asıl bilincin sömürülmesi, yağmalanması, sömürgecinin ürettiği ideolojinin sömürge elitleri ve halkları tarafından içselleştirilmesi çok daha önemlidir. Ben buna sömürgeleşmişlik durumu diyorum ki, sömürgeleşmiş ülkelerin insanları artık kendi gerçekliğine kendi gözüyle bakamaz duruma geliyor. Kendi eliyle tutamaz hale geliyor. Birşey yapması gerektiğinde otomatik olarak sömürgecileri, emperyalistleri, Batı’yı taklit ediyor. Ufku ‘dışardan’ belirlenmiş durumdadır. Sömürgeciliğin doğrudan biçimi tasfiye edildiği halde hiçbir kayda değer değişikliğin olmaması söylediğim durumun bir sonucudur. Bu gün ‘Üçüncü Dünya’nın’ beşeri ve doğal kaynakları eskisinden daha büyük yoğunlukta olmak kaydıyla dünyanın %20’sinden azını oluşturan emperyalist ülkeler tarafından kullanılıyor! Onun için paradigma değişmiyor. Sen aynı paradigma içinde kalmaya devam ediyorsun. Oysa, paradigmayı değiştirebilmenin koşulu, avrupa-merkezli ideolojik yabancılaşmadan kurtulmak, bilinci özgürleştirmektir. insanlık tarihi sömürgeciler tarafından yazıldı. Şimdi yeniden yazılması gerekiyor ama bu sömürgeciliğin derin çekirdeğini kavrayarak, Avrupa-Amerika merkezli olmayan bir bilinç düzeyine ulaşmadan mümkün değildir. Tabii bu ülkenin tarihinin de aynı şekilde yeniden yazılmaya ihtiyacı var…

Kemalizm, sömürgeleştirme sürecinin neresindedir? Ülkemizdeki, ulusalcı-küreselci çatışması gerçek midir? Yani, hem Kemalist ve hem de anti-emperyalist olmak mümkün müdür?
Kemalizmin ne kapitalizmle, ne de emperyalizmle hiçbir zaman bir sorunu olmadı. Olması da zaten mümkün değildir. Kemalizm yarı-sömürgecilikten yeni sömürgeciliğe geçiş demektir. Gerçek durum öyledir ama söylem farklıdır… Resmi tarih ve resmi ideoloji gerçek durumun anlaşılmasını [şimdilik] engelliyor. Türkiye’nin tarihi yeniden yazılacak ve 80 yılda üretilen safsataların ve yalanların ipliği pazara çıkarılacak… Yalanı ilel -ebed sürdürebilmeleri mümkün değildir. Hem kemalist hem de anti-emperyalist olmak mümkün değildir. Zira, emperayalizme karşı olmak için kapitalizme karşı olmanız gerekir. Milliyetçilik [ulusalcılık] asla emperyalizme karşı olamaz, sadece onun ekmeğine yağ sürebilir ve karşıymış gibi göründüğünde bile onu yeniden üretir, dolaylı olarak meşrulaştırır. Zaten milliyetçilik kapitalizmin-emperyalizmin bir ideolojisidir. iflah olmaz bir virüstür. Ulusalcı-küreselci karşıtlığının da hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bu, olsa olsa olsa, aldatanların sayısının ikiye çıktığını gösterir. Tabii bu arada kendilerini de aldatıyorlar. Kapitalizmden söz etmeden, onu atlayarak küreselleşme karşıtlığı ahmakları aldatmaya yarar. Önce şeyleri, olguları, süreçleri, adıyla çağırma dürüstlüğünü ortaya kolmanız gerekir. Zira, adıyla çaırmamak da bir yalan söyleme yöntemidir. Önce küreselleşme değil, emperyalizm diyeceksin, sonra emperyalizmin kapitalizm olduğunu bileceksin… Ulusalcı denilen kesimin asıl misyonu, süreci dolaylı olarak müşrulaştırmaktır. Bu durumun teşhir edilmesi gerekir…

Irak Direnişini, anti-emperyalist mücadele açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Anti-emperyalist mücadele ne gibi bir temel üzerine oturtulmalıdır?
Irak direnişi Amerikan emperyalizmine ve şürekasına bir ders veriyor. Ne kadar yıkıcı-tahrip edici süper-modern silahlara da sahip olsan, insan iradesiyle başa çıkmanın mümkün olmadığını kanıtlıyor. Ama ciddi bir de zaafla da mâlül. Zira, sadece karşı olmak yeterli değildir. Önemli olan karşı olduğunun yerine neyi koymayı önerdiğindir. Bu direniş hareketinin ileriye dönük, inandırıcı bir alternatif önerisi yok. Kapitalizmle hesaplaşma konusunda tutarlı bir bilinç ve perspektif mevcut değil. Çözümün adresi olarak ileriyi değil, geriyi işaret ediyor. Oysa tarihte geriye dönüş hem mümkün değildir, hem de arzulanır birşey olmamalıdır. Gerilerde çözüm aramak yanlıştır. 60 yaşındaki adama 8 yaşındaki çocuğun ceketini giydiremezsin… Çözüm ya ilerde ya da çözüm yok…

Kürt meselesi üzerine tez sahibi bir aydın olarak; Kürtlerin şu ân ki pozisyonlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? ABD-israil ve Batı’nın sömürgeleştirme politikaları karşısında, Kürtler ne yapıyor ve gerçekte ne yapmalıdırlar?
Kürt sorunu yüzyıllık bir sorun. Sorunun bu kadar zamandır çözülememesi, müzminleşmesi, üzerinde ısrarla durulması gereken bir husustur. Çözümsüzlüğü sadece emperyalistlerin ve Türkiye’nin egemenlerinin eseri ve marifeti saymak doğru ve yeterli değil. Bizzat Kürtlerin de kendilerine dönüp bakmaları gerekiyor. Bence bu zaman zarfında Kürt hareketine önderlik eden siyasetçilerin, liderlerin, önderliklerin, ‘aydın denilenlerin’ basiretsizliği ve beceriksizliğinin büyük vebâli var… Dünya’yı, güç dengelerini, jeopolitik durumları anlamaktan aciz, çözümü hep dışardan bekleyen, kendine yeteri kadar güvenmeyen, ilkeler konusunda tutarsız, her an uzlaşmaya ve ihanete, başkaları tarafından kullanılmaya hazır bir kültürün taşıyıcılarının, öyle bir siyasi kültürün temsilcilerinin başarılı olmaları mümkün değildir. Bence Kürt sorunu artık Kürt hareketine önderlik edenler sorununa dönüşmüş durumdadır ve öyle de algılanmalıdır. Bu güne kadar çözümsüzlük hep dış belirleyiciliklerle-olumsuzluklarla açıklandı. Ötekinin eseri sayıldı. Bu doğru değildi. Şimdi tam bir açıklıkla, ikircikli olmayan bir tarzda bu sorunu tartışmaya cesaret etmek gerekiyor. Bu sorun yüzyıldır neden bir türlü çözülemiyor?

Türk ve Kürt aydını, Kürt meselesinde hangi pozisyondadır?
Kürt aydınları her zaman yetersiz kaldı ama Türk aydınları dediğiniz diplomalı taife de Kürt sorunun kendi devleti gibi görme, bir asayış sorunu olarak görme eğilimindeydi. Bu gün de değişen birşey yok… Irak Kürtlerinin yaklaşımı siyasi etikten çok, oportünizmle ilgili. Kullanma-kullanılma tuzağının dışına çıkabilmiş değiller. Bu kafayla zaten mümkün de değil. Ortadoğu’da Kürt sorunu da dahil tüm sorunların birtek çözüm yolu var: tutarlı bir anti-kapitalist, anti-emperyalist mücadeleyle Başta ABD olmak üzere emperyalistleri bu bölgeden atmak. Bunun için de işe Ortadoğudaki emperyalizmin uzantısı, işbirlikçi komprador rejimlerden başlamak gerekiyor. Bazıları bunu [kavramın olumsuz, pejoratif anlamında] ütopik buluyor… Realist olmak grektiğini söylüyorlar. Oysa realist olmak demek emperyalist sömürüye, zulme ve aşağılanmaya razı olmak demektir. Realist [gerçekçi] mi olmak istersiniz yoksa aşağılanmışlığa bir son vermek mi?

devam edecek...
Hep olacak ülkeler. insanların geneli aptal olduğundan, emperyalist ülkelerde üstlerine çıkacak.
(bkz: Yahudilik, kapitalizm ve emperyalizm hakkındaki düşünceler) ve son

Son zamanlarda Türkiye’de her taşın altında bir yahudi parmağı, siyonist oyunu görmek gibi yaygın bir paranoya oluştu. Şu Sabetaycılık safsatası…Eğer gerçekten samimi iseniz, bu tür paranoyaları bir yana bırakın, gelin kapitalizmi, emperyalizmi, burjuva düzenini, yeniden kampradorlaşmayı, neden özelleştirdiklerini, vb. tartışalım. Asıl tartışılması gerekeni tartışma basiretini ortaya koyalım… israil bir bölge devleti değildir. Siyonist rejim emperyalizmin, sömürgeciliğin ABD’nin, Avrupa’nın, velhasıl Batı egemenliğinin ve kıyıcılığının bizim çoğrafyamıza taşmış bir versiyonu, bir uzantısıdır… Yani bir doku uyuşmazlığı var. Bu bir gerçektir. Fakat, genel yaklaşım siyonist rejimle emperyalizm arasında bağ kurmaktan özenle kaçınıyor. Sanki siyonist rejimin arkasında birtek emperyalist ülkelerdeki siyonist lobiler varmış gibi bir izlenim yaratılıyor. Bu tür bir yaklaşım da, asıl tartışılması gerekeni gözden uzaklaştırıyor. Öyleyse, söylenmesi gerekeni söyleyelim: israil Ortadoğudaki emperyalizmdir ve emperyalizmin bekçiliğini yapsın diye yaşatılmaktadır. Elbette bu israil halkının tarihsel haklarını inkâr değildir. Tüm halklar gibi israil halkının da kendi kaderini tayın etme hakkı vardır ama siyonizmden, emperyalizmden arınarak…Bir bölge devleti olduğunu kanıtlayarak… Siyonist rejim kollektif emperyalızmin global çıkarlarına hizmet ettiği için destekleniyor. Kollektif emperyalizmin çıkarlarına zarar verdiği, yada artık işe yaramadığı anda gözden çıkarılır ve tüm destekler de kesilir. Siyonist rejim neden ve nasıl kuruldu, hangi misyonun taşıyıcısıdır soruları atlanarak yapılan tahliller beyhudedir. Unutmamak gerekir ki, insanlığın başına bela olan sorunların kaynağında dinler değil, kapitalist-emperyalist hesaplar ve çıkarlar bulunuyor. Çatışan ne dinler ne de medeniyetlerdir, çatışan çıkarlardır…Zaten dinler de diğerleri gibi birer ideolojidir. işlevleri, kimin elinde, neyin hizmetinde olduğuna bağlı olarak değişmektedir…

Aylık dergi, 14. sayı, Kasım 2005

bilinmeyen kelimeler:

(bkz: sabetaycılık):

1600 lü yıllarda sabetay sevi adı verilen bir zaat kendini mehdi ilan eder ve bir sürü yandaş bulur,daha sonra yahudi cemiyetinin ileri gelenleri bunu padişaha şikayet ederler ve bu kişi ben gönülden müslümanım der,o zamandan beri bunlar dönek adıyla anılırlar.

http://www.nedir.net/sabetaycilik.html