bugün

Biraz felsefe tarihi bilenler için gayet açık olan bir konuya işaret eden sorudur. aristo'dan ortaçağ sonuna dek bu sorunun son derece mantıklı olduğu düşünülür. Zira aristoteles'e göre her şey nedensellik içerisinde gerçekleşmek durumundadır ve her olayın 4 nedensellik kategorisinin herbirine uygun nedenleri olmak zorundadır.

Açıklayalım: bir sabah çalar saatle uyanırsınız. Bunun

a) bir maddi nedeni vardır. Yani, vücudunuzda uyanmaya yol açan hormonal-sinirsel değişiklikler nedeniyle uyanırsınız.

b) bir biçimsel nedeni vardır. Yani, saatin parçaları (Veya odanın düzeni) saatin sesini size ulaştıracak şekilde düzenlendiği için uyanırsınız.

c) bir etkin nedeni vardır. Yani saat çaldığı için uyanırsınız.

d) bir nihai nedeni vardır. Yani derse yetişmek için uyanırsınız.

şimdi işin trik noktası şudur: aristoya göre herşeyin bir nihai nedeni olmalıdır. Suyun kaynamasının nedeni sadece maddi* olamaz, bunun aynı zamanda bir amacı da olmalıdır. herşeyin yaratılmasında bir amaçsallık varsa, evrende bir ilk amaç da olmalıdır. işte yunan felsefecileri bunun için tanrıya, "ilk neden" derler. Bu fikirler sonrada hristiyan ve islam bilginlerince de kullanılmıştır.

Ne var ki, modern bilimsel düşünceye göre aristoteles yanılmaktadır. Biçimsel ve etkin neden kategorileri zaten muğlaktır, ve daha da önemlisi, modern düşünceye göre herşeyin nihai nedene ihtiyacı yoktur. evet insanların bir sabah erkenden kalkıp derse gitmelerinin bir nihai nedeni olabilir*, ama ağrı dağının yüksekliğinin tam da o kadar metre olmasının nihai bir nedeni yoktur, yalnızca maddi nedeni vardır. Nihai neden bilinç durumuyla alakalıdır ve (en azından) bilinçsiz nesneler, nihai nedenden bağımsız olarak hareket ederler.

dolayısıyla, bu modern bilim görüşüne göre tanrının olmaması durumu, insanın olmamasını gerektirmez. "tanrı yoksa biz neden varız" sorusu, bizim varolmamız için maddi neden dışında bir nihai neden aradığı için baştan hatalı kurulmuştur. maddi nedenler bilinçli insanları yaratmış, o insanlar kendi yaptıkları şeylerde bir "amaç" güttüklerinden, evrenin de bir amacı olması gerektiği yanılgısına düşmüşlerdir.

sıkça dönen bir geyiktir şu ifade: "her evin bir mimarı olur da, koskoca evrenin mimarı nasıl olmaz?" Bir yunan felsefecisi, yunan dinini eleştirirken, "arslanlar konuşabilselerdi, tanrıları arslan şeklinde tanımlarlardı" ifadesini kullanır. Aynı bunun gibi, insan, tanrı diye kendi benzeri bir varlık hayal eder ve evrendeki herşeyi kendi ürünü gibi, bir yaratım gibi görürse, elbette bir yaratıcı da arayacak, bir yaratıcının olması gerekliymiş gibi düşünecektir. Oysa burada çok açık bir mantık hatası vardır: Birinci adımda herşeyi bir ürün* olarak kabul edeceksiniz*, sonra ikinci adımda "ürün yaratıcısız olmaz" diyerek tanrının varlığını ispat ettiğinizi düşüneceksiniz. Oysa birinci adımda herşeyi ürün olarak kabul ederken zaten tanrının varlığını üstü örtülü olarak kabul ediyorsunuz. Yani bu mantık, "madem tanrı vardır, öyleyse tanrı vardır" demektir, ki bu da totoloji olur.

bence buradan çıkan sonuç tanrının olmadığı değil, saf akılla tanrının ne varlığının ne de yokluğunun ispat edilemeyeceğidir. ancak akılla ispat edemiyorsak, inanmak için nesnel nedenlerimiz yoktur ortada. ancak ailemizden-çevremizden gelen etkiler, sosyoekonomik sınıfımız girer işin içine. peki böylesi subjektif etmenlerle inanıp inanmamaya karar veriyorsak, ve tanrı gerçekten var ise, bizi nesnel bazı kıstaslarla yargılaması adil midir? bunu düşünelim mi yoksa varsa zaten o en iyisini bilir diyerek, sahip olduğumuz aklı kullanmamayı mı tercih edelim?
Postulatından dolayı cevapsız sorudur, biz varsak varlık var olmuştur ve Tanrı olmak zorundadır. Size bunun Aristoteles'in felsefesiyle açıklayayım. Aristoteles'e göre her şey nedensellik içerisinde gerçekleşmiştir ve her olayın 4 nedensellik kategorisinine uygun nedenleri olmak zorundadır.

Birinci olarak oluşun kendisinden meydana geldiği şeyden, yani maddi nedeni vardır. ikinci olarak oluşan şeyin biçiminden, yani formundan, bir nedeni vardır. Üçüncü olarak oluşan şeye biçimini verenden, yani etkenden bir nedeni vardır. Dördüncü olarak oluşan şeyin niçin oluştuğundan, yani erekten bir nedeni vardır.

Aristoteles'e göre, doğada bu nedenler geçerlidir ve doğa filozofuna düşen görev de bunların hepsi üzerine bilgi edinmek, "ne için"i bütün bunlara uygulamaktır. Çünkü ancak bu yapılırsa, yani "ne için" maddeye, biçime, devindiriciye ve ereksel nedene indirgenirse, doğaya uygun bir açıklama yapılmış olur. Bununla birlikte, kendi deyimiyle,çoğu kez üçü tek bir nedene indirgenebilmektedir: "nedir" ile "ereksel neden" tek şey,ilk devinim kaynağı da bunlarla biçimce aynı şey ... . Dolayısıyla "ne için" hem maddeye, hem "nedir"e hem de ilk devindiriciye (etken) bakılarak açıklanabilir. Öyleyse, Aristoteles'e göre form, etken ve erek aslında tek bir başlık altında birleşebilirler. Bu durumda gerçekte iki neden kalmış olur: madde ve form.

"Olan şeyler içinde bazıları doğanın, bazıları sanatın, nihayet başka bazıları rastlantının ürünleridirler. Olan her şey, bir şey vasıtasıyla ve bir şeyden hareketle bir şey olur. Bu "bir şey"den de her kategori (yani töz, nicelik, nitelik veya yer kategorisi) bakımından olmayı kastediyorum. Doğal meydana gelişler (generations), doğal olan şeylerin meydana gelmeleridir. Onların kendilerinden meydana geldikleri şeye madde adını veririz.... Ayrıca gerek doğa, gerekse sanat tarafından meydana getirilen her şeyin bir maddesi vardır. ... Nihayet meydana gelmenin kendisi vasıtasıyla ortaya çıktığı, gerçekleştiği şey de doğadır. Ancak bu, bir başka varlıkta bulunmakla birlikte, form ve tür bakımından aynı olan anlamında doğadır." bu konuda sarf ettiği sözleridir.

Görüldüğü üzere, Aristoteles için ister doğal isterse yapma sonucunda gerçekleşmiş olsun, her varlığa gelişin bir maddesinin ve bir formunun olması zorunludur. Çünkü bu iki neden her varlığa gelişin zorunlu başlangıcıdırlar. Bundan dolayı da, meydana getirilmiş olamazlar. Dolayısıyla, her oluştan öncedirler, çünkü hiç bir oluş onlar olmadan olamaz.

Örneğin tunç veya mermer işlenmemiş madene göre form, heykele göre ise maddedir. Aristoteles'e göre ancak, her şeyin form ve maddesinin olmasının bir tek istisnası vardır, en yüksek varlık, kendi deyimiyle, "zorunlu olarak ezeli ve ebedi hareketsiz töz" olan tanrı. Tanrı saf formdur, maddesizdir, başka bir deyişle "duyusal şeylerden ayrı bir varlık"tır. Böyle bir tözün hiçbir büyüklüğe ve parçaya sahip olamayacağı ve dolayısıyla da bölünemez olduğu, aynı zamanda uzamsallığının bulunmadığı ve etkiden de arınık olacağı açıktır. Bu nedenle tanrı en yüksek varlık, mutlak mükemmelliktir. Ondan daha üst düzeye geçişi sağlayan madde yoktur. Ezeli ve ebedi olarak fiil halinde olan varlık, eşyanın hem devindiricisi ve doğurucu nedeni, hem formu, hem de amacıdır. Kendisi devinimsiz olup devindiricidir.

Aristoteles'e göre bu ilk devindirici, nedensellik ilkesinin bir sonucudur. Her devinim, devinen şeyin varlığından başka, bir de devindiricinin bulunmasını gerektirir. Bu devindirici de devinimini başka devindiriciden ahr. Böylece sonsuza kadar giden nedenler dizisi bulunmadığı için, zorunlu olarak bir devindiricide durmak gerekir. Bu ilk devindirici ebedi bir devinimle sonsuz zaman boyunca devindirir. Öyleyse şu açık: o bölünemez, parçası yoktur, hiçbir büyüklük taşımaz.

Tanrı Aristoteles'in bu dört nedensellik ilkesinden sadece erekten nedenin, bazılarının nihai neden dediği nedenin, bir gerekliliği değil dört nedensellik kategorisinden dördünün de bir gerekliliğidir.

Not: Bu yazıyı bir daha Aristotales'in felsefesi ile alakadar kısmı baştan yazmak yerine http://dusundurensozler.b...fizik-felsefes-devam.html adresindeki yazıdan belli parçaları alıp düzenleyerek derledim. Okuyanlara o yazıyı da okumalarını tavsiye ederim.

Bu girinin üzerine söylenmesi olası sözlere verilebilecek cevaplar:

Birinci olarak "tut ki 'tanrı' var, peygamber gönderdiği, kitap indirdiği nereden malum? belki de hiç bulaşmak istememiştir insanların işlerine.. belki de bir bilinci yoktur... "tanrı" dediğin ne? özellikleri neler?" diyenler olabilir. Şu anki konumuz dinler veyahut Tanrı'nın sıfatları değil Tanrı'nın olup olmadığı. Bu konuyu açık seçik bir şekilde küçük bir çocuğun dahi anlayabileceği ispatlardan birini paylaştım.

ikinci olarak "ateistleri bulabilirsen sorarsın. onlar cevap veremeyeceği konuları sessizce terk ederler. bu da onların kişiliği garipsemiyorum artık. zira herkes adam gibi adam olmak zorunda değil. insan çeşit çeşittir kimileri doğruları konuşmaktan haz alır, kimileri ise doğruları konuşandan rahatsız olur..." diyenler olabilir. iyi niyetle söylemiş dahi olsa, genelleme içerdiğinden yanlıştır. Tanıdığım, tartışmaya açık adam gibi adam ateistler de vardır.
(bkz: ateistlere sormak lazım).
soruya yanıt bulmak için aristo'dan dem vuranların neden deist olmadıkları merak konusudur. tut ki "tanrı" var, peygamber gönderdiği, kitap indirdiği nereden malum? belki de hiç bulaşmak istememiştir insanların işlerine.. belki de bir bilinci yoktur... "tanrı" dediğin ne? özellikleri neler?

büyük laflar etmek yalanı gerçek kılmaz vesselam...