bugün

güneydoğu gazisi emekli astsubay ...

sehitlerolmez.com da yazarlık yapmaktadır aynı zamanda ..

her türk gencinin okuması,anlaması ve memleketin özellikle bu günlerinde ne kadar ayağını denk alması gerektiğini gösteren yazıları vardır .. farz-ı misal ;

''' ......ili kırsalında teröristlerin dur ihtarına ateşle karşılık vermesi sonucu çıkan çatışmada.güvenli görevlisi şehit oldu.

ya da

...ilinde devriye görevini yerine getiren ..aracına açılan ateş
sonucu..güvenlik görevlisi şehit oldu.

ya da

...ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu.asker yaralandı..

bu nasıl başlar biliyor musunuz?

hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının buharlaşıp uçtuğunu düşünürsünüz. oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından geriye kalan tuzlar yüzünüzün ve hatta elbisenizin her yanını kaplamıştır.

avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay kurumadığı için elinizdeki tüfeğinizin metal kısmı avucunuzun içinde vıcık, vıcık oynar. ter ile ıslanan çeliğin kokusu avucunuzun içine ve elinizi sürdüğünüz her yere siner.

önünüzde yürüyen adamın, ayağının kuru toprakla her temas edişinde çıkan toz, ağzınızın kupkuru olmasına ve zor nefes almanıza sebep olur.

sırt çantanızın askı kayışları yüzünden omuzlarınızı hissetmezsiniz. kült ağrıları ancak çantayı sırtınızdan çıkardığınızda fark edersiniz.

bastığınız her taş parçası, her çalı ve bir ayağınızın kaplayabildiği her yeryüzü parçasından çıkan sesi duyarsınız.

yürüdüğünüz yerdeki her ağustos böceğinin sesini, dallardaki kuşları, yüzünüzün etrafında ürkütücü devriye uçuşları yapan arıların kanat seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da herhangi bir yerinizdeki küçük yaraların üzerine konmaya çalışan sineklerin vızıltılarını, ayağınızı bastığınız yerden havalanan yeşil çekirgenin küçücük cüssesine rağmen çıkardığı tok kanat sesini en ince ayrıntısına kadar duyarsınız.

sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki arkadaşınızın ve arkanızdaki arkadaşınızın teçhizatlarının çıkardığı düzensiz seslerin her birini ayrı ayrı duyarsınız.

ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes alışlarını duyarsınız, öksürmesini ve hapşırmasını da duyarsınız.

telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların her biri ayrı ayrı katılır bu senfoniye.

ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur, postalın içindeki tüm ayağınızı kaplamıştır, çoraplar önce su toplayıp sonra patlayan yerlere adeta bir deri gibi yapışmıştır.

en çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı yıkayıp, çoraplarınızı değiştirmektir. ama bu çok büyük bir lükstür o anda.

Çünkü...

Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın arkasında sizi beklediğini bilmediğiniz ihaneti arayıp bulmanız ve yok etmeniz gerekmektedir.

bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet diye, öğretmenler bayrak direğine asılmasın diye, kundaktaki bebekler kurşunlanmasın diye, binlerce yıllık emanete halel gelmesin diye kahpeliği ve ihaneti yok etmeniz gerekmektedir.

Çünkü bunun için bayrağın, silahın, namusun ve şerefin üzerine yemin etmişsinizdir.

Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz, bayrağınız ve onurunuzdur.

işte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap değiştirmek. işte bu yüzden senfoniye dönüşmüştür bütün o düzensiz sesler güruhu.

sonra!..

sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı kestiği gibi, makasın kâğıdı, pensenin bir hoparlör kablosunu kestiği gibi... bir anda... kuşların sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları, çekirgenin kanat sesleri hepsi bir anda biter.

gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı değil, gökyüzünü görürsünüz, yere düşmüş olduğunuzu anlamanız birkaç saniye sürer.

tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et kokusudur, yüzünüzün toprak parçalarıyla kaplandığını fark edersiniz, temizlemek için çalışmazsınız.

arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür ama kulağınızdaki çınlama ve uğultudan seslerini duyamazsınız. sesleri yavaş yavaş duymaya başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama başaramazsınız.

yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın sesleri arasında "mayın" kelimesini ayırt eder ve kalkmaya çalıştığınızda ayağınızdaki yoğun ağrıyı fark edersiniz.

ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını hissedersiniz.

ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise parçalanmış pantolonunuzun ve kopmuş ayağınızın farkına varırsınız. işte her şey o anda başlar.

avazınız çıktığı kadar bağırırsınız. sonra, nefesiniz biter. sonra, yeniden nefes alırsınız ve yeniden bağırmaya başlarsınız. sonra yine nefesiniz biter ve yeniden, yeniden ve yine........
.............yanınıza ilk gelen arkadaşınız size, "fazla bir şey yok, sadece küçük bir yara" gibi telkinlerde bulunur. ama siz arkadaşınız konuşurken de, helikopterle hastaneye götürülürken de artık bir ayağınızın olmadığını biliyorsunuzdur. hep bir soru çınlar kafanızın içinde "neden ben, neden ben, neden ben ?"

hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde geçen yıllar sonunda, dizkapağınızın on iki santim altından takılı olan ve her akşam yatarken veya banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz takma bacak artık bir uzvunuz olmuştur.

ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakârlığınız sayesinde vatan var olacaktır. sizin bir bacağınızın ne önemi vardır ki!

artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi havuza, denize giremeyecek olmanızın da hiç önemi yoktur. vatan sağ olsun yeter.

sonra birilerinin, sizin ödediğiniz vergilerle fransız televizyonlarında, uğruna yarım kaldığınız vatan hudutlarını hiçe sayan programlara finans sağladığını okursunuz. aynı dillerin bundan pişmanlık duymadıklarını söylediklerini de okursunuz.

pamuk'ları, dink'leri, okursunuz, bizans çocuğuyum diyenleri duyar, ali kemallere tanık olursunuz, "koçlar gibi satanları"görürsünüz. .

türk bayraklarının yakıldığını, görürsünüz. başlarına çuvallar geçirilip aşağılanarak elleri arkalarından bağlanan türk askerlerini görürsünüz.

bu aşağılanmaya cevap verecek tankların motor seslerini, helikopterlerin kanat seslerini, piyadelerin intikam yeminlerini duymayı beklersiniz ama duyamazsınız.

onun yerine hainlerin cesetlerinin üstüne örtülen çaputlara "bayrak" diyenleri görürsünüz, "uçaklarını çek", "valiyi çek" diyen başkanları ve karşılarında kekeleyen riyaseti görürsünüz.

bu da yetmez türk askerlerinin kendi mahkemeleriniz tarafından,"çete" diye suçlandığını, yargılandığını görürsünüz.

yok, yok bu da yetmez. askere, polise, öğretmene ateş eden, yol kesip soygun yapan, köy yakan, okul yıkan, mayın döşeyen teröristlerin sadece "ben bir şey yapmadım" demelerinin esas kabul edilip, "suçsuz" sıfatıyla serbest bırakıldığını görürsünüz.

susanları, konuşması gerektiği halde susanları görürsünüz, konuşanlar her konuştuğunda, kekeleyenler her kekelediğinde ve susanlar her sustuğunda siz yeniden vurulursunuz, yeniden ölürsünüz her defasında.

gövdenizden o toprağa akan kan, bu defa içinize akar, inandıklarınıza, uğrunda savaşarak kendi kanınızı akıtmak pahasına tertemiz tuttuğunuz değerlerinize akar.

sizin kaya arkalarında, çalı diplerinde aradığınız ihanet gelir aklınıza, o mayınları yerleştiren eller gelir. sorgulamaya başlarsınız: "biz bu ihaneti doğru yerde mi aradık, kuyruğunda dolaştığımız yılanın başı, hep gözümüzün önünde miydi yoksa?"diye sorarsınız kendinize.

onlara verilen maaş'ın sizin vergilerinizden ödendiğini, içinize sindiremezsiniz, uykularınız kaçar, neden bu vatanı sizin kadar sevmediklerini düşünürsünüz.

bu vatan onların da vatanı değil mi?

onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin üstüne yemin etmedi mi? diye sorarsınız kendi kendinize.

sinirlenirsiniz, üzülürsünüz, on beş yaşında bir askeri okul öğrencisi iken her adımda söylediğiniz, beyninize ve yüreğinize nakşettiğiniz sözler gelir aklınıza": vatan, sana canim feda"

geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası, böyle başlayacak işte ve hayatınız böyle devam edecektir. son nefesinize kadar savaşacaksınız ihanetle, her şeye ve herkese rağmen, bu yolda ölene ya da bu ihaneti bitirene kadar.

siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen insanların neler yaşadığını, neler hissettiğini, size rağmen ve sizin için neler yaptıklarını, neler yapabileceklerini bilin istiyorum. okuduğunuz ya da televizyonda duyduğunuzdan daha fazladır yaşananlar.

yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki, minicik karelerde okuduğunuz;

"...ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu, bir güvenlik görevlisi yaralandı!" haberi aslında o kadar da kısa değildir.

sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına geçerken unuttuğunuz, falanca mankenin otel odası maceralarına, ya da uyuşturucu komasından ölen oğluna "şehit" deyip türk bayrağı örten kadının haberine ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız bu küçük haber, birileri için bir ömür boyu sürecek ve asla unutulmayacaktır.

ve siz unuttuktan sonra da başka birileri, "ne için?" dendiğinde "vatan için" diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen yapmaya devam edeceklerdir.

sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen, sizin rahatlığınıza, sizin vicdanlarınıza rağmen bu kahramanca fedakârlıklar ve bu ilk beş dakikalar yaşanmaya devam edecektir.

asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik örtüsünün payandası kopan bacaklar, bedeli ise size rağmen bu vatan için akan kanlar, feda edilen canlar, sıcak yuvalarını, babalarının yüzlerini unutan küçücük çocuklarını düşünmeden vakfedilen hayatlardır.

ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizin umurunuzda mı bilmiyorum, ama birileri bunları yaşadı, birileri hala yaşıyor ve emin olun yaşlı dünya döndükçe, türk vatanı ve türk bayrağı için birileri daha tüm bunları yaşayacak.

gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam biçimi bu. masalarda oturup "aydınca" sohbetler etmeye hiç benzemiyor değil mi?

bir an için bile olsa kendinizi onların yerine koyasınız diye "siz" diyerek yazdım, sizin onlardan biri olamayacağınızı biliyorum.

"siz" kim misiniz?
siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz!
biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz.
"siz" de bilin ki biz asla unutmayacağız.

"varliĞim türk varliĞina armaĞan olsun" '''

oktay yıldırım / emekli astsubay

kaynak : `http://www.sehitlerolmez.com`
güneydoğu da olanları çok daha net anlamamızı sağlayan,olayın ciddiyetini kavratan ve neyle karşı karşıya olduğumuzun farkına varmamızı sağlayan kahraman gazilerimizden biri...
(bkz: kartal kanadına mektup)
ergenkon operasyonu kapsaminda gozaltina alinmis emekli astsubay.muzaffer tekin, fikri karadag gibi emekli askerlerle gecmisi vardir. umraniyede bulunan el bombalarinin sahibidir.
"ordudan malulen emekli edilen oktay yıldırım'ın ismi, emekli yüzbaşı muzaffer tekin'e yakınlığıyla gündeme geldi. intihara kalkışan tekin'in kadıköy'deki ofisine giden gazetecilere kapıyı açan yıldırım'dı. yıldırım, yazarlar orhan pamuk, hrant dink, elif şafak ve perihan mağden'in yargılandığı duruşmalarda eylem yapan kalabalığın arasında yer almıştı. 7 Haziran 2006'da yazar perihan mağden'in, 'halkı askerlikten soğutttuğu' iddiasıyla yargılandığı duruşmada aydınlara saldıran kalabalığın içinde "ben gaziyim" diye bağırıyordu. bir ay sonra 'baba ve piç' adlı romanı yüzünden elif şafak hâkim karşısına çıkarken yıldırım yine adliyedeydi. 'kuvvai milliye' ismiyle dernek kurdu. cumhuriyet gazetesine bomba atılması ve danıştay saldırısından dolayı tutuklu. "

radikal gazetesi - 23 ocak 2008, 25 ocak 2008
güneydoğu da görev yapmış emekli astsubaydır. " mayınların yeri bilinmez, döşeyen şerefsizin yeri bilinmedikçe. ve dağlara döşenen mayından daha tehlikeli ve kahpecedir dimağlara ve bilinçlere döşenen mayınlar. " sözlerini söyleyen büyük askerlerden biridir.
"13 haziran 2007 tarihinde ümraniye'deki bir gecekonduda ali yiğit isimli bir kişinin ihbarı üzerine 27 el bombası, patlayıcılar bulunmasıyla tüm türkiye'yi sarsacak, aralarında çok önemli isimlerin bulunduğu 44 kişinin gözaltına alınacağı ergenekon operasyonu başladı. ümraniye bombalarını saklayan kişinin emekli astsubay oktay yıldırım olduğu anlaşıldı. yıldırım, danıştay saldırısından sonra bıçakla intihar etmeye çalışan ve gözaltına alınan emekli yüzbaşı muzaffer tekin'in yakın adamıydı."

radikal gazetesi - 26 mart 2008
Harp malulu olarak emekli olduktan sonra "ergenekon" ayağına tutuklanan yüzlerce emekli-muvazzaf subay/astsubaydan biridir.
Harp malulu olması sebebiyle Mahkeme kararıyla Bahçelievler Fizik Tedavi Hastanesine sevk edildi, ancak hastaneye götürülürken kelepçelenmek istendiği için 3. keredir hastaneye gitmeyi reddeden onurlu bir asker.

Neden reddediyor biliyor musunuz?
Diyor ki:
"Ben hastaneye Ergenekon tutuklusu kimliğimle gitmiyorum. Ben cezaevinde hasta olmuş ve bu nedenle hastaneye gidiyor değilim. Hastaneye giden harp malulü bir Mehmetcik’tir. Ne siz ne de bir başkasının Mehmetcik’e kelepçe vurmasına izin vermem.”

Çünkü Kendini değil, mensubu olduğu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin onurunu düşünüyor...
ergenekon davasında 33 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmış emekli asker.
Yargılanıp tek tahliye edilen villalarda yaşatılan sanık mahkeme duruşmasında , bir CD’yi tekrar dinletmek isteyince “isterseniz beş kez dinletin, duymayan insana onu duyuramazsınız”, deyip herşeyi özetleyen adam.Şimdi de kumpas olan davanın özeti.
Tahliye edilmiş kişi.
yozgat'ta yaşanan tecavüz olayını ülkeye duyuran aydınlık gazetesi yazarı.

ayrıca özel kuvvetlerden emekli bir subayımızdır.

eski hali daha iyiymiş. bıyık ve gözlük yakışmamış. evet
görsel