bugün

- yüz yıldır buradaydık iki günde tüm sülalem kül oldu. köklerim acıyor. sıra bana da gelecek bu böyle giderse.
reha muhtar yada savas aydan beklenengazetecilik başarısı.
(bkz: buralar eskiden hep meşelikti)
Orman servetimizin korunması lüzumuna ayrıca işaret etmek isterim.
atatürk
01.11.1937, TBMM, 5. Dönem 3. Toplanma Yılını açış konuşmasından.
(bkz: boğazımda düğümlenen hıçkırık)
- Geçmiş olsun. Senin alevlerden kurtulduğunu ilk kez gazeteci bir arkadaşımdan öğrendim. Sevindim. Ve hemen senin yaşadığın bölgeye geldim. Seni bulmam zor olmadı. Yanmış yüzlerce kızılçamın arasında öylece duruyordun. Yangının başladığı günü anlatır mısın?
- Çok teşekkürler. Doğru, bazı gazeteciler bol bol fotoğraf çekiyorlardı. Benim de fotoğrafımı çekmiş olmalılar.Yangının başladığı gün içimde bir huzursuzluk vardı. Sizin takviminizle 18 Ağustos günüydü. Güneş, tepemdeki kızılçamların arasından her zamanki gibi yapraklarımın üstüne o ışıklı gülüşünü gönderirken, öğleye doğru bulutlar kapladı gökyüzünü. Kanyonda bir koşuşturma, bir telaş başladı. Şimşekler, gök gürültüleri ve oradan oraya koşuşturan hayvanların telaşı... inanır mısın benim de dallarıma bir ürperme düştü. Gece olunca kanyonun yukarı kısımlarından uğultulu sesler duymaya başladık. Çevremdeki ağaçların dallarından bir şey göremiyordum ama köklerimle topraktaki uğultuyu, telaşı duyabiliyordum. Ve gece yarısına doğru yukarılardan yapraklarıma gelen alevlerin ısısını duymaya başladım. Gövdemden sıçrayıp geçen bir sincabın telaşlı sözlerine göre yukarılara bir yerlere yıldırım düşmüş ve yangın başlamış. Biliyor musun uzun süre kimsenin haberi olmadan yanıp durmuş. Büyüklerimden çok yangın öyküsü dinlemiştim ama hiç yangın yaşamamıştım. Çok korkunç, anlatılmaz bir şey bu.
- Ya alevler buraya ne zaman ulaştı?
- Etrafımızdaki bu gerilimden yorgun düşmüştük. Galiba o geceden sonra güneş üçüncü kez doğmuştu. Öğle saatleriydi. Bu koşuşturmanın bitmesini, eskiden olduğu gibi buradaki ağaçlarla yaprak saymaca oyunu oynamayı düşlüyorduk. Kanyondan alev gibi bir rüzgar esmeye başladı önce. Sonra şu gördüğün kızılçamların dibindeki kuru yapraklar, ışık hızıyla yanarak alevler buraya doğru ilerlemeye başladı. Ahh! O anı anlatamam sana. Hemen yanı başımda kaç tane genç fidanın korkudan kuruduğuna tanık oldum. Büyüklerimden öğrendiğim gibi, metanetli durmayı denedim. Bilirsin, bizim türlerimiz derviş gibi yaşamayı öğrenmiş ağaçlardır. Bir kaya gövdesi, bir avuç toprak, az su ve ılık bir rüzgarla yetinmeyi; bu dağlarda metanetli yaşamayı öğrenmişiz. Neyse. Sonra alevler etrafımdaki çamların gövdelerine doğru tırmandı. Yüzlerce çam, göz yaşları gibi reçinelerini döktüler. Ortalık bir mahşer günü gibiydi. Benim de dallarımdan bazıları tutuştu. Alevlere direndim, dakikalarca teslim olmadım.
- Seni yangın işçilerinden biri kurtarmış galiba. Nasıl oldu bu anlatır mısın?
- Alevlerin çevremi sarmasının üstünden ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Yukarıdan, kanyonun üstünden gelip geçen helikopterler üstümüze su boşaltıyorlardı ama su bize ulaşmıyordu. Arada birkaç damla düşen sular alevleri söndürmeye yetmiyordu. Ne olduysa birkaç yangın işçisinin sesini duyduk. Bizim otuz metre kadar yakınımıza ulaşmışlar alevlerin genişlemesini engellemeye çalışıyorlardı. Sonra bir mucize eseri işçilerin püskürttüğü sular dakikalardır alevlerin arasında kavrulan dallarımın üstüne ulaştı. Artık bütün özsuyum kuruma noktasına gelmiştim ki işçilerin püskürttüğü sular gövdemi, ince dallarımı soğutmaya başladı. Bir iki dalımı alevlere kaptırsam da gövdem rahatladı, köklerimde hissettiğim acı yerini yaşama sevincine bıraktı. Ama saatlerce çevremi kuşatma altına alan alevler bir çok komşumu yuttu. Bunu unutmam mümkün değil. Hele alevlerin çevremizi kuşattığı anda toprağın altında yaşanan o canhıraş telaş; birbirine dolanan binlerce ağacın kökleri, milyonlarca toprak canlısının, böceğin sesleri... Bunu sizin duymanız mümkün değil. Anlatması da zor!
- Şimdi yangın kontrol altına alınmış. Ama kanyonun belli bölümleri hala yanmaya devam ediyormuş. Sizin türünüzden de epey kayıp verilmiş. Sana gelmeden önce yukarıda, Gömüce köyünde sizleri korumakla görevli bakanlığın en üst düzey bürokratlarından biriyle konuştum. Yangını söndürmek için nasıl gece gündüz çalıştıklarını anlattı, bilgiler verdi. Ama anlattığı bazı şeyler kafamı karıştırdı. Bazı durumlarda yangınların ekosisteme yararlı olduğunu, doğanın yenilendiğini ve yok olan türlerin yerine daha fazla yeni türlerin geldiğini söyledi. Sen ne diyorsun bunlara?
-Ben bunlara ne diyeyim! Biz on binlerce yıldır bu coğrafyada yaşıyoruz. Sonra insanoğlundan biri kalkıp yangınların bazı durumlarda da olsa ekosisteme yararlı olduğunu söylüyorsa, bunun yorumunu yine insanoğluna bırakıyorum. Bizim aklımız ermiyor böyle şeylere. Biz sadece doğuyoruz, yaşıyoruz ve ölüyoruz. Bazen de yakılarak ölüyoruz. Büyüklerimden dinledim; bu kanyon yine sizin takviminize göre 52 yıl önce de yanmış. Tam 27 gün aralıksız yanmış. Sonbahar yağmurları başlayınca da kendiliğinden sönmüş. Büyük büyük babam ve ailesinin bir çok ferdi bu yangında kül olmuş. Hala efkarlı akşamlarda esen yumuşak rüzgarlarda yapraklarımda hissederim bu acıyı. Şimdi bizi korumakla görevli bakanlığın bürokratları ne söylerse söylesin bu acıyı dindirmiyor. Sonra sizin ekosistem dediğiniz şey sizin kendinize göre belirlediğiniz tanımlamalarla dolu. Kendiniz tanımlıyor, kendiniz kurallar koyuyor; yine kendiniz bozuyorsunuz. Ne söyleyeyim ki daha?!
- Biraz da senin şu gözlemlerini dinlesek. Buraya on gündür yangın için çalışanların dışında yüzlerce ziyaretçi, bürokrat ve siyasetçi geldi. Siz ağaçlar neler düşünüyorsunuz bu konuda?
-Ben henüz 17 yaşında genç bir Çitlembik ağacıyım. Şu yanan kuru gövdelerin dili olsa da onlar anlatsalar size. Şu arkamdaki kızılçam tam 74 yaşındaydı. Şu diğeri de 92. Bak az yukarıdaki sediri görüyor musun? O tam 354 yaşındaydı. Buraların en yaşlısı onlardır. Ben görmedim ama buraya 30 kilometre uzakta, Çığlıkarada isadan bile yaşlı sedirler varmış. Sedirler buraya vadinin yukarısından inmişler. Onlar asırlarca yaşıyorlar. Buraları en iyi onlar bilir. Bu dağlarda ne olursa haberini uçan kuştan, rüzgardan alır, ormanda bilge bir öğretmen gibi duyduklarını anlatırlar. Yangından önce yine şu yanan sedirlerden biri etrafındaki ağaçlara anlatıyordu; ondan duydum. Diyor ki bu dağlarda çıkan yangınların ardından yine yangına karşı dayanıksız olan kızılçamlardan dikiyorlarmış sizinkiler. Oysa bu dağlarda yaşayabilecek yangına dayanıklı başka türler de varmış. Mesela sedirle çamlara göre daha dayanıklıymış. Buralarda yüzlerce yıl önce büyük sedir aileleri yaşarmış. Şimdi eskiye göre azalmışlar.Yine sedirin anlattığına göre ona da bir ardıç kuşu anlatmış- yukarı köylerde yangın hakkında bilgi almak için gelen yetkililer, oturup taze incir, üzüm yiyerek; çay- sigara içerek ellerinde haritalar, krokiler; sizin gibi gazetecilere bilgiler veriyorlarmış. Şimdi ne var bunda diyebilirsin. Biz ağaçların da sezgileri, duyguları vardır. Doğadaki her şeyi kendi çıkarı için kullanmaktan çekinmeyen ama aynı zamanda doğayı koruduğunu iddia eden insanlara karşı binlerce yıldır cömertliğimizden ödün vermeden meyvelerimizi paylaşmayı sürdürüyoruz. Bir de bizi korumakla yükümlü bakan, biz burada alevlerle boğuşurken Gömüce köyünde çocuklarla top oynamış. Sonra uzakta, Göcek koylarında başka kardeş ormanlarımızı aynı hafta içinde yandaş şirketlere kiraya vermişler. Bizim bu acı günümüzde bile böylesi düşüncesiz davranışları duymak şu alevlerden daha çok yaralıyor bizi.
- insanlara karşı biraz ağır olmadı mı sözlerin. Sonuçta biraz taze üzüm, incir ikram etmişler gelenlere ne var bunda. Birkaç koyu da kiralamışlar, oraya oteller, limanlar yapacaklar, insanlar para kazanacak. Hem meyvelerimiz dedin. Senin meyvelerin ne işe yarıyor peki?
-Ahh, siz insanoğlu! Bir ağacı sadece semeresine göre değerlendirmekten bir türlü usanmadınız. Ama madem sordun anlatayım. Benim meyvelerim yüzlerce yıldır bu coğrafyayı, kuşları beslediği gibi siz insanların da türlü hastalıklarına sağaltıcı olarak kullanıldı. Mesela bazı köylerde meyvelerim kurutulup kahve olarak tüketilir. Soğuk kış günlerinde insanların içini ısıtır, rahatlatır. Meyvelerimin antibakteriyel ve antiparaziter özellikleri yüzlerce yıldır bilinir. Yörükler hayvanları yaralandığında yaraları meyvelerimle tedavi ederler. Hele de yokluk, savaş ve kıtlık yıllarında; yapraklarımın taze sürgünleri köylülerin, savaşan askerlerin ekmeklerine katık olmuştur. Ekmek yapacak un bulamayan köylüler, mısır unuyla tohumlarımı karıştırıp ekmekle yapardı. Dağ köylerinin yoksul çocukları, annelerinin ceplerine doldurduğu meyvelerim sayesinde, soğuk kış günlerinde gerekli vitaminleri farkında olmadan alırlar... daha anlatayım mı? Koylardaki ormanları da sonra anlatayım yüreğim kaldırmıyor şimdi. Öz suyum dışıma fırlayacak gibi oldum.
- Çok şaşırdım doğrusu. Meyvelerinin bu kadar çok özelliği olduğunu bilmiyordum. Şimdi anladım buraya gelen bürokratların tavırlarına neden kırıldığınızı.
-Canım biz ağaçlar kırılsak ta çabuk unuturuz. Biz yine binlerce yıldır olduğu gibi sizinle her şeyimizi paylaşırız. Büyüklerimizden öyle gördük. Ama sizin büyüklerinizden gördüklerinizi çabuk unutmanız karşısında bazen şaşırıyorum. Yani biz bu dünyayı sizinle gönülden paylaşmaya hazırız. Yeter ki siz de bu dünyayı bizimle paylaştığınızı unutmayın. Bir de neye canım sıkılıyor biliyor musun? Hazır benimle söyleşen birini bulmuşken söyleyeyim istedim. Ne de olsa sen bunları bir yerlerde yazarsın da bir yararı olur belki. Şimdi bu yangından sonra buraya birileri gelecek. Dernek mi ne diyorsunuz siz. Hani arada bir ormanlara, dağlara çıkıp ellerindeki garip sopalarla yürüyorlar. işte en çok onlara bozuluyorum. Gelip buralarda piknik havasında gezinip türlü nutuklar atacaklar. işte o zaman alıp başımı bu dağlarda gitmek istiyorum. Geçenlerde buralar cayır cayır yanarken bunlardan bir çift şu yukarı dağlarda şampanya patlatıp nikah kıyarak evlilik töreni yapmışlar. Buraya gelen yangın işçilerinden biri söyledi, gazeteler günlerce yazmış; romantik nikah diye. Ne romantiği yaa! Neyse sözü uzattım. Senin de içini sıktım galiba.Yakın zamanda yine gelirsen yanında küçük bir torba getir. Alevlerden kurtulan meyvelerim olgunlaşıp maviye çalmaya başladığında sana da birazını veririm. Çocuklarının ağzına bir avuç lezzet olmak beni mutlu eder.

http://www.acikgazete.com