bugün

yalnızca türkiye'de olmayan, üç değil beş değil, altı buçuk milyar insanın çocukları olan, disipline, kurallara, adam olmaya "başkaldıran" öğrenci psikolojisinin aşırıya kaçması.
(bkz: arka sıradakiler)
ha bir de çözüm yoluna gidilmez bu konuda, onun yerine okula kamera gibi görüntü kayıt cihazı sokturmazlar. kimse kaydetmesin diye. kameralı cep telefonları çıktı, mertlik bozuldu tabi.
flaş!...flaş!...flaş! şeklinde haber bültenlerine konu olan, sanki yıllardır bilmediğimiz, olmayan bir şeymiş de, ilk kez karşılaşıyormuşuz gibi lanse edilen/yedirilmeye çalışılan bir başka konudur.
Okullarda son 8 ayda meydana gelen 2 bin 990 şiddet olayına, 7 bin 193 öğrencinin karıştığı bildirildi. Bu olayların başında, yumruk, tekme, tokat gibi fiziksel zarar verme geldi. MEB Özel Eğitim Rehberlik ve Danışma Hizmetleri Genel Müdürü Ruhi Kılıç, çocuklar ve gençlerdeki şiddeti araştırmak amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu'na, okullarda meydana gelen şiddet olaylarına ilişkin sayısal veriler sundu.

Danışma Hizmetleri Genel Müdürü Ruhi Kılıç'ın verdiği bilgiye göre, 26 Nisan-21 Aralık 2006 tarihleri arasında 2 bin 990 şiddet olayı meydana geldi. Bu olayların başında yüzde 33,9 ile yumruk, tekme, tokat gibi fiziksel zarar verme yer aldı. Okullarda en fazla görülen ikinci şiddet türünü, yüzde 19,5 ile zorbalık, tehdit, sataşma oluşturdu. Bunu yüzde 12,1 ile dedikodu, "lakap takma" izledi.

http://www.birgun.net/bol...ber-32205.html#haber_basi
okullara silah ve kesici alet getirme oranının yüzde 7.6 gibi çok yüksek bir oranda olduğu düşünüldüğünde, yapılan onca toplantıya, göstermelik ve işgüzar icraata(!) karşın, ve dahi o vazgeçilmez ve hayati(!) medyamızın büyük katkısı(!) ile önümüzdeki iki-üç yıl içinde daha da artacak * * psikolojik ve fiziki 'travma'...
şiddet kültürünün yaygınlaşıp toplumca içselleştirilmesiyle artan durum. çözümü imkansız gibi bir şeydir şu anda.
birçok televizyon programındaki tartışmalardan anladığımız kadarı ile hala yüzeysel şekilde tartışılıp geçiştirilen olaylardır. medya, yapımcılar, oyuncular, eleştirmenler, ilahiyatçılar, öğretmenler bir arada oturmuş suçu ailelere, yozlaşan aile yapısına atmaktalar.

peki bu ne kadar gerçekçi bir yaklaşım?

medyanın halka karşı sorumluluğu herkesin ağızında geveleyip durduğu fakat hiç kimsenin bu sorumluluğun vebalini zerre kadar üstlenmediği bir kavramdır. medya herşeyden önce halkını bilmelidir. bizim medyamız halkını ne kadar tanıyor? medyamız halkını çok ama çok iyi tanıyor kanımca. öncelikle kendi kendimiz ile yüzleşelim, biz cahil,okumayı, araştırmayı sevmeyen bir toplumuz. bütün bu etkenler bizi öncelikle duygusal, mantıksız, fevri, düşünmeden hareket eden ve karaktersiz bir toplum yapıyor. halkımızın çoğunluğu kaderini eline almaktan uzakta yaşayan, bir umudu olmayan, gelecekleri olmayan insanlar. bir de bütün bunlara medyanın, ardından toplumun özendirdiği kolay zenginlik, çalışmadan para kazanma, işsiz güçsüz olma gibi faktörleri ekleyelim. karşımıza şu şekilde bir tablo çıkıyor; hayattan hiçbir umudu olmayan, toplumdan saygı görmeyen bu insanlar, medyada ve toplumda kendisinden hiç de fazlası olmayan insanların ya mafya babası rollerinde oynadıkları ya da sağda solda mankenler ile gezdikleri için tüm okumuş insanlardan daha fazla saygı ve sevgi görürken görüyorlar.

siz kültürlü insanlar, yazarlar, okurlar. siz kendinizi bu insanların yerine bir koyun. büyükleriniz, toplum önünüze iki seçenek koyuyorlar. ilki okumak, üniversite dahil 15 sene boyunca okumak. hatta bununla da kalmayıp yanında kültürel ve düşünsel olarak gelişmek, bunun için kitaplar okumak, kafa yormak. yani çalışmak çalışmak ve çalışmak. bu yolu seçseniz ve çok iyi okusanız dahi geleceğiniz belirsiz görünüyor. üniversiteden mezun olsanız da yine çalışmak çabalamak zorundasınız. bütün bunları başarsanız bile yine de toplumdan gerekli saygıyı göremiyorsunuz.

gelelim ikinci yola, ikinci yol çok daha az kafa karıştırıcı. toplumun sunduğu ikinci yoldan giderseniz okumanıza ya da çalışıp çabalamanıza gerek yok, herhangi bir işiniz olmasına dahi gerek yok. tek yapmanız gereken medyanın ya da toplumun günlük taleplerine uymak. bu talepler günümüzde futbolcu olmaktan, racon kesen eşkiya olmaya kadar uzanmakta. eğer siz toplumun şaklabanı ya da şekilli abisi olabilirseniz bütün kapılar size açılacaktır. ne de olsa bu pazarda herşey talepten geçiyor, çünkü talep para getiriyor, hem de kolay para. söz konusu para, şan, şöhret ve kimsenin göremediği bir saygıyı beraberinde getiriyor. toplum kolay para kazanmayı, bol para kazanmayı, paranın getirdiği mutlak erki özendiriyor.

tekrar başa dönelim, karşınızda yukarıda bahsi geçen iki seçenek var. siz hangisini seçerdiniz? kendinizi o hayattan hiçbir umudu olmayan, toplumdan hiçbir saygı görmeyen, ancak kendisi gibi cahil ve kalıpsız insanları televizyonda, sırf paraları var diye, mankenler ile dolaşırken ya da restoranlarda garsonlar eteklerine kapanırken gören çocukların yerine koyun. siz ne yapardınız? hangi yolu seçerdiniz? kanımca 10 kişiden 8'i ikinci yolu seçerdi. hangimiz eleştirebiliriz ki o sekiz kişiyi? neden paralı kıroların, eşkiyaların yarısı kadar bile saygı ve takdir göremeyecekken profesör ya da yazar olabilmek için yıllarını harcasın?

sadede gelirsek neyi ekersek onu biçiyoruz. eğer biz çocuklarımızı kolay para kazanabilmeleri için eşkiyalığa, mayfa olmaya özendirirsek bugün yarın okullarda bu tür olaylar meydana geldiğinde şaşmamamız gerekir. eğer çocuklarımızı iki tane monoton tempo üzerine anlamsız sözler söyleyip şarkıcı müsveddesi olarak kolay para ve saygı kazanmaya özendirirsek neden bu toplumdan bir mozart çıkartamıyoruz diye sormamalıyız.

toplum ve medya olarak bir yol ayrımında olduğumuzu düşünüyorum. bu yollardan bir tanesi belki nobellere, pulitzerlere gidiyordur, bilmiyorum. ama o yoldan gitmeyi seçersek çok ama çok çalışmamız lazım. diğer yolu seçersek bu şekilde devam etmemizde bir sakınca yok. bundan sonra da bir çok kolay para ve saygı kazanan kişiler gelip geçecektir. hiç biri ileride hatırlanmayacaktır. ancak ne gerek var hatırlanmaya biz paramız ile keyfimize bakalım, 15 dakikalık şöhretimizin tadını çıkartalım. ileriyi düşünmek, toplumu düşünmek, daha büyük düşünüp insanlığı düşünmek bizim için önemli değil. büyük düşünemediğimiz sürece biz de dünya için önemli olamayacağız.
doğru kişilik kzandırmaya değil sınav kazandırmaya şartlanan eğitim sisteminin sonuçlarından biridir. sadece derslere odaklanmış, sosyal alanları olmayan, spor olanağı tanımayan, herhangi bir anadolu ya da fen lisesini kazanamadığı için acımasızca başarısız damgasını yemiş düz liseye giden ergen kendini ifade edebilmek, ben de varım diyebilmek için şiddetin kucağına düşer.

ergenin başarı sınavı, kendi arkadaş gurupları arasında geçer. başarının ödüllerini ve cezayı bu gurubun değer yargıları belirler. saçma sapan mafya dizileri çocukların yanlış özdeşimler kurmalarına neden olarak bu kültürü pekiştiriyor.

ayrıca toplumsal ve ekonomik sorunlar, bunların sıkıntılarının adilane paylaşılmadığı duygusu , toplumun öfkeyi doğru analiz edip doğru kanalize edememesi bireysel şiddetin de başka bir nedenidir. tepkiler asıl kaynağa değil başka hedeflere yöneliyor.
bugün okullarda görülen şiddet olayları maalesef daha başlangıçtır.

mutlaka çocuklara, gençlere kendilerini ifade edebilecekleri, becerilerini farkedebilecekleri ve kullanabilecekleri soyal, sanatsal, sportif alanlar yaratılmalıdır.
(bkz: bir ogretmenin mektubu)
aslında öncedende çok fazla bu olaylar yaşanmaktaydı. fakat günümüzde daha bu olaylar artış gösterdi. öğrenciler üzerinde büyük rahatlık olması, öğretmenlerin bu kadar yumuşak davranması bence en büyük problemdir.tamam öğretmen arkadas gibi olmalıdır.ama ilk önce öğretmendir.rehberdir. öğrenci üzerinde otorite sahibi olması gerekir.
sözlükteki orta okula liseye giden arkadaşlarımızın ne düşündüğünü merak ettiğim konu.

malum yoktu bizim zamanımızda (7 yıl önce)adam öldürmek öğretmen tartaklamak okulda ,
bide nedendir bilinmez saygılıydık biz öğretmenlerimize
saygıyı hak etmeyenler olduğunu biliyorum ama büyüğümüzdüler genede.
hiç bişey değilse bir harf öğretmişlikleri vardır.
son zamanlarda yaşanan yaralanma ve ölüm olaylarıyla gündeme oturmuş,aslında yıllardır yavaş yavaş geldiğinin çığlıklarını atan öğretmenlerin susturulduğu kaçınılmaz kötü durum.

(bkz: geleceğimiz tehlike altında)