bugün

deneyin gerçek hayatla bağdaşmayan bir takım durumlarını görmezden gelmemek gerek. bir kere bütün şikayetleri uydurarak psikiyatri doktoruna anlatan tamamen sağlıklı birinin hiçbir amaç gütmeden, para elde etmeden, makale yayınlamadan, araştırma vs gibi bir amacı olmadan durup dururken, akıl hastanesinde kalmayı ve ilaçları kullanmayı göze alarak, hastaneye gidebileceğini pek düşünmüyorum. eğer gidiyorsa onda zaten psikolojik bazı sorunların olduğu, tanıyı geciktirse bile (ki tıbbın diğer her alanında yalan söyleyen, kooperatif olmayan her hasta doğru tanıyı geciktirir), gelmesi gerektiği yere geldiği çok açıktır.
okumadım iyi geceler.
yahudi bir abimizin işidir.
görsel
Psikaytri kliniklerinin Bir rezalet hikâyesi.
..... .......... ............ ...........

Rosenhan Deneyi
1973’te Amerikalı psikolog David L. Rosenhan, sonraki yıllarda Birleşik Devletlerde psikiyatrik tanılamaya olan güvenin sarsılmasına sebep olacak bir deney yapıyor. Rosenhan’ın Science dergisinde yayınlanan “On Being Sane In Insane Places” adlı makalesi psikiyatrik tanılama konusunda en önemli eleştiri makalelerinden biri olarak halen kabul görüyor.

Rosenhan deneyinin ilk aşamasında, 8 “hasta” (psikoloji yüksek lisans öğrencisi, pediatrist, psikiyatr, ressam, ev hanımı ve 3 psikolog) uydurma isim-soy isim kullanarak A.B.D.’deki 5 ayrı eyalette bulunan 12 farklı akıl hastalıkları hastanesine “bazı sesler duydukları” nedeniyle başvuruda bulunmuşlar. Başvuruda bulunan “yalancı hasta”ların tamamı çeşitli psikiyatrik bozukluk tanılarıyla hastanelere yatırılmışlar. Hastaneye yatış sonrası hastaların tamamı normal davranışlar sergilemiş ve hastane personeline artık hiçbir ses duymadıklarını bildirmişler. Buna rağmen hastanedeki uzmanlar yanlış tanı koyduklarını fark edemedikleri gibi normal davranışları da hastalıklarının belirtileri olarak yorumlamışlar. “Yalancı hastalar”dan bazıları hastanede birkaç ay geçirmişler. Ancak hasta olduklarını kabul ettikten ve yazılan antipsikotik ilaçları kullanmaya söz verdikten sonra “yalancı hastalar”a, hastaneden ayrılmalarına izin verilmiş.

Psikiyatrik ön muayenede her bir “yalancı hasta” kendi cinsinden birilerinin sesini duyduğunu bildirmiştir. Söylenenlerin içeriği çoğu zaman anlaşılır olmamakla birlikte “boşluk”, “sığ”, “güm” gibi kelimeler anımsadıklarını ve başka bir şey hatırlamadıklarını belirtmişler.

Yukarıda bahsedilen belirtiler dışında yalancı hastalar başka bir semptom bildirmemişler. Hastaneye yatırıldıktan sonra tüm “hastalar”, “normal” davranmış ve artık herhangi bir ses duymadıklarını belirtmişler.

Deney sonlandıktan sonra elde edilen hastane kayıtlarında da personelin, “hastaların” işbirliği içinde ve arkadaşça davrandıklarını not ettikleri görülmüş.

Hastaların yatırıldıkları 12 farklı psikiyatri hastaneleri arasında kısıtlı maddi geliri olan devlete ait köy hastaneleri, şehir üniversitesine bağlı ve hatırı sayılır üne sahip şehir hastaneleri ve de yüksek ücretli bir özel hastane bulunuyordu.

Aynı şikâyetlere rağmen devlet hastanelerine yatan 11 hastaya “şizofreni” tanısı; özel hastaneye yatan 1 hastaya “manik depresif psikoz” tanısı konmuştu. Özel hastanenin daha optimistik gidişatlı olarak algılanan bir tanı tercihinde bulunması Rosenhan tarafından ironik bir ifadeyle vurgulanmıştır.

“Yalancı hastaların” davranış özelliklerinin düzenli olarak ayrıntılı gözlem notları ile kayıt edilmesine rağmen hiçbir hastane personeli simülasyondan şüphelenmemiştir. Oysa ilk 3 “hastanın” yatışı sırasında aynı hastanelerde bulunan 118 “gerçek” hastadan 35-i; bu üç kişi hakkında hasta olmadıklarına dair kuşkularını belirtmiş, araştırmacı ya da gazeteci oldukları konusunda tahminlerini bildirmişlerdir.

Yalancı hastalar hastanede kaldıkları süre boyunca antipsikotik ilaçlarını tuvalete attıklarını, personelin hastalarla göz iletişimi kurmadıklarını, onlardan bir “eşya” imiş gibi bahsettiklerini, çoğu zaman hastaların yanındayken haklarında dedikodu yaptıklarını, bazen kaba söylem ve eylemlerde bulunduklarını, doktorlarla iletişimin günlük ortalama 6-8 dakika sürdüğünü rapor etmişlerdir. Hastane kayıtları, personelin “yalancı hastalar”ın tüm konuşma ve davranışlarını psikiyatrik hastalık belirtileri açısından değerlendirmeye tabi tuttuklarını göstermiştir.

“Yalancı hastalar”ın psikiyatri hastanelerinde kalış süreleri 7 ile 52 gün arası olup ortalama 19 gün sürmüştür. Hastaların tamamının “remisyon aşamasındaki şizofreni” tanısı ile taburcu edilmelerini Rosenhan; psikiyatrik hastalıkların tamamen tedavi edilemez bir hastalık olarak algılanmasının kanıtı olduğunu ve bu yaklaşım nedeniyle hastalar için hayat boyu onları takip edecek bir damgalanma oluşturduğunu ileri sürmüştür.

Elde edilen verilere dayanarak Rosenhan aşağıdaki sonuçlara varmıştır:

Veriler psikiyatrik tanılamada etiketlemenin (stigma) önemli rol oynadığını göstermektedir. Hayatında bir defa şizofrenik olarak damgalanmış yalancı hastanın bu stigmayı yıkması olası görünmüyor. Bu stigma, diğerlerinin hastanın kendisi ve davranışları konusundaki düşüncelerinin yönünü belirlemiş oluyor.

Denek olmayan Deney

Rosenhan bu deneyi eğitim ve araştırma tesislerine sahip olan ünlü bir hastanede uygulamıştır. Hastane çalışanları bir önceki deneyin sonuçları hakkında bilgilendirilmiş ve hastanelerinde bu tarz hataların yaşanmasının mümkün olmadığını iddia etmişlerdir. Rosenhan; hastane yönetimini 3 ay süresince kliniklerine birkaç yalancı hasta göndereceği, bu nedenle bu süre zarfında başvuran her kişinin hasta simülasyonu yapabileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak dikkatlice değerlendirmeleri gerektiği konusunda uyarmıştır.

Sonuç olarak; hastaneye başvuran 193 hastadan 41-i “yalancı hasta” olarak tanımlanmış, 42 kişi ile ilgili simülasyondan şüphelenilmiştir. Oysa aslında Rosenhan, bu hastaneye kimseyi göndermemiştir. (Sonrasında aynı hastane bu 83 kişinin tamamının gerçekten hasta olduğuna karar vermiştir.)

Bu veriler ışığında araştırmacılar, hataya bu kadar açık hiçbir tanılamanın güvenilir olamayacağı sonucuna varmışlardır.

Kıssadan hisse: Kim deli, kim değil.kim karar verecek.

Kaynakça:
http://isites.harvard.edu...ne_In_Insane_Places-1.pdf