bugün

Oysa Ne iyi Olurdu

Bazı geceler uyku girmiyor gözüme işte. Sen yatakta yarı çıplak uyurken tavanı izliyorum. Soluk alışverişinin ritmiyle hayal kuruyorum. Göğe yükseliyorum, uzaya ve arşa varıyorum. Sana anlatmak geliyor içimden bunları ama uyanmadan korkuyorum…

Arada bir senin de gözlerin kapalı aynı hayali kurduğuna inanıyorum biliyor musun? Kalkıp yataktan masama geçiyorum.Susuzluk, açlık, ağrı, tuvalet veya alarm uyandırmadı beni bu gece. Yazma isteği uyandırdı.

Senin gördüğün rüyaları yazmak isterdim. Senin düşlerini bilmek isterdim. Ama bilmemin tek yolu uyandırmak seni. Bölmek rüyanı. Işık desen, o bile karanlık, sırf sen rahatsız olma diye…

Ama işte uyanıyorsun sen yinede. Daha ben içimi dökemeden içimi, sen boşaltıyorsun kafama bir kova su ve ben daldığım derin sulardan çıkıyorum bir anda. Sen ne yazıyorsun diye sormadan, sesli olarak okuyorum yazdıklarımı. Bir sigara daha sonra.

Gürültüden midir yoksa sessizlikten midir bilmem, duymuyorsun beni. Sesim kısılıyor yavaş yavaş. Daha sonuna gelemeden silinmeye başlıyor cümlelerim. Hafızam da sayfalarımla beraber boşalıyor. Sonunu merak etmeye başlıyorum, daha birkaç dakika önce kendi yazdıklarımın. Ve hepten sönüyor belli belirsiz yanan mum. Gerisi hep yalnızlık…

Uyanıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra, gördüğüm rüyayı düşlüyorum. Belki ben görmemişimdir bu rüyayı, belki hep bilmek istediğim rüyalarından biridir bu. Belki bir düşüz hepimiz, sen uyandığında unutulacak olan.

Tatlı Rüyalar
Siktir et kardesim denilmesi gereken durum.
çatırtılar.
bu sabahına da büyük bir hoşnutsuzlukla uyandığım dünyamızın sesi. alışmak pek zaman almadı ne yalan söyleyeyim, bebek ağlamasını hatırlatıyor bana. kimileri bunu duyamayacak kadar "meşgul".

boş işlerle uğraşıyoruz. boş insanlar oluyoruz. boş boş bakıyoruz en sevdiklerimize bile. sabaha kadar açıkta kalıp bozulan 1 kalıp sevgimizi düşünmeden çöpe atıyoruz. çöpü döküyoruz, çöpçüler çöpü öğütüp, dönüştürüp tekrar migrosun sonsuz raflarına diziyorlar. pahalı çöpler almaya gücü yetmeyenler bile alışmış duruma.

çatırtılar kuvvetleniyor. içimiz boşalıyor günden güne. senden tek ricam olsaydı, aklına mukayyet olmanı isterdim. giderek boka sarıyor çünkü.

islanmana bak sağanak yağmurda. çünkü bir sonrakinde asit yağabilir.
Hayatın Sunduğu “Dev ilham” Reklamlardan Sonra Devam Edecek

Yanan parmağının acısıyla irkilip çekti elini mumdan. Sımsıkı yumduğu gözlerini hafiften aralayarak konuşmasına kaldığı yerden devam etmek istedi fakat kadının çoktan uyuyakaldığını gördü. Eşarbından çıkan bir tutam saçını görmezden gelmekte ne kadar zorlansa da, yüzündeki birkaç morluğa gözlerini dikti. Şimşek çakar gibi bir çığlık yankılandı kulağında.

Yalnızlığının farkına, alt komşunun kendi garajını kullandığına sinirlenince vardı. “Çok yalnızım” dedi şairane olmaya çalışarak. “Bana en yakın alt kattakiler olduğu için ancak onlara kızabiliyorum, henüz hiç camları titretecek seviyede tartışamadım bu evde.” dedi. Tam camlara bakıyordu ki pimapen oldukları geldi aklına. Henüz hiç gizli gizli sevişmemişti. Gizleyebilecek 3. biri olmadı henüz hiç. Çoğu zaman 2. bile olmamışken.

Evde bir tur attı, çay suyu koydu. Tam eski sandalyesine kurulacakken, kadının hepten uyumaya başladığını gördü. Sanki her şey şiirselliği bozmak için uğraşıyordu. Bir battaniye örttü kadının üstüne, bir tanede kendi sırtına attı üşümediği halde. Yazacak kafayı bulamıyordu bir türlü. Sigara artık melankolikleştirmeye başlamadan önce öksürtüyor, balgam getiriyor, tükürüyor ve tekrar öksürtüyordu.

Televizyonda acı bir olay bulabilmek için haber kanallarını gezerken, göbek atan yaşlılar gördü, doğum yapan bir aslanı geçti, balık tutan adamları atladı, tam yemek yapan kadının konuşmasına kaptırıyorken kendini onu da değiştirmeyi başardı, bir yarışma programından birkaç soruyu da cevabını bekleyerek ümidini tükettikten sonra aptal kutusunu kapattı.

Kettle’dan fokurtular gelirken pencereye yaklaştı. Perdeyi çekmeden alnını cama dayayıp sokağı izlemek istedi. Top oynayan çocuklar görseydi, o an belki en büyük şairi olurdu, cıvıldayan kuşlar görseydi de. En azından balkonlara asılmış çamaşırlar görseydi, kesin güzel bir şiir yazardı ama hiçbiri yoktu. Ne birisinden korkup ağaca tırmanan bir kedi vardı, ne çekirdek çitleyen teyzeler, ne de aşık bir çift. Tek gördüğü yamuk yumuk park edilmiş arabalar, hızla yürüyen insanlar, bir de düzenle dizilmiş çatılardı. Hiçbir şeyde ilham alacak bir asalet kalmamıştı. Üzerine hayallerle yeni dünyalar kurulacak hiçbir şey yoktu bu şehirde.

Bir şarkı açmak istedi radyodan, orada da pop müzik çalmaya başlayınca dayanamadı daha fazla, koca bir çığlık attı ve ağlamaya başladı. Kadın uyandı, “Ne oldu?” dedi. Hıçkırarak şu sözleri söyledi; ”Kalk yerine yat anne. Burada bir yerin ağrıyacak.”
Hayatın Sunduğu “Dev ilham” Reklamlardan Sonra Devam Edecek

Yanan parmağının acısıyla irkilip çekti elini mumdan. Sımsıkı yumduğu gözlerini hafiften aralayarak konuşmasına kaldığı yerden devam etmek istedi fakat kadının çoktan uyuyakaldığını gördü. Eşarbından çıkan bir tutam saçını görmezden gelmekte ne kadar zorlansa da, yüzündeki birkaç morluğa gözlerini dikti. Şimşek çakar gibi bir çığlık yankılandı kulağında. Yalnızlığının farkına, alt komşunun kendi garajını kullandığına sinirlenince vardı. “Çok yalnızım” dedi şairane olmaya çalışarak. “Bana en yakın alt kattakiler olduğu için ancak onlara kızabiliyorum, henüz hiç camları titretecek seviyede tartışamadım bu evde.” dedi. Tam camlara bakıyordu ki pimapen oldukları geldi aklına. Henüz hiç gizli gizli sevişmemişti. Gizleyebilecek 3. biri olmadı henüz hiç. Çoğu zaman 2. bile olmamışken.

Evde bir tur attı, çay suyu koydu. Tam eski sandalyesine kurulacakken, kadının hepten uyumaya başladığını gördü. Sanki her şey şiirselliği bozmak için uğraşıyordu. Bir battaniye örttü kadının üstüne, bir tanede kendi sırtına attı üşümediği halde. Yazacak kafayı bulamıyordu bir türlü. Sigara artık melankolikleştirmeye başlamadan önce öksürtüyor, balgam getiriyor, tükürüyor ve tekrar öksürtüyordu. Televizyonda acı bir olay bulabilmek için haber kanallarını gezerken, göbek atan yaşlılar gördü, doğum yapan bir aslanı geçti, balık tutan adamları atladı, tam yemek yapan kadının konuşmasına kaptırıyorken kendini onu da değiştirmeyi başardı, bir yarışma programından birkaç soruyu da cevabını bekleyerek ümidini tükettikten sonra aptal kutusunu kapattı. Kettle’dan fokurtular gelirken pencereye yaklaştı. Perdeyi çekmeden alnını cama dayayıp sokağı izlemek istedi. Top oynayan çocuklar görseydi, o an belki dünyanın en büyük şairi olurdu, cıvıldayan kuşlar görseydi de. En azından balkonlara asılmış çamaşırlar görseydi, kesin güzel bir şiir yazardı ama hiçbiri yoktu. Ne birisinden korkup ağaca tırmanan bir kedi vardı, ne çekirdek çitleyen teyzeler, ne de aşık bir çift. Tek gördüğü yamuk yumuk park edilmiş arabalar, hızla yürüyen insanlar, bir de düzenle dizilmiş çatılardı. Hiçbir şeyde ilham alacak bir asalet kalmamıştı. Üzerine hayallerle yeni dünyalar kurulacak hiçbir şey yoktu bu şehirde.

Bir şarkı açmak istedi radyodan, orada da pop müzik çalmaya başlayınca dayanamadı daha fazla, koca bir çığlık attı ve ağlamaya başladı. Kadın uyandı, “Ne oldu?” dedi. Hıçkırarak şu sözleri söyledi; ”Kalk yerine yat anne. Burada bir yerin ağrıyacak.”
dilediğimizi rüyamızda görebilseydik.
Sorun değil, canınız sağ olsun

"Fazla bir şey kalmadı zaten. Belki birkaç kişi, bir iki anı, bazı yerler, biraz kitap, biraz şiir, bir de defterlerim kaldı geriye. Hayallerimi Karadenizli balıkçıların gemilerine koyup batırdım. Beklentim yok artık, yemin ederim yok. Korkuyorum bazen dahasını da kaybetmekten. Başarıyorsun yani yapmaya çalıştığın şeyi. Ne yapacağımı bilmiyorum. Kim olacağımdan, kim olmam gerektiğinden emin değilim. Sanırım zamanla hiç kimse oluyorum bu belirsizlik yüzünden. Avucumun içi gibi bildiğim yerlerde kayboluyorum artık, tanınacak gibi değil buralar çünkü. Ben de tanınacak gibi değilim. Bu günlerimi sana tam olarak şöyle anlatabilirim;
Önce kendimi klonlatıyorum, sonra o klonumun derisine zarar vermeden öldürüp içini boşaltıyorum. Ve en son girip onun içinde saklanıyorum dünyadan.

Her gün bomba patlıyor burada. Allahtan, Allah her şeyi görüyor da çaresiz oturup beklemiyoruz. insanlar ölüyor hep, ama olsun. Allah biliyor bizim neden öldüğümüzü, biz bilmesekte. Her yerinde bir sıkıntı var bu şehrin. Hava kötü kokuyor, su pis, trafik sıkışık, mezarlar sıkışık, evler sıkışık, gündüzleri bulutlar sıkışık, geceleri yıldızlar. Ama insanlar her yerde yalnızlar. Kimse yok kafalarının içinde veya herkes kafasının içinde de, dışarıda kimse yok.

Ben en zor karşı koyulabilecek şeye seninle göğüs geriyorum; vazgeçiyorum. Her gün biraz daha vazgeçiyorum, bir şeylerden. istenilene varıyorum, istediğimden vazgeçip. Epey yol kat ettim gibi sen arkanı döndüğünden beri. Eve geldim sayılır. Sana veda edip, yoluma devam etmem gerekiyor. Şunu bilmeni isterim ki ama, fazla bir şeyimiz kalmadı bu ülkede, vazgeçecek. Son yakındır yani.

Son söz: istiklal, hakka tapan milletimin hakkıdır!”
Saçmasapan sebepleri takmasak kafaya me iyi olurdu yani, birkaç klişe mi yani ne, yazıp yazmadığı neyi ifade ediyor yani, ne olmuş. Hadi ben de takayım, her daldan eksik kalmayışını, hesabın olup kullanmayışını, sonuç olarak ne iyi olurdu böyle şeylere takılmasak demi sözlük.
10 milyon Euro param olsa ne iyi olurdu..
Sevgilim olsa cok iyi olurdu cok da guzel olurdu.
Öyle bir geçirir zaman ki

"Bilmiyorum yine ne yazacağımı. Zaten derdim de bilmek değil, bir şeyler karalıyor olmak defterlere. Ne de olsa birilerinin bizi okumasını önemsiyoruz, ne okuduğunu değil.

içim çok yorgun. Raund aralarında, dayak yiyen boksörün antrenörü bildiği halde maçın sonucunu, yenilgiyi hazım sorunundan dolayı nasıl bakarsa yüzü yamuk yumuk olmuş sporcusuna, sen de öyle bakıyorsun. Maç bizim için bitti sanırım. Bahislerde parasını bana yatıranlar maçı izlemeyi bıraktı. Herkes karşımdaki yenilmezin bir sonraki rakibini merak ediyor.

Sert yumruklardan önce kafayı yedim. Çenem çıkmış olabilir fakat dişlerimi sıkıyorum ısrarla. Dayanmanın en belirgin özelliği bu sanırım. Karnıma, kafama, göğsüme, çeneme, kulağıma ardı ardına darbeler alıyorum. Belki yere yığılmışımdır bile bilmiyorum, ama gardımı bırakmıyorum. Ellerimi azıcık bile aralasam, bir yumrukta burnuma alıyorum…

Zaman böyle adi dövüşüyor işte. Kendi namağlup geçmişine ve belindeki yenilmezlik kemerine bakmıyor bir kez bile. Tam akışına kaptırıyorken kendini, yine bozuyor ahenkli darbelerinin ritmini.

Kollarım yoruldu yüzümü kapatmaktan. Bırakmanın zamanı geldi. Ellerimi iki yana açıp, vücudumu bırakacakken, tam göğsümün ortasına bir tekme sallıyor. Giderayak, temiz 2 puanı daha hanesine yazdırmayı başardı lakin yere düştüğüm anda, bu maçı onun değil benim kazandığımı fark ettim. Artık kanla dolmuş boğazımdan, tükürerek onun o zalim suratına, şu cümleyi söylüyorum:

“Ölüler saat takmaz.”
15.08.14 CUMA

Çok baktım ben gökyüzüne, yıldız kaysın da dileğim gerçek olsun diye. Gözümü alır diye bakmazdım güneşe. Su damlalarının yüzümde kaymasına alışkan olduğundan heralde ki, severdim yağmuru. Gidemesem de düşünceler olmadan bir yere, severdim yürümeyi. Çiçekleri severdim kokularını umursamadan.
izlerdim ama görmeyi umursamazdım, yerdim ama tatları almadan, konuşurdum, yazardım kelimelere takılmadan. Severdim... Seviyorum da. Ama eskisi gibi değil artık. Dileklerim için hiçbir yıldızın beklemiyorum. Artık güneşe bakmaya doyamıyorum ben. Yağmuru yine seviyorum ama su damlalarına aşikar değilim. Düşüncelerimi atmak değil daha sıkı sarılmak istiyorum. hiçbir çiçeği koparmamak, ama hepsini yollarına sermek istiyorum.

Ben seni istiyorum. Ben senin mutlu olmanı istiyorum. Üzülmen, kalbinin kırılması beni bitiriyor. Sanki dünyanın en güzel resmini yapayım derken tuvalini ateşe veriyorum gibi. Biliyorum çok beceriksizim resim konusunda. Ama yokedecek kadar nefret etmiyorum ya. Ben seviyorum. Neyse
Olsa iyi olurdu.
sarı

Herkes yaşamanın ölümle kıyaslanamayacak kadar güzel olduğunu sanıyor. Ama bence ölüm yaşamdan daha fazlasını vaat ediyor insanlara. Örneğin sevdiğin bir filmi ilk kez izlediğin anı düşün, film bittiği anda tekrar başa sarsaydı yine ilki kadar keyif alır mıydın? Hatta yeniden ve yeniden başa sardığını hayal et. En sevdiğin filmin en büyük işkencene dönüşmesine nasıl katlanırdın? işte yaşamda bir filmi bir kez izleyecek kadar sabır veriyor insana. Fakat ölüm bunun aksine, sonsuzluğu herhangi bir acı olmadan vaat ediyor. Ama işte ölüm sana sunduğu şeylerden ibaret değil. Bana sorarsan eğer, bir gün ölümün mantığını çözersem, bir dakika bile yaşamam.
​Hayata ve idrar sondalarına dair bir şeyler

Merhaba, hayata ve idrar sondalarına dair bir şeyler yazmak istiyorum şuan. Yine mi sen dediğimi duyar gibiyim. Yine mi ben sahiden? Hep aynı ben olmamdan sıkılmışsındır belki. Ben  bile sıkılıyorum. Ben hep sıkılıyorum. Şimdi yine şiiri okumam gerekiyor. Sana boşuna yazmayacağım, ne de olsa okumazsın içinden gelerek. Ağrı kesici içiyorum. 
Hayata ve idrar sondalarına dair bir şeyler yazmak istiyorum hala. Fakat ağrılarım var. Yorgunum epeyce ve huzursuzum. Bana içinde huzur, uyku ve ağrı kesici olan bir reçete yaz. Fare zehri olabilir mesela. Böcek ilacı da olabilir. Hiç olmadı tuz ruhu filan yaz. Kemoterapiye başlamalıyım ama kim o terapiye dayanabilirki. 

Hayata ve idrar sondalarına dair bir şeyler yazmak istiyorum yemin ederim. Ama vallahi çok ağrıyor bedenim. Yer çekimi göreve ara vermiyor ki ben de ufak sevinçlerle uçayım. Kanatlarımı zaten o tüy dökücü şeyle yıkadım.

Ne hayatla ne idrar sondalarına bağlayabildim lafı. Uçup gitti yine uçan balon gibi. Yine son sapağı kaçırdım. Havada kaldı yine dediklerim. Gök yuttu balonumu. Olmadı yine.
insanoğlu biraz olsun insanlıktan anlasaydı.
seçmek zorunda olmasaydım.
MY DARLiNG

Ah şu gitme huyun yok mu
Keşke yok olsa işte
Kalsan, çalsa şarkı yine de
Gitme be, salça çarkı iğnede

Saati mi kırdım senin gittiğin gün
Vallahi tek dakikam yok bak sensiz
Yırtmayı unuttuğum takvimimi
Yırtmamayı hatırladım her gün

Ne duygusal, ne hüzünlüyüm
Şu gitme huyun olmasa bir de
Ah ne kadarda yaşanılır olurdu buralar şimdi
Bir sorun var

Bir sorun var hocam bunu görmezden gelemeyiz. Ya bu sistemde bir sorun var ya bende bizde bir sorun var. Benim sindirim sistemim bunca çer çöpü sindiremiyor. Bağışıklık sistemim bunca mikroba karşı koyamıyor. Sinir sistemim kaldıramıyor artık bu aceleci dünyayı. Kendimi sistemin dişlerinin arasına kaçmış maydonoz gibi hissediyorum. Sanki ölmüşümde karşıdan karşıya geçerken, mezarıma trafik lambası dikmişler gibi hissediyorum. Hissediyorum allahım, her allahın günümde yükselen altını hissediyorum. Koluma bir damla bebek maması damlasa, kemiklerim eriyecek gibi hissediyorum. Öyle aç ki bu insanlar, tokun halinden anlamıyorlar. Hava öyle kavurucu ki, iki dakika karışmasak dibimiz tutacak gibi hissediyorum. Bir sorun var. Sende farkındasın belli her halinden.Bir kibrit çöpüymüş dünya. Bir kirli kirpirciğin sırtında. Soru işaretindeki nokta kaybolmuş, ikircikli biriciğin aklında.
Kaybolmuşuz. Hiç gitmediğimiz bir yerde hemde. Hiç bulamamışız yolu oraya gidecek ve kaçacak. Yumurtanın kabuğunu içindeyken kırmak çok zor sanırım. kendine bir mezar kazmak kendi mezarından kaçmaktan daha kolaymış. Öyle dedi üstat. Arabanın latiğini içerden değiştirmek gibi bir şey bu yaptığım farkındayım. Ama derdim lastiği değiştirmek filan değil. Patlak bir lastikle gittiğimizi anlatmaya çalışlıyorum. Bir tekerimiz çukurda...
Kapısı kapalı

Benim yolum dağdan geçer, ben açarım duble yollar. Benim yolum senden geçer, sen kapatırsın onlar açar. Pipetim kayıp, kulbum kırık. Tek dalım düşer, dudaklarıma kayıp. Nefes boğazımdan akıp, ciğerlerimi sıkar. Sen şarjörü doldurursun, onlar sıkar. Tek tabanca gezerken, kesersin önümü sen. Sen bu beni istemez, gerine gerine yerime yenimi bulursun. Hayat şarkısı son nağmelerini fısıldarken, bir ezan patlak verir, çeker sağa camiler. Ne kriko beklediğin gibidir, ne isletme istediğin. Diploma töreninde okulu bıraktığını, bir ben bilirim. Nedenli sorular aklımı kurcalar? içini açar, kablolara bakar, üfler püfler kapatır yine çalışmaz. 20lik dişlilere bir şey kaçar, sonra uğraş dur. Gamzemde bir tabela, çevreye verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileyen. Görmediğin gibi, olmuyor hala Sen beni hatrında tut ben seni, ben seni cüzdanımda. Ne şiir oldu, ne şen yerine geldi. Abuk sabuk mu yoksa tek saçma bir sapan mı beni yaralayan. Sen beni unut, bir dilim kıranboğazlı pasta ye.
...anneler hiç ölmeseydi.
Başka yardım etmek isteyen var mı?

Binlerce şarkının nakaratı aynı anda çalıyor kafamda. Gürültü kirliliği değil bu beynimdeki, biri almış eline enstrümanını kıyameti haber veriyor. Ne ciğer varmış mübarekte de, bir nefesle dünyayı tersine dönmeye ikna ediyor. O kadar belden aşağı felçliyi ayaklanmaya davet ediyor kafamda. Eğer hakikaten varsa bir ruhum, sigara yanıklarından delik deşik olsa gerek. Tek tabanca, yalnız kurt, tövbe estağfirullah ama yalnız ona mahsus olana benzer bir yalnızlık.
Ben aklıma düşen her kelime kırıntısını katıp dilime cümle aşuresi yaparken araya girdi. Olur öyle. Ne olur öyle lan. Ne olur. Kafayı yiyememek olur mu hiç. Delirmeme bile müsade etmediniz. Olur mu lan böyle iş. Bir çekin de elinizi bizde kendi kendimizi tüketelim. içine atıyorsun atma dediniz. Üstünüze kussam sanki daha iyi olacak aramız. Boktan şeylere takılmayakmışım, değmezmiş, kendi kendime zindan ediyormuşum. Evet kardeşim millet kendine saraylar yapar, ben bir mahpus inşa ettim ama gardiyanları ben atamadım kendi başıma. Hayatın iyi yanlarını görmeye çalışayım tamam eyvallahta bu hayat denen nane iki boyutlu ve şeffat bir şey yokki yanları. Bildiğin yok yani yandan bakınca bir çizgi görüyorum ben. Çizgiye alttan bakayım belki iç çamaşırı giymemiştir diyorum bu seferde bir tane nokta görüyorum. Lan bari noktanın içine gireyim diye adım atıyorum. Lanet kara lekeye yaklaşamıyorum ki içine sığayım. Hayır tamam kafayı yemiyorumda, sinir minir bırakmadınız ki. Olur öyle ne lan. Çivili bir yatak verdiniz al burada yat diye, çarşaf marşaf vermediniz. Nevresim diye diyeNevrim döndü. Bir bir gittiniz, biriniz dönmediniz. Hayır halimi hatrımı merak etmiyorsunuz anladımda bari bırakında halimin hatrımın nasıl olacağına ben karar vereyim.
Gitme fikrimi söylemeye çekiniyorum. Gitsem nereye gideceğim diyorum susturup oturtuyorum kendimi. içime üç harfli bir şey kaçmış benim SiZ. Beni bir salında rahat rahat rahat edeyim. Olur öyle ne lan. Allahınız yok mu be. Hani inananlarınıza değil lafım. inkar edenlerinize diyorum. Hakikaten yok mu? Hiç mi yok veya da?
sevmek farz, beklemek sünnet, özlemek vacipti
farzı kılıp çıktık.
uyku haram, unutmak mekruh, dokunmak caiz değildi
günahkar olup çıktık.
ölsem süper olurdu. hala intihar edicem ama yöntemi daha bulamadım. 1. katta oturuyorum, evde ilaç yok, ip asacak bir yer yok zaten öyle kalın ipte yok. kendimi öldürmeyi bile beceremiyorum.
Cehennem dertleri var cennetimde
Ben yaşarken ruhum öldü içimde.

Sarıp sarmalayın beni.
Kefenle değil, kundakta gömün beni
Tok ölmek istemiyorum.
Çıkarın serumları, sınav yapalım.
Yıkamayın beni ölünce.
Temiz yaşamayan adamı, kirli gömün.
Mezar istemiyorum, kimse kabrimi ziyaret etmesin.
Mermer israfına da gerek yok.
Kurda, kuşa yem olayım,
Çiçeğe, ağaca gübre olayım.
Pek farkım yoktu zaten tezekten.
Mezar taşı isterim.
Ama üstünde adım yazmasın.
Boş bir resme bakan Raif Efendi gibi.
Görmek isteyen görsün beni.
Ruhuma el-fatihalar değil,
Zeki Müren şarkıları okunsun.
Cenaze namazı istemiyorum.
Vebali benim boynuma.
Zaten ölmüşüm artık, günah yazılsa da fark etmez.
Miras kavgası filan olmasın ardımda,
Zaten yoktu benim malım, mülküm.
Boşuna dememiş Yunus,
Mal da yalan, mülk te yalan.
Gel biraz da sen oyalan.
Ben o yalandım işte.
Birinizi bile kandıramadım.
Ömür hızlı geldi, çabuk geçti.
Bir türlü yakalayamadım.