bugün

Ayaklarım geri geri gitse de gitmek zorunda olduğum 5 senedir kurtulamadığım kanser hastalarının incelendiği bölüm.
Nefret ediyorum senden. Nefret ediyorum senin koridorlarında gezdiğim saatlerde akıttığım yaşlardan. Artık koridor bile yasak karantina sayılıyor. Hayatımın amına koydun ulan yıllardır kurtulamadım senden. Şehir şehir dolaşırdın yeter sal beni bakayım yoluma ya da al canımı sen bak yoluna.
abdi ibrahim'in bu ara yaklaşık 450 milyon tl yatırım yaptığı alan.
Giden gelmiyor acep ne iştir.
Babamın beş yılının geçtiği, allahın belası bir yer.
Gidilmemesi gerekendir. Kanser olmadım ve nasıl bir acı çekiyorlar bilmiyorum. Ancak kanserli bir kaç hastayı onkolojiye seanslara götürdüm. Bunlardan biri de rahmetli eniştemdi.
Tedavinin içeriği hakkında bir bilgim yok ama halk arasında ışın tedavisi olarak da biliniyor.
Bu tedaviye üç veya dört seans gittikten sonra kişinin bir anda 10-15 yaş yaşlandığına canlı canlı şahit oluyorsun. Dalyan gibi adam eniştem, biranda zayıfladı, saçları beyazladı ve döküldü. Beşinci seanstan sonra bilincini yitirmeye başladı. Altıncı seansın gecesinde felç geçirdi ve bitkisel hayata girdi(tıp bunu bitkisel hayat olarak mı tanımlıyor bilmiyorum. Adamın sadece sol eli istemsizce sallanıyordu. Gerisi yok. Ölü gibi.)
Kadıköy numune hastanesinde bir ay yoğun bakımda yattı be malesef ki hayatını kaybetti. Geçen bir arkadaşımın dedesini götürdük. O da çökmeye başlamış. Onun da dördüncü seansıymış. Ve kişiye on seans dayıyorlar. On seansı tamamlayabilen var mı bilmiyorum.
Şimdi burada kanserli yakını olanların umutlarını piç etmek istemem. Ancak ölüm hepimiz için var ve gerçek. Kanserli kişiyi bu tedaviyle tez elden postalamak mı yoksa kanserle yaşamayı öğrenmek mi?

Benim iki tane engelli kardeşim var. Birisi cerebral palsili yatalak hasta. 20 yaşında ancak 200 senelik derdi çekmiştir şimdiye dek. Boğazında bir boru, karnında bir boru, yaşamaya çalışıyor. Bir türlü ölmeyi başaramadı. Ona yapılan sözümona her tedavi onun hayatını daha da bok etti.
Ben doktor veya tıpla alakalı biri değilim. Yeni mezun bir elektronik mühendisiyim. Düz mantık düşünüyorum. Benim kafamdaki tedavi kavramı bir insanın bir sorunumu minimuma indirip hayatını daha rahat ve konforlu hale getirmektir. Ancak kardeşim başta olmak üzere birçok hasta üzerinde tedavi adı altında hastayı boktan alıp boka sokuyor doktor amcalar. Şahsi görüşüm bu tarz yaklaşımların tedavi olmadığı yönünde.
Tekrar onkolojiye gelirsek, tv lerde paso kanserle ilgili birsürü yeni tedavi yöntemleri bulunduğu, durduran hatta azaltan ilaçlar geliştirildiğini falan duyuyoruz. Ancak doktorlar kanser teşhisini koyduğu anda direkt onkolojiye yolluyor. Şahsen doktorların onkoloji hastanelerinden her hasta için ekstra para aldıklarını düşünüyorum.

Eniştem içeride bir ağrı-sızı şikayetiyle gitti Süreyya paşa hastanesine. Aynı sızıları 4-5 senedir duyuyormuş ara ara. Hastanede mideden ve ciğerden örnek alındı ve akciğer kanseri teşhisi kondu. Zaten bunu duymak yıktı adamı. Psikolojik olarak zaten çöken bir insanı direk onkolojiye sevketti. Adam da bir kaç seans sonra tamamen koptu hayattan. Piç ettiler hayatını.
Onkolojinin olumlu sonuç verme olasılığı ne kadar yüksek ki her hastayı onkolojiye yolluyorsun?
Veya soruyu şöyle sorayım, onkolojinin olumlu sonuç verme olasılığı çok düşük olduğu halde niye her hastayı onkolojiye yolluyorsun?
Bunun yerine ağrılarını acılarını dindirecek, onu bir müddet daha rahat yaşatacak yöntemlere yönelmek yerine neden insanları 40-50 yaşlarında 90lık dededen daha yaşlı hale getiriyor tıp dünyası anlamıyorum.
Şimdi oradan bir iki tıp dünyasının duayeni yazar arkadaş çıkıp artiz artiz yanlış yorumlar yaptığımı söyleyecektir.
Size göre yanlış olabilir ama şahsen ben insana basit bir et parçası olarak bakamıyorum sizler gibi. Elbette bazı durumlarda riskler alınmalı ancak körü körüne insanları tıpış tıpış ölüme yollamayı almıyor kafam. Gerçekten böyle bu durum. Onkolojiye hastalar ayakta girerek başlarlar. Bir kaç seans sonra tekerlikli sandalye şart olur.
Neyse. Allah kanser hastaları başta olmak üzere tüm hastaların yardımcısı olsun. Hepsine şifalar versin.
pet ct sonucunda babamın sevk edildiği bölüm.

korkuyorum. gerçekten çok korkuyorum. oysa akciğerde normal büyüklükte nodüller vardı. doktor rapora "eski bir hastalıktan kalmış muhtemelen" yazmıştı.

neden şimdi onkoloji bölümü oldu. araştırma hastaneleri hep yapar mı standart mı bu.
diyetisyenliği zordur bi kere benim gibi ultra detaycı adam için nötropenik diyet yazmak işkence olurdu.
hayatımı ölümle buruna olduğunu düşünen - ki çoğu de öyle olacak hakketen - uumutsuz kanserliler arasında geçirmek istemediğim için ihtisasımı yapmayı düşlemediğim tıp dalı.

belki tıp da okumuyor olabilirim kimbilir.
hüzünlü bir servistir burası.

iki elin arasına alınan çaresiz başlar görürsünüz. beyazlayan sonra da dökülen saçlar görürsünüz bir de. ipek gibi saçlar; ayhan ışık'ın ki kadar parlak saçlar...

hayattaki hiçbir sorumluluğunu tam yerine getiremeden ölecek olduğunun derdine düşen insanlar; ölecek olmalarını hiçe sayıp yataklı serviste her şeyden habersiz ziyaretlerine getirilen daha 3 yaşındaki oğullarına için için sarılıp ağlayan anneler, tüm bunlardan habersiz çocuklar; batu...

düşen dişinin yeniden çıkmaya başladığını o heyecanla babasına gösteren kız çocukları ve ayağındaki 170 dikişi saklayan babalar da vardır buralarda. gülnihal...

ahir ömürlerinin bitecek oluşuna hiç aldırmayan ''bizden bu kadar yaşadığım kadarı yaşadım'' diyen ve ölümü metanetle karşılayan biçare ihtiyarlar da vardır ve henüz yaşayacak bir çok şeyi olan genç çocuklar, kızlar da vardır. hepsini toplarsak hep bir bekleyiş ama en çok da umutsuzluk vardır buralarda.

kime ne kötülük ettiğini sorgulayan iyi insanlardır bunlar. çok çok iyi insanlardır. artık masumdurlar üstelik. 3 kişinin kafasına pompalı ile sıkıp beyinlerini darmaduman eden ve yıllarını hapishane köşelerinde çürütüp ömrünün son deminde ''hiç gerek yoktu oysaki'' diyerek verilebilecek en iyi dersi veren hayat öğretmenleri vardır burada.

ilginç hayatlar; çelişkiler, buhranlar... acı görmemişlere ''acı'' gösterecek hikayeler vardır.
allah'ın, camiden kiliseden daha çok anıldığı yerdir hem.

yüzlerinden irin akar kiminin. gözleri isyan kusar; küfreder gibi teşekkür ederler bazen.
ve gariptir ki kapı önü en çok sigara izmariti olan bölüm de burasıdır. nasıl olmasın ki?

ve doktor olacağının farkında bile olmayan ortalıkta salak salak gezen internler bile belli bir süreliğine de olsa geldikleri bu serviste dayanamazlar.
tus belasından kurtulmuş olmanın sevinci ile gelenler ise eterden kaçıp betere geldikleri düşüncesine kapıldıkları için istifa edip yeninden ders çalışmaya koyulurlar. duramazlar dayanamazlar. başka bir servis için... kaçarlar...
onlara ne oluyor ki değil mi? nasıl olmasın ki? nasıl?

buruk bir yerdir...
yataklı serviste sadece 15 günde günlerin sayısıyla orantılı olmayan sayıda kişi ölür mesela. diğerlerinin haberi olmasın diye kapılar kapatılır yakınları tarafından. öğrenmesin diye. çığlıklar duyulmasın diye. o öğrenemeyen kişi de aynı akıbete uğrar ve aynı kapatılan kapının ardından, kapıyı kapatanın çığlıkları duyulur bir sonraki gün. koşuşturmacalar, merdivenleri dörder beşer atlamalar.

o koridora baktığında kapıların arkasında sıra sıra kurbanlık koyunlar varmış gibi hissedersin.

6 numara sacit abi.
9 numara nuran abla. batu'nun annesi nuran abla. ablam... kafamın içindeki ses...

o koridordan hangi sabah geçsen ''ağrım vaaaar!'' feryadı kulağına bir tokat gibi patlar. oğlum var, kızım var, oğlan/kız evlenmedi daha, okulu bitmedi, büyümedi... uzayıp gider bu ve her seferinde senin o vakur duruşun un ufak olur. denizin kayaları yalayıp yüzlerce yılda aşındırması gibi yavaş yavaş ama kendini belli etmeden sinsi bir karanlık çöker üstüne tüm bunlar olurken.

herkes insandır ve çoğu seksomanyak tecavüzü gerçekleştirdikten sonra ağlar, öldürdüğü maktulun başında. yani mekanik davranmak zordur burada. çoğu insan bir seksomanyaktan daha vicdanlıdır. dolayısı ile etkilenmemek imkansız...

duvarlar... o duvarlarda insanların yumruklarının izleri durur. kendini yerden yere atan insanların gölgeleri gecenin en sessiz anında kapıdan başınızı uzattığınızda görülür ve hızlı bir hamle ile geri çekilirsiniz görmemek için.
sanki kapılar bir anda açılır ve ardı arkası kesilmeksizin sedyelerden cesetler dolup boşalır bir anda hem de. delirdiğini düşünmeye başlarsın ve hiçbir şey zevk vermemeye başlar, ne alkol ne seviştiğin kız arkadaşın ne de başka bir şey. her şey yavaş yavaş önemini yitirir ve yavaş yavaş delirirsin. bir insana yavaş yavaş alışıp sevmek gibi bir hal alır bu kurtulamazsın.

iyi bir oyuncu, etraflıca düşünebilen bir yalancı olur çıkarsınız burada. dirayeti korumak ve bunu mimiklere ifadelere ses tonuna aktarabilmek için ayna karşısında çalışan deliler bile vardır.
ciddiye almamalıdır onlar. çünkü gecenin bir yarası acile ayak mantarı için krem yazdırmaya gelen adam gibi muamele görmelidirler ama nezaket yoğun bir biçimde olacak biçimde.

o koridoru geçerken kapıdan ellerini uzatanlar, sarılmak isteyenler; sarıldığında ellerine batan kemikler vardır. boynunun sağ yanı; mütemadiyen koklanılan yer. annelere özlem duyduran o en samimi iç çekiş...ohh! kalkın yattığınız yerlerden, kalkın da gelin ne olur...

o koridor küfür gibi gelir insana. görmek istemediğin reprezantların topuk sesleri, cicili bicili giyinmiş kızların kokuları, yakışıklı çocuklar... durduk yere onlara bağırarak atarsın o anlamsız gerginliği üzerinden.

-aloooo! kapı da dikilip sohbet yapmayın gelirsem kız erkek dinlemem dağıtırım sizi, kafeterya dışarı da, yallah!
+pardon arkadaşım neden sert çıkıyorsun nedir yani?
-lan arkadaşının amına koydurtma it oğlu it, siktirin gidin lan siz de orospular dikilip durmayın karşımda!

hakaret ve darp davaları tabi ki. sonra da tazminat. haram-ı hoş olsun...

ve birbirini tekrarlayan o iğrenç aynılığını koruyan tekerrür ifadeleri vardır;

-bugün daha iyiyim
-bugün çok kötüyüm
-iyi gibiyim
-yok yok, şimdi daha iyi anlıyorum kendimi, geri dönüş yok...

böyledir hep.

yakınlar dışarıda otururken en sevdiklerini onlardan ayıran şeyle meşgul olur genelde; sigara..
yavuz dizdar'ın uyarılarını asla ciddiye almazlar. ferdi hoca'nın ''genetiksel olarak siz de bu potansiyeli taşıyorsunuz sigaraya devam etmemenizi rica ederim'' diyor olmasını bile. çok kibar adamdır kendisi...

sanki üniforma giyinmişler gibi anlarsınız o insanların yüzlerinden kimin refakatçisi, neyin bekleyeni olduğunu. böyle boğulur gibi, kısılır gibi seslerle konuşurlar her zaman. susmaktan mukozalar toplanıp gırtlaklarına aktığı için cümle kurmadan önceden boğazlarını temizlerler önce bir.

hissizliğin, durağanlığın, tepkisizliğin en yoğun hali buradaki hastalarda ve yakınlarında vardır. onlara yaklaşıp büyük bir kılıçla ikiye ayırsanız; sanki oyun hamuru gibi dağılacaklarını ama kan akmayacağını sanırsınız. acaba bundan öte daha sarsıcı ne gelebilir insanın başına? aşk acısı mı? kahrolun...

elinde dosyası ile oradan oraya koşturan ve babası ile ilgilenmek zorunda olduğu için işini bırakan genç adam yanınızdan geçerken sizi görmez, dakikalar önce meraklı meraklı sorular soran o kişi sanki siz hiç yokmuşsunuz gibi sanki o anın verdiği buhrandan başka hiçbir şey yokmuş gibi bir hale bürünür. başkalaşım tam olarak budur belki de.
dünyadaki tek insan sendromunu keşfedip anlayabilsek, sanırım bu onunla eş değer bir şey olurdu.

mavi melekler vardır bir de. öğleden önce demir arabalarla su dağıtan ve elini cebine götüren yeni gelen hastalara paralı olmadığını yılmadan, bıkmadan defalarca anlatan yaşlı sevimli ama kanserli kadınlar. hastalığı büyük oranda yenen rahim ya da meme kanseridir bunlar. zengin ama hayır sever ve kanser kadınlar. onlara aşığım...
öğleden sonra da simit ve çay... almayanlara, çekinenlere o 50 yıl öncesinin en güzel gözleri ile bakış atıp ''ne münasebet?'' deyip serzenişte bulunan eski istanbul kadını beltinge hanım... sana aşığım...

kimi zaman anılarını paylaşır insanlar. rast geldiğiniz yerlerde, bulunurken lanet ettikleri ama saatlerce kalmak zorunda oldukları o yerde anlatma ihtiyacı hissediyorlar. artık bir ülfet peydah olmaya başlıyor ve tabi ki de alışkanlık.
pişman oldukları şeyleri anlatırlar genelde. her şeyin anlamını birbir yitirdiği an... işte o zaman kendine değer verdiğini ama geç kaldığını ve bu yüzden daha fazla değer vermen gerektiğini anladığın an budur işte.

çektiği aşk acısının şimdi ne kadar da aptalca bir şey olduğunu anlatanlar vardır mesela. batırdığı parayı... ve aptalca bu sebeplerden neden kendini üzdüğünün hayıflanması...
bu gibi insani obsesif durumları hiçe sayan, parayı; itibar görmeyi, yalnız kalmaktan korkmayı, kısacası insanlara kul olmayı gerektirecek, bunları düşündürecek şeyleri birbir yıkmaya başlıyor insanlar orada. işte orada yaşadıklarının farkına varıyorlar ama nereye kadar?

başına küçük aksaklıklar gelir ve sen yaşadığını hissedersin. içindeki bir şeyler varlığına mukavemet etmeye başlar; kıpırdanmalar, insani reflekslerin tümü boyut değiştirmeye başlar. her an kendini önemi sağlar orada. Onlar şartlanmışlıklarını yenmişlerdi, gerçeklere gözlerini yummamışlardı. Neye sahip olduklarını bilirlerdi; hiçbir şeye sahiptiler.
onlar gibi olmak istersin ama yaşarken... ölüm daha teknik hale gelmemişken.

sorular sorular sorular... en iyi gazetecilerin bile mülakatlarda aklına gelmeyen bir devinim ile susturmadan size odaklanmasını sağlarsınız kimi zaman ve farkında olmadan öyle seversiniz ki o kişiyi.
teknik yaklaşamazsınız, yaklaşır görünürsünüz ve tüberküloz olursunuz en sonunda. sonra da akciğer embolisi tüm düzeninizi alt üst eder, sonra kendini her şeye benzetebilen o -hatta kansere bile- Sarkoidoz olduğunu öğrenirsin. bir sonrakini merak bile etmezsin. çünkü hayatın önemini yitirten şeyler yaşamışsındır ve yaşamaya da devam edersin. meraklanmaya hiç gerek yok...

altını çize çize, söve söve okuduğun satırlar; ateşe vermek istediğin dosyalar, arşivler...

--spoiler--
fdg tutulumu saptadı! fdg tutulumu saptandı! fdg tutulumu saptandı!
--spoiler--

f ve d ve g... ve saptandı.
artık duymak istemezsin. kulağının dibinde bir obüs patlasa ve her şey bir çınlamadan ibaret olsa.

bu, arsız bir kadını sevmek gibi. ne ayrılabilirsin ne de durmak istersin. ama orada olmanın adı konulmamış bir hazzı vardır her seferinde.

süreç kimi zaman uzun ve sancılı. çok şey birikir ama en basit noktaya dayanır en sonunda. kan revan içindeki o tanışık insanın cesedinden alınan son bir öpücük. buz gibi ellerinden.

boğazına kadar iyice sıkıştırılan tampon; dişlerinin arasına tutunmuş bronşlardan kopan parçalar; ve o tefessüh edişin ağır kokusu ağızlarından duyarsın...

resme kabiliyeti olmayan biri çizmişçesine ışığını kaybedip maketleşmiş vaziyette bakan gözler; gerilmiş yüz hatları, şakakların hemen yanındaki o son anın kırışıklığı.

burası hayatın kendisi gibi bir yerdir aslında.
insan olunacak en iyi yerdir.
değersizlikleri ile hayatlarımızın içine eden insanları unutmanın mümkün olduğu yerdir.
yüzüne tükürmek istediklerimizin ama başaramadıklarımızı belki de affedebileceğimiz yerdir burası.
acıdır burası; o kadar acıdır ki hem de...

o halde; kaldığı yerden devam etsin hayat... çünkü hep öyle olur, bu sınırların dışında başka bir şey yok ve o kadar sıkıcı ki...
hadi, mutlu sefalete devam...

https://www.youtube.com/watch?v=eOofWzI3flA#t=40
tahminen 30 yıl sonra dahiliye klinikleri kadar kalabalık olacak birimlerdir.

--spoiler--
kimse ama hiç kimse oraya gitmek zorunda kalmasın...
--spoiler--
kimse ama hiç kimse oraya gitmek zorunda kalmasın...
sağlığın, sıhhatin kıymetini anlamak için oradakilere destek olmak icin arada sırada uğranması gereken yer.
sadece 10 gündür stajını yaptım ve de itiraf ediyim ne kadar takmamaya , ders aralarında arkadaşlarla çikolata yiyip kahve içip gülmeye eğlenmeye çalışsam da olmuyor olamıyor.. depresyona girmem yakın.. midenin yemek almaması , hastaların göz önünde gitmemesi , telefonda karşıdakinin "noldu canım" demesi , geceleri uyuyamama , dalgınlık gibi belirtileri var bünyemde.. pediatrik onkoya girmek dahi istemiyorum..

hayatımda bu kadar votka tükettiğim bi dönem de olmadı ayrıca.. bi çocuk vardı mesela , radyoterapiye ayıcığıyla giriyodu filan filan.. bunları görüp de sarsılmamak zor..

hep cerrahlara saygı duyulur ama bu onkologlara sırf hala her gün işe gittikler için saygı duyulmalı.. biz her röntgende ya da mrda filan sınıfça metastazlara gözlerimizi yumarak tepki verirken bu adamlar vizite çıkıp hastaların kendileriyle kontakt kuruyolar birebir.. hastanın yanında abuk sabuk davranmadan durmaya çalışmak filan da cabası..

her ders başında misal , dünyadaki en yeni teknikleri gösteriyolar yok efendim igrt yok en spesifik ajanlar onlar bunlar sonra ders sonunda istatistik kısmı geliyo perdeye.. 5 sene sonraki yaşama oranları yüzde 8 , 10 , 20..

şu klasik laf "amaaan ucunda ölüm yok ya" hiç bu kadar gerçekçi gelmemişti yani bana..

yani burdan salak salak aşk acısı filan çekenlere sesleniyorum , tek çektiğiniz acı bu olsun.. hayatınızın ve de sağlığınızın kıymetini bilin.. dünyada 8 milyar insan var illa ki biriyle olur..
tümör bilimidir. kanser, kötü huylu tümörlere denir.
(bkz: bening tümör) *
(bkz: malign tümör) *
Onkoloji kanserin oluşumu, nedenleri, kalıtımla ilişkisi, tanısı, tedavisi, kanserle ilgili istatisikler ve kanserden korunmayla ilgilenen tıp dalıdır. Kanser bir tümör türüdür, kötü huylu (kötücül, habis, malin) tümörleri ifade eder.

Onkoloji Türkçede 'kanserbilim' olarak ifade edilebilir.
babam vasıtasıyla tanışmak zorunda kaldığım ana bilim dalı. hastaların hemen tamamı kanserdir.
bursa da bu isimde 2 adet hastane vardır. biri devlet hastanesi' nin yanındaki bina diğeri de uludağ yolundadır. bir sağlık görevlisi olarak sanırım çalışılması en zor hastane burasıdır düşünsenize her hasta kanserli ve günleri sayılı bir gün bakıyorsun adam yatakta bir kaç gün sonra bakıyorsun yatak bomboş adam sizlere ömür.
zor bir bölüm çünkü hastaların bir bölümü kaybedileceği belli ama yine de tedavi görenler var. bir umut diyorlar herhalde ama bazılarında insanın düşünesi geliyor bu tedavi yerine son zamanlarını rahat geçirse daha iyi olmaz mı diye. tedaviler(kemoterapi, radyoterapi vs.) gerçekten hastalar ve yakınları için çok zordur, bir de iyileşenlerin bir kısmının geri dönme ihtimali vardır ki daha kötü. orada çalışan birinin çok istekli ve azimli olması gerekir herhalde. kayıp giden hayatlara rağmen hayat dolu olmalıdır.
Ankara ili'nin Yenimahalle ilçesi, Demetevler semtinde hastanesi bulunmaktadır.
kimsenin işinin düşmemesini dilediğim tıp dalı.
sessizliğin ve umutsuzluğun tavan yaptığı mekanlardandır. zira test amaçlı bir kez gitmiş bulundum. sonuç; üzüldüm, üzüldüm, üzüldüm.
kanserin oluşumu, nedenleri, kalıtımla ilişkisi, tanısı, tedavisi, kanserle ilgili istatisikler ve kanserden korunmayla ilgilenen tıp dalı.
Onkoloji, iç hastalıklarının bir alt dalı olup, vücutlarında bir hücre grubunun farklılaşarak, aşırı ve kontrolsüz şekilde çoğalan kimselerin yani kanserli hastaların takip ve tedavisini yapar. Cerrahi ve radyoterapiden sonra da bu hastaların bakımlarını üstlenir.
kanser ve tümor bilimi..kısaca kanserli hastaları inceler..onlar için bir şeyler yapmaya çalışır..