bugün

Ahmet Hamdi Tanpınar'dan sonra, Recaizade Mahmud Ekrem hakkında da böyle bir yazı yazmayı münasip gördüm. Arzu ediyorum ki ilgisini çekecek, merak edip okuyacak arkadaşlarımız sözlükte bulunuyordur. (Yazılanlar tamamen kendi araştırmalarımdan ve kalemimden özet teşkil eder.)

Ekrem Bey'i birçoğumuz, lise kitaplarında ki donmuş birkaç bilgiden (ki bunlar benim için birkaç palavradır.) öğrenmiş ve tanımışızdır. Lakin birçoğumuzun ismini bildiği, lakin hakkında birkaç kelam etmeyi asir gördüğü bu adam kimdir?

Ekrem bey 1847'de doğmuş 1914'de vefat etmiş, 64 yıllık yaşamına türlü zenginlikler katmış ve bunu nispeten edebiyat alanına da yansıtmaya çalışmış bir sanat adamıdır. Filhakika Ekrem Bey'i tamamı ile kendi hayatından izleri anlattığı Araba Sevdası romanındaki Bihruz Bey karakteri ile ilişkilendirilmesi gerektiğini söyleyerek galat etmiş olmayız. Aristokrat bir yazar ve aristokrat bir karakter. Hatta biraz daha ileri giderek Ekrem Bey'in, bu romanı bir iç hesaplaşmanın sonucunda ortaya çıkardığı da söylenebilir. Eserin yazıldığı tarih(1889), Ekrem Bey'in 47 yaşlarına denk gelir ki, bu vakitler artık gençlik heveslerinin bir kenara bırakıldığı, yaşlanmaya başlamış olmanın teessürünü taşıyan, nispeten daha akil düşünülebilen ve belki de geçmişte yapılmış yada yapılamamış şeylerin pişmanlığını barındıran bir dönemdir. Yine de bu teorimizi sağlam bir temele oturtmak için Ekrem Bey'in gençlik çağları hakkında fazlaca malumata ihtiyaç vardır ki bunları günümüzde edinebilmek imkansız denebilecek mertebeye gelmiştir. Romana teknik olarak bakmayı (özellikle Tanzimat döneminde) yanlış bulanlardanım. Tanzimat Dönemindeki romanlara teknik açıdan zayıf yaftasını vuranlar, Tanzimat'dan çok sonraki romanlarla Tanzimat romanlarını mukayese ederek bu kanıya varırlar ki bu benim açımdan kabul edilemezdir. Bizim romanı teknik açıdan zayıf kılacak delillerimiz Tanzimat sonrasındayken, romana tekniği zayıf demek ancak kestirip atmaktır ki bu bilgi de lise kitaplarından başka bir yerde bulunmaz. Gel gelelim Ekrem Bey'in en önemli eseri olarak gördüğüm Talim-i Edebiyata. Talim-i Edebiyat, Ekrem Bey'in Mekteb-i Mülkiye'de verdiği derslerin hülasasıdır ki Arab'ın belagatıyla ilk hesaplaşmamız da denebilir. Bunu yanında Talim-i Edebiyata bütünüyle batılı anlamda bir retorik kitap muamelesi yapmak da yanlış olacaktır. Eser edebiyatımızda eski-yeni tartışması olarak bildiğimiz, Naci-Ekrem tartışmasına da zemin hazırlar. Bunun sonucunda Zemzeme-Demdeme atışması meydana gelir ki bunlara girmek istemiyorum çünkü bu tartışmanın özü çok daha derindir. Ancak yine de şunu söylemeliyim, yeniyi temsil eden Ekrem Bey'in ve eskiyi temsil eden Naci Bey'in eserlerini mukayese edersek, aynı hat üzerinde olduklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu ironik tespit bize gösterir ki fikirler kaleme yansımakta zorlanmış, ancak zihinlerde kalmıştır. Son olarak Ekrem Bey'in şiir anlayışına değinmek istiyorum. Ekrem Bey'in şiiri bütünüyle şahsiyet arz eder. Bunun en büyük sebebi de talihin ondan üç çocuğunu da almış olmasıdır. Bu yüzden Ekrem Bey şiirde tamamı ile acının,kederin ve yakınmanın şairidir. Lakin bu yakınma Hamid Bey'de ki gibi(Abdülhak Hamid Tarhan) imanın kaybolması noktasına gelmez. Ekrem Bey'in defalarca okunmaya değer bir çok şiiri vardır belki. Ancak Ekrem Bey'e büyük bir şair demek büyük şairlere haksızlık olacaktır. Unutulmamalıdır ki Ekrem Bey'in yazarlık gücü şairlik gücünden fazladır.

Ekrem Bey'i bazı eserleri üzerinden kısaca böyle özetledik ki tiyatro alanını bu özete dahil etmedim. Eğer Ekrem Bey'i her eseri üzerinden burada anlatacak olsaydım zaten okunma ihtimalini çok düşük gördüğüm bu yazının bu ihtimali de kaybetmesine sebebiyet verebilirdim.