bugün

Orhan TÜLEYLiOĞLU imzalı, okunmaya değer bir kitap.

Boş zamanlarınızı kitap okuyarak değerlendirin öğüdü ile büyüyen lise öğrencilerinin neden okumuyorsunuz sorusuna verdikleri yanıt, geldiğimiz noktanın ürkütücü boyutunu gözler önüne serer:
Okumayı sevmiyorum.
Zaman kaybı olduğunu düşünüyorum.
Okurken uykum geliyor.
Kitaplar, özellikle romanlar bana çok sıkıcı geldiğinden okumuyorum.
içimden gelmiyor.
Göz gezdirmek yeterli, sonuna kadar okumak sıkıcı.
Kitaplardan dünü öğrenmek yerine günü yaşamayı tercih ediyorum.
Üşeniyorum.
Gezmek ve eğlenmek okumaktan daha çekici geliyor.
Çevrede kitap okuyan insanın sayısı az. Bu beni de okumamak yönünde etkiliyor.
Okumak yerine spor yapmanın daha faydalı olduğunu düşünüyorum.
Arkadaşlarım, okuyorum dediğimde hep dalga geçtiler benimle. Bu da kitaplardan soğumama neden oldu.
Sorun kitaplarda . Akıcı kitap sayısı çok az.
Mizah dergileri varken ...
Üniversiteye hazırlanıyorum. Değil kitap televizyon bile seyredemiyorum.
Kitap okumayı çok pasif bir eylem olarak görüyorum.
Bir ara denedim zahmetli bir iş olduğunu anlayınca vazgeçtim.
Hayatın en sıkıcı olayı olduğunu düşünüyorum ve okumuyorum. Hayatım boyunca da okumayacağımdan eminim.
okumayan insanların söyleyemediği, onun yerine genelde yalana başvurduğu, ama okuyup okumayan insanın farkı anlaşıldığından yalanın da bir işe yaramadığı soru cümlesi.
"MAALESEF çok az okuyoruz" yahut "maalesef hiç okumuyoruz" gibi ukalaca bir dalgalanmayla,aydın görünümlü kişilerin toplumsal cehalete karşı yüz elli yıldan beri sürdürüp durdukları iğneli eleştiriler, benim yüzümü buruşturur.
Yüzümü buruşturur, çünkü bu tür eleştirilerin hiç mi hiç "kıymeti harbiyesi" yoktur. "Maalesef hiç okumuyoruz" demekle kimse okumaya başlamaz.
Maalesef okumuyoruz. Doğru. Böyle bu. Maalesef okumuyoruz, ne yapalım yani?
***
Demek ki kimse gerek duymuyor okumaya... Yahut okumanın yaşamı daha üst düzeylere çıkaracak bir asansör olabileceğine inanmıyor.
Hatta birçok kişinin bu tür eleştirilere karşı içlerinden:
- Sen okumuşsun da ne olmuş sanki, diye bir dudak kıvırma geçirdiğini biliyorum.
Yüksek sesle de iki değişmez gerekçe gösterirler:
- Zaman mı var okumaya Allah aşkına, üstelik kitaplar çok pahalı...
***
Bir gün sonra üniversite sınavlarına girecek gençlere, onları rahatlatıcı bir konuşma yapmamı rica etmişlerdi. Kürsüye çıkıp sormuştum:
- Yarın en korktuğunuz şey ne?
Birkaç kişi:
- Bildiğimizi o an hatırlayamamak, demişti.
- Aranızda, bir kız yahut bir erkekle öpüşmüş epey genç vardır sanıyorum. ilk öpüştüğünüz kızı yahut erkeği hatırlamıyor musunuz? Onu unutmadığınıza göre, öğrendiklerinizi niye unutacaksınız ki?
Neredeyse hep bir ağızdan:
- Aynı şey değil, aynı şey değil, diye bağırmışlardı.
***
Şayet beyinsel şehvet, gövdesel şehvet elektriklenmesine az çok eşdeğer sayılacak bir açlıktan yoksunsa, şayet böyle bir arzulanma duymuyorsa, zoraki okumaların hiçbir izi kalmaz bellekte...
Bu tür ıkınıp sıkınmalar, haremağasının aşk yapmaya kalkmasına benzer. Bunaltıcı bir usançtan başka bir sonuç vermez.
Beyinsel şehveti uyandıran dürtü "merak"tır...
Neptün yıldızının nasıl keşfedildiğini merak etmeye başladın mı, yanıtını öğrendiğin zaman bir daha hiç mi hiç unutamazsın onu. Tıpkı ilk öptüğün kız, yahut oğlan gibi...
***
insanda beyinsel meraklar ne zaman uyanır? Tüm canlılarda ortak olan üç temel gereksinme, sürekli doyum güvencesine ulaştıktan sonra uyanır.
1- Karın doyurma güvenci.
2- Rahat uyuma güvenci.
3- Düzgün cinsel ilişki güvenci...
Bu üç temel gereksinmede bir doyumsuzluk ve bir güvence eksikliği varsa, beyinsel şehvet, Hacı Baba'nın kopmuş uçkuru pörsüklüğünde kalır. Ne okursan oku, anlamak şöyle dursun, algılayamazsın bile...
***
Adam dereye uçan yolcu otobüsünden zor bela kurtulmuş. Üç gün uykusuz, sürünüp durmuş hastaneyle karakol arasında.
Sen böyle birine rastlar da, kendisine:
- Acaba Kant'ın "katkısız aklın eleştirisi"ni okumak ister misiniz, diye sorarsan, vereceği yanıt ancak şu olabilir:
- Has...tir, ulan; sırası mı şimdi bunun.
Bir haftadır hiçbir şey yememiş bir adam için de durum aynıdır; sevdiği kızın başkasıyla nişanlandığını yeni duymuş bir adam için de...
***
Bizim toplumda beyinsel şehvet, hımbıllıktan kurtulup, kitaplarla dünyada olup bitenlere ve sanat galeksilerine karşı sustalı çakı çevikliğinde bir merak duymuyorsa; henüz üç temel gereksinmeyi bir doyum güvencesine kavuşturamadığı içindir.
"Maalesef çok az okuyoruz" yahut "maalesef hiç okumuyoruz" türünden eleştiri reçeteleri yetmez böylesi bir sakatlığı düzeltmeye.
***
Merak etmediğin bir şeyi okumak zorunda olmak, karabasan gibi bir şey...
Sıkılırsın, patlarsın; ya uykun gelir, ya aklına başka şeyler...
Öğrenciler çok iyi bilirler bunu...
O nedenle de:
- Hele şu okul bir bitsin, bu kitapların hepsini yakacağım, okulun da önünden hiç geçmeyeceğim, diye bin kez yemin ederler.
Merak ettiğin şeyi okumak ise, hoştur, tatlıdır. Ancak yine de beyin bir "öğrenme" keselenmesinden geçer... Bazı sayfaları geri çevirip, tekrar okursun. Daha iyi anlamak için...
***
Asıl keyif zevk için okumaktır...
Müzik dinlemek gibi...
Osman Hamdi Bey'in bir tablosuna bakmak gibi...
Geçen yüzyılda yaşamış büyük bir yazarın bir romanını okumak gibi...
Beyinsel şehvetlerin yarattığı aşklardan yoksun kalmak da; bir ölçüde ıskalamak sayılır hayatı ama, ne yapacaksınız; bir toplum, belirli bir doyum düzeyine gelmedikçe, insanların bunu anlaması o kadar kolay olmuyor...
Bir yararı yok, durmadan eleştirmenin.

çetin altan
güncel Önemli Başlıklar